Yükseköğrenim sistemi tam 40 yıldır üniversitelerin özerk olmadığı ve aşırı merkeziyetçi bir sistemle yönetilmektedir. Bu nedenle üniversitelerin özerk olduğu merkezi olmayan bir sisteme geçiş kolay olmayacak.

Nasıl bir üniversite reformu yapılmalı?

Prof. Dr. Oğuz Esen - İzmir Ekonomi Üniversitesi

Türkiye’de yükseköğrenimin büyük sorunları olduğu ve bunların çözümünün köklü bir değişim ve kapsamlı bir reform gerektirdiği açıktır. Muhalefet bloğunun mutabakat metnindeki yükseköğrenime ilişkin önerileri yükseköğrenimin nasıl şekillenmesi gerektiği konusunda iyi bir tartısma zemini sunmaktadır.


Yükseköğrenim sisteminin merkezi ve kurumların zayıf olduğu ülkelerde değisim ve reform demek yasa değişikliği demektir. Değişim ve reform girişimleri sistemin dışından gelir ve yükseköğrenimi aşan toplumsal, politik ve ekonomik gelişmelerin sonucu olarak ortaya çıkar. Muhalefetin seçimi kazanması durumunda bu kez de öyle olacağı anlaşılmaktadır.

Türk yükseköğrenimde beş dönem tanımlanabilir. Birincisi, 1923-1950 arasını kapsayan oluşum dönemidir, bu dönemde yasal çerçeve, 13 yıl arayla, iki kez değişmiştir. İkinci dünya savaşı sonrası dönemin ruhuna uygun olarak hazırlanan 1946 yasasının üniversitelere sağladığı özerklik 1981 yılına kadar sürmüştür. İkinci dönem 1950-1970 yıllarını kapsar, bu dönemde farklı yönetim, akademik organizasyon ve yasalara sahip yükseköğrenim kurumları aynı anda faaliyet göstermiştir. 1973-1982 arası geçiş dönemidir, kitlesel yükseköğrenime uygun kurum ve politikaların temelleri bu dönemde atılmıştır. YÖK’ün kurulduğu, üniversite özerkliğinin ortadan kalktığı, ikili yapının sona erdiği, üniversitelerin kapsamlı üniversite modeline göre tek tipleştirildiği dönem 1981-2008 arasıdır. 2008 sonrası son dönemin belirgin özelliği YÖK’ün daha da güçlenmesi ve siyasal iktidara karşı göreli özerkliğinin ortadan kalkmasıdır.

YÜKSEKÖĞRENİM SİSTEMİNİN YÖNETİMİ

Muhalefet partileri, üniversitelerin özerk olduğu merkezi olmayan bir yükseköğrenim sistemi önermektedir. Üniversite özerkliğinin ayrılmaz bir parcası da kuşkusuz akademik özgürlüklerdir. Muhalefet partilerinin akademik özgürlük yerine ifade özgürlüğüne göndermede bulunmaları ileri bir adımdır. Zira akademik özgürlük sadece öğretme, öğrenme, araştırma ve kendi uzmanlık alanında ifade özgürlüğü gibi deyim yerindeyse üniversite kampüsü, derslik ve laboratuvarla sınırlı dar bir özgürlüğü ifade ederken, ifade özgürlüğü daha kapsamlı bir özgürlük vaat etmektedir.

Muhalefet partilerinin önerilerine göre, üniversitelere idari, mali ve akademik özerklik verilecek, YÖK kaldırılıp yerine sınırlı yetkilere sahip Yükseköğrenim Üst Kurulu kurulacak ve kurulun görevi üniversitelerin özerkliğine müdahale etmeden üniversiteler arasında eşgüdümü sağlayarak, planlama yapmak olacaktır. Bir başka deyişle, aralarında hiyerarşik bir ilişki olmadan üst kurul ve üniversiteler birlikte yükseköğrenim sistemini yöneteceklerdir. Sistemi oluşturan birimler özerk olduğu için artık yönetimden değil yönetişimden söz edilebilecektir. Yükseköğrenim ekosistemi içinde yer alan Üniversitelerarası Kurul, Yükseköğrenim Kalite Kurulu, Türkiye Bilimler Akademisi ve TÜBİTAK’ta yükseköğrenim yönetişim ağının bir parçası haline gelecektir.

Hangi kararların üst kurullarda alınacağı, hangilerinin üniversitelere bırakılacağı önemlidir. Örneğin sektörün büyüklüğü, devlet üniversitesi -vakıf üniversitesi dengesi, genel olarak sektörün planlaması üst kurullarda kalmalıdır. Kontenjanların nasıl belirleneceği bir diğer önemli konudur. Kontenjanların üst kurul tarafından belirlenmesi üst kurul ile üniversiteler arasında hiyerarşik bir ilişkinin yeniden tesisi anlamana geleceği için üniversitelere toplam kontenjanların verilmesi, kontenjan dağılımının üniversitelere bırakılması yöntemi tercih edilebilir.

