“Terzi yamağı” Barbaros Şansal, Cumhuriyet’in ilanından bugüne Türkiye’nin geçirdiği değişimleri, moda üzerinden değerlendirdi. Şansal, “laz müteahhit” döneminin Türkiye’nin giyim kuşamına da büyük bir darbe vurduğunu belirtti

Müteahhit zihniyeti modayı da bitirdi

MELTEM YILMAZ
@meltemmmylmz

Terzi yamağı” Barbaros Şansal, Cumhuriyet’in ilanından bugüne Türkiye’nin geçirdiği değişimleri, moda üzerinden değerlendirdi. 2000’lerden sonra başlayan “müteahhit” döneminin Türkiye’nin giyim kuşamına da büyük bir darbe vurduğunu ifade eden Şansal, “’Dedenin köşkünün yerine apartman dik, 3 daireyi sat, gerisini kiraya ver ve çalışma’ anlayışı, yani üretim olmadan tüketimi benimsemek, hayatın her alanına olduğu gibi modayı da mahvetti” ifadelerini kullanıyor.

»Türkiye’yi geçmişten bugüne geçirdiği süreçleri, biraz da “moda” üzerinden okuyalım istiyorum. Cumhuriyet’in kılık kıyafet ve şapka devrimi, toplumun giyim kuşamını bir anda mı değiştirdi?

Hayır, sanıldığı gibi kılık kıyafet ve şapka devrimi ile bir günde değişmedi her şey. Zaten Tanzimat’tan beri süregelen bir değişim vardı. Padişahların bile kıyafetlerinin hızla değiştiği bir dönemin sonudur Cumhuriyet. Aslında İttihat ve Terakki’den beri hazırdı ortam. Atatürk elinde sihirli bir değnekle yapmadı bu işi. Fakat Cumhuriyet’e geçildiğinde, Atatürk görselin önemini gayet iyi kavramış ve bunu bir kampanya malzemesi olarak kullanmıştır. Örneğin Osmanlı’da mesleklerin kostümleri vardı, Cumhuriyet’te bu kostümler dünyaya entegre edildi.

»Nasıl?

Aslında Cumhuriyet’in getirdiği, dev tekstil sanayii kurmaktı. Bu ürünlerin talep görmesi için tanıtımı yapılmalıydı. Atatürk kendisini ve çevresini bu anlamda çok güzel bir vitrin olarak kullandı. Atatürk’ün kostüm devrimi, genç T.C. için dünyaya entegre bir görüntü sağladı, ama toplumun sosyolojisine uymayan bir kostüm olduğunu biz bugünlerde anlıyoruz. Diğer büyük devrimlerle birlikte düşündüğümüzde çok hızlıydı ve sindirmeye vakit yoktu.

Yerel kostümler 50’lerde yok oldu

»Tokat yazması, Nazilli basması gibi yerel kıyafetler ne zaman kaybolmaya başladı?

1950’den sonra. Çünkü Menderes döneminde bir kentli burjuva örneği öne çıkarıldı. Takım elbiseler, Cahide Sonku’lar… Menderes dönemi Türkiye’de popüler kültürün tohumlarının atıldığı, her şeyin mubah sayıldığı bir dönem. Büyük göçler, teneke mahalleler… Bu nedenle de yerel kültür ve yerel kostümler yok olmaya başladı.

»Amerikan gençliği arasında yeşeren Hippilik akımı, The Beatles, mini etek… Dünyada özgürlük ve duyarlılık yılları olan 60’lar, Türkiye modasını nasıl şekillendirdi?

60’larda artık televizyonun ve Avrupa sineması da dahil olmak üzere dünya sinemasının Türkiye’ye gelişiyle artık daha farklı bir toplum yapısına geçmeye başlıyoruz. Bu dönem, insanların daha rahat giyinip kuşandığı bir dönem. Herkes rabıtalıydı bir kere sokakta. Sosyal sivil toplumdu. Ne zaman ki Yeşilçam Beyoğlu’nda çaresizlikten seks furyasına girdi, Türkiye en büyük darbeyi o zaman yedi. Türk sinemasıyla gerçek sinemanın önü kesildiğinde, bu durum giyimde de pespayeliği beraberinde getirdi. Halk filmlerindeki başrol kadınlar tüylü şapkalarla sahnelere döküldüğünde bu halka da yansıdı elbette.

»Bana hep 80’lerde yalnızca Türkiye’de de değil, tüm dünyada moda anlayışı estetikten uzaklaşmış gibi gelir. Yanılıyor muyum?

Bugün bakınca öyle gibi görünebilir ama değil. 80’lerin fuşya, mor renkleri, gümüş pırıltıları ve vatkalarını düşünün. Size çirkin gelen şey vatkalar olabilir ama bir de şu açıdan bakın: 80’lerde dünyada kadınlar CEO olmaya başlamıştı ve güçlü görünmek için güçlü omuzlar gerekiyordu. Ve 80’ler ile 90’lar arası dünyada moda zirve yaptı. Ancak 90’lardan sonra, modaevlerinin tasarımları Çin, Hindistan, Türkiye tarafından kopyalanmaya başlandığı için o tasarımcılar fikir ve emeklerinin karşılığını alamayıp farklı alanlara yöneldiler. Haute couture büyük bir darbe yedi bu yüzden.

