Sanat karanlığın içinde parlayan bir elmas gibi

Müzik ruhu onarma şeklidir

ÖZLEM ÖZDEMİR- info@ozlemozdemir.net / @ozlemozdemir
Fotoğraflar: PINAR ERTE / www.pinarerte.com

Güvenç Dağüstün müzisyen kimliğinin dışında, bu kez bir mekan işletmecisi olarak karşımıza çıkıyor. Bir müzisyenin esnaflığa atılmasının nedenlerini, müzik serüvenini ve 7 Şubat'ta yaşgünü olan babası müzisyen ve tiyatrocu Yusuf Dağüstün'ü konuştuk.

Müzisyensin ama şimdi de işletmeci olarak karşımızdasın. Geçen sene başka bir yerde bir denemen olmuştu ama Bordo Eski Dostlar'daki yükümlülüklerin daha farklı sanırım?
Geçen sene Beyoğlu'nda bir ocakbaşında başladım ilk bu işe. Bir abimizin ilk dükkanıydı, o daha büyük bir yere taşındıktan sonra boş duruyordu. Ben de orayı Adnan Çam'dan kiraladım. O biraz işi öğrenmek gibi oldu. Orası 20 kişilikti, burası ise 40 kişilik bir yer. İki ortağız, Fikret Bey benim 20 yıldır tanıdığım bir abim, Çarşılıdır. Burası son yıllarında Süleyman Seba'nın her gün geldiği bir yer. Aslında buranın 35 yıllık bir tarihi var. Kral Meze diye bir mezeci olarak açılmış, sonra Bordo olmuş, son iki yılında da Fikret Bey burada. Benim gelmemle biraz mutfağı değiştirdik, balık restoranına dönüştürdük. Yerimiz küçük olduğu için her zaman her şeyin tazesini verebiliyoruz. Bir de evin salonu gibi oldu burası. Yıllardır tanıdığım eşim dostum geliyor. Onlar birbiriyle kaynaşıyor. Ben de çok mutlu oluyorum.

Müzik ya da benzer işlerle ilgilenenler ticaret konusunda zorlanabiliyor. Senin için durum ne?
Bazen sahnede şarkı söylerken ahtopot siparişi verdik mi diye aklıma gelebiliyor. Onun dışında keyifli, Fikret Bey benim o konudaki yükümü üstümden aldı. Ben daha çok mutfakla, personelle, mezelerle ilgileniyorum. O daha çok satın alma, ödemeyle ilgileniyor, bir işbölümü yaptık.

Peki ama niye başladın bu işe?
Ben her şeyden önce yeme içmeyi çok seviyorum Özlem, misafir ağırlamayı ve yemek yapmayı da çok seviyorum. Viyana'da okurken bile boş zamanlarımda yemek sitesi okurdum.

Yani eşin dostunu ağırlamayı da sevdiğinden meyhaneci mi oldun?
Bir yandan da başka bir iş yapmak bizler için zorunluluk haline geldi. Bizler derken sadece müzsiyenler değil, tiyatrocular, hatta gazeteciler için bile öyle. Çünkü Türkiye'de ne olursa olsun, bir facia olmasa bile, örneğin Arap kralı ölüyor, yas ilan ediliyor, konserin iptal ediliyor. Adını bile bilmediğin kral için... Türkiye'de her kötü olayda ilk işsiz kalan müzisyenler. Çünkü bir facia olduysa konser yapmak, şarkı söylemek ayıp bir şey olarak görülüyor.

Bunu biraz açalım istiyorum. Öncelikle müzik sadece eğlence midir? Müziğe bakışta bir sorun mu var?
Fazıl Say'ın ilk kitabında yazdığı bir anektod dikkatimi çekmişti. Fazıl'ın yanında da bir orkestra şefi var, gazetede bir diktatörün bir ülkeyi bombaladığı haberini okuyorlar. Orkestra şefi Fazıl'a diyor ki; "Bu adam bir tane enstrüman çalabilseydi hayatında bu bombayı atmayacaktı belki." Müziğin öyle iyileştirici bir etkisi var; hem zarar gören toplumları hem zarar gören ruhları iyileştiriyor. Tabii sadece eğlence müziği yapanlar da var ama müzik ruhu onarma şekli hali aslında. Savaşlarda bile insanlar cephede şarkılar söylüyorlardı.