ÜNİVERSİTELERİN YÖNETİMİ

Özerklik çok boyutlu bir kavramdır ve çeşitli biçimlerde tanımlamak mümkündür. Avrupa Üniversiteler Birliğinin (EUA) 2007 yılındaki Lizbon deklarasyonu özerkliği, idari, mali, personel yönetimi ve akademik olarak dört boyutta tanımlamaktadır. İdari özerklik üniversitelerin tüzel bir kişiliğe sahip olup olmaması, rektörün belirlenmesi ve akademik kurulların gücü konularını kapsar. EUA 2023 yılındaki değerlendirmesinde Türkiye’de rektörlerin doğrudan cumhurbaşkanı tarafından atanması uygulamasının, hiçbir Avrupa ülkesinde olmadığının altını çizmektedir. İdari özerklik acısından Türkiye 35 Avrupa ülkesinde sonuncu durumdadır.

Mali özerklik üniversitelerin kamu tarafından fonlanma biçimleri, borçlanabilme ve kendi mülklerini değerlendirme kapasitesine göre tanımlanmaktadır. Akademik özerkliğin dört-alt bileşeni vardır: kontenjanların belirlenmesi, yeni program açma-kapama, ders programlarını oluşturma ve dış kalite değerlendirme yöntemini belirleme.

Akademik yöneticilerin secimle belirleneceği ve üniversite yönetiminde rektör-akademik kurullar güç dengesinde mevcut yasanın aksine, akademik kurulların güçlendirileceği anlaşılmaktadır.

Birçok ülkede yapılan üniversite reformlarının ortak noktası özerkliğin hesap verilebilirlik ve şeffaflıkla dengelenmesi olmuştur. Muhalefet partilerinin önerisinde bunun öğretim üyelerinin seçecekleri kurullar aracılığıyla sağlanacağı öngörülmektedir.

YÖNETİME ÜST KURULLARIN DAHİL EDİLMESİ

Mutabakat metninde üniversitelerin yönetimine senatoların önerdiği ve akademisyenler tarafından oylanan; akademisyenler, mezunlar, öğrenciler, yerel yönetimler, iş dünyası, meslek örgütleri ve halktan temsilcilerden oluşan üst kurulların da dahil edileceği ifade edilmektedir
1990`lı yıllardan itibaren her üniversite reform önerisinde yer alan üst kurulların oluşturulması düşüncesi, bu kez daha katılımcı ve daha demokratik bir bicimde yine karsımıza çıkıyor. 1990’li yıllarda devlet üniversitelerinin yönetimine, piyasa odaklı Yeni Kamu Yönetimi anlayışını yansıtan, iş insanlarından oluşacak bir tür mütevelli heyetler monte edilmeye çalışılıyordu. Kırk yıla yaklaşan vakıf üniversiteleri tecrübesi dikkate alınarak sadece iş insanlarından oluşmayan daha kapsamlı kurul bir önerisi getiriliyor. Mevcut öneri mezunlar, akademisyenler, halktan temsilciler gibi daha geniş bir katılımı ve kurulların belirlenmesinde daha demokratik bir yöntemi içeriyor.

Üniversite yönetimine üst kurulların dahil edilmesi uygulamasının Avrupa yükseköğrenim sistemlerinde hayli güçlü bir eğilim olduğunu belirtelim. Ülkelerin pek çoğunda buna benzer kurulların olduğunu, ancak üyelerin belirlenmesi ve kurulların yetki ve sorumluluklarının ülkeler arasında büyük farklılıklar gösterdiğini not edelim.

ÜLKEDEKİ VAKIF ÜNİVERSİTELERİNİN DURUMU

2008 sonrası döneme damgasını vuran bir diğer gelişme vakıf üniversitelerinin sayısındaki büyük artış olmuştur. Toplam 75 vakıf üniversitesinin 67’si bu dönemde kurulmuş, 15’i ise kapatılmıştır. Bu artışa paralel olarak da vakıf üniversitelerinde kayıtlı öğrencilerin payı yüz yüze eğitimde hatırı sayılır bir düzeye gelmiştir.

Vakıf üniversitelerinde özerlik ile hesap verilebilirlik dengesi nasıl oluşacak? Vakıf üniversitelerinde akademik standartlar nasıl sağlanacak? Bir kamu malı üretme sorumlulukları nasıl temin edilecek? Buna benzer soruların cevapları üzerinde iyi düşünülmesi gerekir.

Mutabakat metninde devlet-vakıf üniversiteleri ayırımı yapılmadığı dikkate alınırsa, özerk ve katılımcı yönetim modelinin vakıf üniversiteleri için de geçerli olacağını, mütevelli heyetlerin bileşiminin üst kurullar önerisine paralel biçimde genişleyeceğini, akademik yöneticilerin katılımcı bir şekilde belirleneceğini öngörmek mümkündür.

SONUÇ

Türk yükseköğrenim sistemi tam 40 yıldır üniversitelerin özerk olmadığı, aşırı merkeziyetci bir sistemle yönetilmektedir. Bu nedenle üniversitelerin özerk olduğu merkezi olmayan bir sisteme gecis kolay olmayacaktır. Sistemin yozlaşmaması için hesap verilebilirlik ve şeffaflık mekanizmalarının hassas bicimde oluşturulması gerekir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, 1946 yasasının getirdiği özerk ve merkezi olmayan düzen de hemen hemen 40 yıl sürmüş, bugün Türkiye’nin en iyi üniversiteleri o dönemde kurulup, gelişmişti.