Arzu Uçar’ın öykü kitabı ‘Bir Küçük Delilik’ yayımlandı. On bir öykünün yer aldığı kitap, bilindik ama o ölçüde çarpıcı delilik hallerini gün ışığına çıkarıyor. Uçar, okuru kendi benliğiyle ve öykü karakterlerinin karanlığıyla karşılaştırarak gerçeklere ayna tutuyor

Müziğin sesini duymayanlar için bir küçük delilik

PINAR KÖKSAL ÜRETMEN

Hani size de olur mu, günlük ve sıradan hayatınızı rayından çıkaran günlük ve sıradan delilik halleri içine düşer misiniz ara sıra? Çizgilere basmadan yürümeye çalışanlar gibi mesela. Ya da adımlarınızı saymak, evden işe, işten okula, okuldan bakkala… Defalarca sudan geçirmek bir tabağı, temiz olmamıştır belki diye, sesli düşüncelere dalarak ve kaç kez yıkadığının farkında olmadan. Herkesten farklı tepkiler vermek sıradan korkulara, köpekleri görünce yol değiştirmenin ötesinde, mantıksızca evin kapısını defalarca kilitlemek örneğin. Hani size de olur mu, küçük bir delilik hali içine düşer misiniz ara sıra?

Arzu Uçar’ın ikinci öykü kitabı Bir Küçük Delilik, İthaki Yayınları etiketiyle Eylül 2019’da yayımlandı. On bir öykünün yer aldığı kitap, bilindik ama o ölçüde çarpıcı delilik hallerini gün ışığına çıkarıyor. Zaman zaman deneyimlediğimiz ya da çevremizde gördüğümüz küçücük deliliklerin bazen buzdağının görünen kısmı, derindeki fırtınaların yansıması olduğunu anlatıyor Uçar ve görüyoruz ki ufak tefek delilikler aydınlığa çıkınca şekil değiştiriyor, karanlıktakinden farklı hacim kaplıyor. Kimi zaman saplantılı bir kadının ayine dönüşen günlük bulaşık yıkama rutininde kendini ele veren ev içindeki huzursuzluğu görüyoruz. Bu saplantının derininde yatan çocuk sahibi olmakla ilgili gizli yara, bir diyalogla açığa çıkabiliyor. Ya da bir imza nedeniyle vatan haini ilan edileceğinden korkan delikanlının altta alta babası tarafından onaylanmama endişesine tanık oluyoruz. Bu nedenle kitaptaki her öykü aslında karanlıkta kalan bir yeri, anlattığından fazlasını ima ediyor.


KORKU DUYGUSU KİMLİK ARAYIŞI

Bu katmanlı ve imgesel anlatıya daha yakından bakmak için kitabın ikinci öyküsü olan Korku’yu ele alabiliriz. Öykü, hepimizin yaşayabileceği başıboş gezen köpeklerden korkma hikâyesi gibi görünse de anlatının içine girdikçe, korku duygusunun, kimlik arayışının ve varoluşsal kaygının yansıması olarak su yüzüne çıktığını fark ediyoruz. Öykü kahramanı genç erkek öğretmen atandığı kasabada, kaldığı evin yanındaki arsada gezen sahipsiz köpeklerden korkar. O kadar korkar ki, onları salyalar akıtan, karanlıkta bekleyen, birbirlerine sürtünen karaltılar olarak canlandırır gözünde. Eve girer girmez, sanki onlar da arkasından evine girebilecekmiş gibi kapısını kilitler, hem de acilen ve defalarca. Korkmadığı tek an ise coğrafya öğretmeni Ali Hoca ile beraber olduğu zamanlardır, o anlarda korkusu bir kuş olup kanatlanır göğsünden. Ali Hoca’nın ders anlatırken tahtayı gösteren parmakları iri ve güçlüdür. Cesareti olmayan adamın “yarım” olduğunu düşünür Ali Hoca. “Korkuyor musun yoksa” der, “korkma canım, bir şey yapmazlar.” Genç öğretmenin yanıtıysa karanlık bir kuyuya seslenmek gibidir. “Senin yanındayken korkmuyorum, dedim. İçimden.” İşte tam burada genç erkek öğretmenden çıkan feminen sesle karşılaşır okur. Onun yanında köpeklerden bile korkmadığını söyleyen, ona yaslanmak isteyen sesle.