»Öyleyse Türkiye, dünyada modanın zirve yaptığı dönemde payına düşeni alamadı demek daha doğru olacaktır, değil mi?

Nasıl alabilirdi? Gece 1’de sokağa çıkma yasağı sabah 6’ya kadar. Cebinizde 3 dolar varsa ya da açılmamış Amerikan sigarası varsa hapse giriyordunuz. Türkiye kapalı korumacı bir ülkeydi. Ancak Türkiye’de moda anlayışının en kötü olduğu dönem 2000’lerden sonrası.

»Neden?

Temel neden mimari. Müteahhitler, yetkin isimlerin yerine geçti. Bu mimari anlayış apartman girişlerini küçülttü. Sosyal binalarda değil, kapısından gizlice geçip girdiğimiz hücrelerde yaşamaya başladık. Balkonlar küçüldü. Tuvaletle mutfak aynı duvarı, aynı boruları kullanmaya başladı.

»Sovyet toplu konutları da küçüktü. Oralarda üretim yapılmadı mı?

Üreten işçi sınıfının barınması için yapılan sosyal konutlar onlar, Türkiye’den çok farklı. Türkiye’de onun taklidi olarak yapılan binalar lüks konut statüsündeydi. “Dedenin köşkünün yerine apartman dik, 3 daireyi sat, gerisini kiraya ver ve çalışma” anlayışından söz ediyorum. Bu anlayış, üretim olmadan tüketmeyi benimsiyordu. Ve bu durum hayatın her alanına olduğu gibi modaya da yansıdı, çok çirkin kostümler ile karşı karşıya geldik.

Türkiye’de moda “kakafoni”

»Bugünün Türkiye’sinin moda anlayışını nasıl tanımlarsınız?

Tek kelimeyle kakafoni. Bir kere İslamiyet’te pantolon, takma kol, göğüs iğnesi, arka orta dikiş, üstte kemer olmaz. Türkiye’deki tesettür modası, İslami giyime uygun bir giyim tarzı değil. Hiçbir İslam ülkesinde işlemeli, çiçekli, taşlı pullu bir başörtüsü göremezsiniz. Zaten İslam’ın modası olmaz, modası olursa modası geçer.

»Peki ya göz önündeki kadın figürler? Örneğin liderlerin eşlerine baktığınızda ne görüyorsunuz?

Diyaloğa kapalı bir giyim tarzları var. Bakın. Siz hiç Merkel’in elinde çanta gördünüz mü? Ya da Clinton’un? Bir tek İngiltere Kraliçesi’nde görürsünüz çünkü kilisenin ve hazinenin sembolik anahtarı vardır çantanın içinde. Kadın siyasiler çanta taşımazlar çünkü gizlilik olmaması gerekir. Ama Türkiye’de tam tersi, koca koca çantalarla geziyorlar. Giyim tarzları da, benzer şekilde, diyaloğa kapalı bir imaj çiziyor. Dünyaya entegre olmama görüntüsü bilinçli bir tercih çünkü İslami sermayeyi istiyorlar.

Rol oynayan kadınların mutsuzluğunu gördüm

»Yıllarca prova odasının aynasından hayata baktınız. O aynada ne gördünüz?

Bakın biz seçkin ailelerle çalışıyoruz, başkalarının kocalarını ayartacak kadınlar yok bizde ama anneanne olmuş kadınların bile, sosyal burjuva içinde bir rolü yaşadıktan sonra, aynada kendilerine baktıkları zaman bir türlü olmak istedikleri kadın olamadıklarını gördüm. Kadınların “Siz arkasından bakılacak kadınsınız” lafını ne kadar özlediklerini, partnerleriyle mutlu olamadıklarını gördüm. Mutsuzluklarını, yıkılmışlıklarını, hasretlerini gördüm. Bir de biliyor musunuz, yaygın inancın aksine kadınlar kendileri için giyiniyor ama erkekler kadınlar için giyiniyor.

»Son dönemde dolardaki artış üzerinden “milli” olma meselesini tartışılıyor. Siz bu tartışmayı kendi alanınızdan değerlendirdiğinizde nasıl bir sonuca ulaşıyorsunuz?

Türkiye’de halihazırdaki Türk bayrağı bile yanlış. Orijinal Türk bayrağı yünlü kırpma dokumadır, beyaz uçkuru vardır. Sancak ise ipekli dokumadır, saçağı vardır, onun da uçkuru vardır. Bugün Türkiye’de kullanılan bayraklar polyester, şeffaf, arkası gözüken, naylon bayraklar ve uçkuru yok, yani gerçeğiyle alakası olmayan, yanlış bayraklar kullanılıyor. Bayrağını bile bilmeyen bir toplumun milli olması beklenemez.

»Sivri açıklamalarınız var. Tehdit almaya devam ediyor musunuz?

Dövüldüm, alıkonuldum, ama korkum yok. Ben başka nedenlerle Türkiye’de yaşamaktan rahatsızım. Zira Türkiye’nin gittiği uçurumu görüyorum.