Ayrıca biz de ağıt diye bir şey var, o da müzik.
Evet. Biz bunu yaptığımızda adamlar eğleniyor, bir de para kazanıyor diye bakılıyor. Ama bankacı sabah kalkıp işine gidiyor, esnaf dükkanını açıyor...

Bir ahlak bekçiliği durumu var galiba toplumda gelişen, sosyal medya da birbirimizi yargılıyoruz...
Evet, maalesef. Bir hadsizlik var. Sosyal medyada konser ilanı paylaştım diye bana ayıp değil mi diye yazan adam, sanırsın Sur'da açlık grevi yapıyor! Hayır, evde kahvesi elinde, bilgisayar başında bana laf ediyor.

Sanata düşmanlar

muzik-ruhu-onarma-seklidir-113292-1.

Bir yandan da bir konserde arkada çalışanlar yani görünmeyen sayısız aile var. O zaman yapılmayacak mı bu işler?
Tabii, benim bir konserim iptal olduğunda arkada çalışan kaç kişi ekmeğinden oluyor. Galiba oraya geliyoruz. Tiyatroları kapatıyorlar, ödenekleri vermiyorlar, tiyatro binalarını işlevsiz hale getiriyorlar, operayı kapatmaya çalışıyorlar, AKM'yi lağvediyorlar... Zaten sanatı sevmiyorlar, sanata düşmanlar. Çünkü sanat karanlığın içinde parlayan elmas gibi. Onun için istemiyorlar, her imkânı da engellemeye çalışıyorlar.

Müzik çalışmaların sürüyor.
Haftanın üç günü şarkı söylüyorum. Perşembe günü Kulis Bebek diye bir yer açtı müzisyen arkadaşlarım, orada söylüyorum. Cuma günleri Zihni var, cumartesi günleri de Kayışdağı'ndaki Bistro Cabana'da söylüyorum. Ayrıca Fazıl Say ile bu yaz Nazım Oratoryosu'nu yapacağız yine, o çok heyecan verici. Çok bütçeli bir proje, her zaman yapılamıyor, yaptığımız zaman da bütün ekip çok mutlu oluyoruz.

Babam aydınlanmanın yanındaydı

muzik-ruhu-onarma-seklidir-113335-1.

Baban Yusuf Dağüstünde analım, 7 Şubat yaşgünüydü. Biraz anlatır mısın onu bilmeyenler için?
Babam 47 doğumlu, tam bir 68 kuşağı. Konservatuvarda şan bölümü öğrencisiyken ikinci sınıfta siyasi nedenlerle atılıyor. Sonra Halkveleri'nden oyuncu olarak yetişiyor. Türkiye'nin belki ilk sahnelerinden Çağdaş Sahne'nin kurucularından, Ankara Sanat Tiyatrosu oyuncularından. "Bağımsızlığa Ezgiler" adlı bir uzunçaları var, sonra toplatıldı. 1999 yılında, çok erken kaybettim onu, 20 yaşındaydım.

Baban sen doğunca sanat çalışmalarından elini eteğini çekmiş. Niye?
Tiyatroyu benim doğumumla bırakmış. Çünkü tiyatroda da kavgalar var, o zaman da fraksiyon kavgaları yaşanıyor. Annem, sahnede oyun oynuyoruz, kuliste sandalyeler uçuyor derdi.