CİNSEL KİMLİK ARAYIŞI ERKTEN KAÇIŞ

Genç öğretmenin gördüğü rüyalar da bu köpek-erk-cinsel kimlik kargaşasının anahtarı gibidir. Siyah, çirkin suratlı, ağababaları gibi dolaşan köpek girer kabuslarına. Rüyalarında sırtüstü uzanırken köpek onu bacaklarından yemeğe başlar. Vücudu kemiksiz ve yumuşaktır. Sakin sakin yer köpek onu. Ağababası siyah köpek, köpeklerin başıdır. Erktir, babadır bir anlamda. Hem cezayı kesen hem de öğretmeni yatırıp yiyendir. Bu siyah köpekten onu bir tek Ali Hoca koruyabilir, bir tek onun yanında korkmaz. Korktuğu zamansa yaptığı şey ter içinde kalarak kendini kilit altına almak, benliğini dış dünyadan soyutlamak ve ayırmaktır. Eve girer girmez defalarca kilitler kapıyı, anahtarları bulamayacağı bir yere koyar, adeta dış dünya ile içeriyi geri dönüşsüz şekilde ayırmak ister. Dış kimliğiyle içerde olan arasına kilitler vurur ve anahtarı yok eder. Varoluşsal kaygı ve cinsel kimlik arayışı köpek korkusu olarak açığa çıkarır kendisini. Yazar bu öykü boyunca korku, köpekler, arsa, öğretmen, babacan bir dostluk dışında bir arayıştan bahsetmez. Cinsel kimlik arayışı, erkten kaçış ve babanın adı ise eleştirel bir yorum, öykünün çoğaltılması, belki delilik halinin aynadaki ters yansıması olarak değerlendirilebilir.

Bu nedenle diyebiliriz ki Arzu Uçar olayları aktarmak yerine hikâyeleştiren ve okuru dahil ederek anlamı çoğalan öyküler yaratıyor. Diyaloglarla ya da karakterlerin davranışlarıyla ortaya çıkarıyor normalden sapma hallerini. Böylelikle okuru kendi benliğiyle ve öykü karakterlerinin karanlığıyla karşılaştırarak ayna tutuyor gerçeklere. Farklı bir bakışla, yazarın, toplumsal kötülüğe ayak uydurabilmek adına kendini küçük deliliklere mahkûm eden, kendi deliliğiyle toplumsal cinnete karşı ayakta durmaya çabalayan insanı anlattığını söyleyebiliriz. Aynı Hamlet’in yozlaşan düzene ve babasının öldürülmesine katlanabilmek adına deliliğe boyun eğmesi gibi. Ya da Lady Machbet’in iktidar hırsı adına girişilen cinayeti sürekli ellerini yıkayarak temizlemeye çalışması gibi. Shakespeare eserlerindeki delilik hallerinin izdüşümüne hem kitabın başındaki Macbeth alıntısıyla hem de Ophelia’nın Beklenen Doğumu öyküsündeki Hamlet göndermesiyle şahit oluyoruz. “Kimseler uyumasın artık. Ophelia uykuyu öldürdü. Masum uykuyu. Yorgunlukları yıkayan suyu, her günkü hayatın ölümünü.”

Kitabın ilk öykülerinin daha günlük, aşina delilik halleri olmasına rağmen yol aldıkça öyküler sertleşiyor ve karakterlerin gölgesiyle göz göze geliyor okur. Öyküler hafiften şiddetli olana doğru yol aldıkça yaşam dürtüsünden ölüm dürtüsüne doğru akan bir izlekle, ölümün hayali ve gerçek halleriyle karşılaşıyoruz. Son öykünün kitabın ilk öyküsünün bir ayna yansıması olması, ilk öyküde kadını odak alan metnin sonuncuda erkeğin bakış açısından yeniden ele alınması okuru derin bir soruyla baş başa bırakıyor: Gerçeklik bizim gördüğümüz ve zannettiğimiz şekliyle sınırlı ve sabit midir? Ve küçük delilik halleri, kime, neye göre belirlenir?
Öyle bir delilik ve delirtme hali ki, finaldeki öyküde kendini kutsayan, Tanrı yerine koyan erkeğin bir köle yaratma arzusundaki buyurgan sesiyle çıkıyor açığa. “Ona sunduğum kutsal kitabın öğretilerini içselleştirip hayatına katmaya çalışmıyor, acılı tanrısını iyileştirebilirse mutlu bir dünya düzeni kurabileceğine inanıyordu.”