Annen de mi tiyatrocuydu?
Annem aslında Petkim'de işçi ama amatör olarak tiyatroyla uğraşıyor. Ankara Devlet Tiyatrosu oyuncusu İhsan Sanıvar da Petkim'de ve o da Çağdaş Sahne'de aynı zamanda. Annem çok isteyince onu da götürüyor ve babamla tanışıyorlar böylece. Sonra da evleniyorlar. Babam bir sürü iş yaptı. Ben küçüktüm, Kurtuluş'ta köfteci açtığını hatırlıyorum ama battı hemen. Ondan sonra bir devlet dairesinin çay ocağını işlettiğini hatırlıyorum. Onun baba mesleği kuyumculuktu, en son kuyumculuk yapıyordu ama sıradışı bir kuyumcuydu. Küçük bir dükkanı vardı Ankara Büyük Çarşı'da, 23 Nisanlarda "Şimdiki Çocuklar Harika", 24 Ocaklarda "Sakıncalı Piyade" kitaplarını dağıtırdı. Mutlaka yeni çıkan bir yazarın kitaplarını toptan alıp, yazarı misafir eder ve kitaplarını imzalatırdı. O dükkan daha çok babamın eski hayatından gelen sanatçıların ve dostlarının buluşma mekanıydı. Ben orada bir sürü insan tanıdım. Bir gün Baykal Kent'i, bir gün Remzi İnanç'ı görebilirdiniz. Ben babamın hayatında hiç tiyatroya gittiğini hatırlamıyorum. Ya tekrar başlarsam diye korkardı...

Sahnede izleyemedin onu ama şarkı söylerken dinleyebildin mi?
Bir konserini izledim. 68'liler Vakfı kurulmuştu, onlar bir etkinliklerine Vedat Sakman'la babamı davet etmişlerdi. Ben o zaman küçük bir çocuktum. Babam da türküler söylemişti. Yıllar sonra Vedat Sakman'la da abi kardeş olduk, birlikte sahneye çıktık...

Baban müzisyen olma isteğine ne diyordu?
Her zaman, önce doğru dürüst bir mesleğin olsun yine bunu yaparsın derdi. Ama baktı ki çok kararlıyım, sonra destekledi.

Seni izleyebilmiş miydi?
Konserlerimi izledi ama opera sahnesinde izleyemedi. Çünkü ben operada ilk kezo öldükten iki yıl sonra söylemiştim. Ama yanlış hatırlamıyorsam Ankara Operası'nda koroda izlemişti ama solist olarak izlemedi.

muzik-ruhu-onarma-seklidir-113291-1.Baban Türkiye İşçi Partiliydi. Sen de politik bir müzisyensin. Seni bu anlamda etkiledi mi?
Evet, Behice Borancıdır. O her zaman ezilen halkların yanında olan, haksızlıkla savaşan, aydınlanmanın yanında olan bir adamdı. Annem de öyledir. Öyle bir aileden çıkınca, tabii böyle olunuyor. Kardeşim de piyanist oldu. O da Ankara'da işsiz...

Lise senin hayatını şekillendiren yer. Müziğe ilk orada başladın değil mi?
Evet, lise benim hayatımda çok belirleyici bir yer oldu. O zaman özel okullar var. Ankara'nın çok gözde bir okulunu kazandım ama Tevfik Fikret Lisesi'nde de yedek listedeyim. Babama öbür okulu kazandım dediğimde, bizim seni özel okulda okutacak durumumuz yok, sadece Tevfik Fikret olursa zorlayacağız kendimizi demişti. Baya kavga etmiştik. Sonra yedeklerden bana sıra geldi. Ama hayatımda verilmiş en doğru karardır, harika bir okulda okumamı sağladılar. Gerek düzgün bir insan olarak yetişmemde gerek sanatsal anlamda edindiğim bilgiler açısından beni biçimlendiren yerdir. Ziya Ümit Özbakır müzik öğretmenimdi. Müzikle esas olarak ilgilenmeye başladığım yer oldu.

Konservatuvarı ilk yıl kazanamadın ama ikinci kez kazandığında opera bölümünde bir de kadroya alındın.
İlk yıl kazanamadım, üniversite sınavına da girmiştim. Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'ni kazandım, bir sene orada okudum ama istemiyorum. Sonra konservatuvarı kazandım, ikinci senemde opera bölümü sınav açtı. O sınavı kazandım ama yer yerinde oynadı.

Niye?
Çünkü okul yedi sene, kaç yıldır kadro sınavı açılmamış, işsiz o kadar insan var ve ben daha ikinci sınıftayım. 350 kişi girdi sınava, 8 kişi alıyorlar, ben ikincilikle girdim okula. Çok düşmanım oldu.

Viyana'ya ne zaman gittin?
Eylül'de kadro için imza atacağız, babama Viyana'da bir kurs var, sen bana borç ver, nasıl olsa Eylül'de maaş almaya başlayacağım, ben o arada ona gideyim dedim. Orada şan annem dediğim hocamla tanıştım, hoca Viyana Müzik Akademesi'nde öğretim üyesi ve çok önemli mezzo-soprano. O kurstan döndüm, Eylül'de opera bölümüne başladım. Koroda söylüyorum ama çok mutsuzum, bir sürü yanlış şarkı söyleyen insan var, solo söylemek için odisyonlara giriyorum ama dur bakalım sen daha yeni girdin diye bana solistlik vermiyorlar. Viyana'daki hocama da sürekli mektup yazıyorum, gelmek istiyorum diyorum. Gel sınavlara gir dedi. 1 yıl burada çalıştıktan sonra, Viyana'ya gidip sınavı kazandım. Kurumdan bilgi görgü yazısı istedim, vermediler. Ücretsiz izin istedim, onu da vermediler. Ben de istifa bile etmedim, Viyana'ya gittim. Onlar da beni kurumdan attı, 1 yıl ödedikleri maaşı da geri verdim.

Kaç yıl kaldın Viyana'da?
Viyana Müzik Akademisi'nde okudum. 8 yıl kaldım orada. Avrupa'nın pek çok yerinde opera söyledim. Daha önce sadece merhaba dediğim Fazıl Say ile bir gün Viyana'da kahvaltı ederken, Fazıl bana; Nazım Oratoryosu'nu sen söylesen dedi. Ondan sonra Fazıl ile çalışmaya başladım. 1 DVD, 2 CD yaptık birlikte. Sonra Türkiye'ye döndüm.

Peki operayı niye bıraktın?
O
pera bir kere gece uykusu istiyor. O hayatta gece 11'de yatmak gerekiyordu. O benim yaşama biçimime uymadı. Ama tekrar bir şeyler yapmak istiyorum, hâlâ formdayım, söyleyebilirim.

Kalsam, bir orkestranın parçası olarak dünyayı müzik yaparak dolaşan müzisyen olurdum diye düşünüyor musun? Hele ülkende sanata yaklaşımdaki gerilemeyi düşününce?
Düşünmez mi insan, düşündüm tabii. Bir de öyle bir kariyer yapan sanatçının daha çok dinlenirliği ve söz hakkı oluyor. Bunun yanında da Cumhuriyet tarihinin klasik müzik anlamında en büyük kariyerlerinden iki tanesi, Leyla Gencer ve Fazıl Say'dır. Bu iki isme de nasıl davranıldığına bakınca, düşünmemek elde değil. Fazıl Say Paris'te ya da Tokyo'da sevgiden sokakta yürüyemezken, kendi ülkesinde başıma bir şey gelir mi diye yürüyemiyor, çünkü birileri tarafından sürekli hedef gösteriliyor...

Zor bir dönem. Ülkenle ilgili söylemek istediklerin varsa, öyle noktayalım.
Ülkemle ilgili hiçbir zaman karamsarlığım yok. Şöyle yok, tarihe baktığımızda hiçbir karanlığın sonsuza kadar sürmediğini görüyoruz. Aşkta bile öyledir. Bir duyguyu ne kadar bastırmaya çalışırsan çalış, onun ortaya çıkmasını engelleyemezsin ya, özgürlükler konusunda da böyle. Ne kadar bastırmaya çalışırsa çalışsınlar, insanlar özgürlüklerini bir gün isteyecekler. Ve alacaklar! Bu ne zaman olur onu bilmiyorum ama diyalektiğe baktığımız zaman bunun böyle olması gerekiyor...

muzik-ruhu-onarma-seklidir-113293-1.