Deniz Zeka – Meltem Sezen Kılıç Nebil Özgentürk’ün yönettiği, “Nazım’ın Kanatları” belgeselinin Türkiye prömiyeri, 30. Ankara Uluslararası Film Festivali kapsamında gerçekleştirildi. Biz de Nebil Özgentürk ile belgeselin doğuşunu ve yapım sürecini konuştuk. • M.K: Nazım’ın Kanatları, Nâzım’ı farklı bir yönüyle ele aldığınız bir belgesel. Torun Ramiz’le yolunuz nasıl kesişti? Nâzım’ın lebiderya 61 yıllık bir hayatı […]

Nâzım’ın gücü dostluğu, arkadaşlığı

Deniz Zeka – Meltem Sezen Kılıç

Nebil Özgentürk’ün yönettiği, “Nazım’ın Kanatları” belgeselinin Türkiye prömiyeri, 30. Ankara Uluslararası Film Festivali kapsamında gerçekleştirildi. Biz de Nebil Özgentürk ile belgeselin doğuşunu ve yapım sürecini konuştuk.

• M.K: Nazım’ın Kanatları, Nâzım’ı farklı bir yönüyle ele aldığınız bir belgesel. Torun Ramiz’le yolunuz nasıl kesişti?

Nâzım’ın lebiderya 61 yıllık bir hayatı var. Nâzım’la ilgili beşinci belgeseli yaptım. Nâzım deyince hiçbir konu tekrar olmaz.“Nazım’ın Kanatları” belgeselinin kahramanı Ramiz Demirkuşak’ın torunu Ramiz Olegovic meselesine gelirsek, aslında konu bana geldi. Hayatımızın orta yerine düşüverdi. Bu konu, bir kitabın ortaya çıkardığı bir çalışma. Bu belgesel hakikaten bir kitabın, iyi ki okunduğunu düşündürttü. Bir kitap, bir kişi tarafından okunuyor ve bir telefon trafiği yaşanıyor ve derken iki akraba buluşturuluyor. Hikâye şu: Arif Keskiner, ‘Yaşar Kemalli Yıllar’ kitabında Yaşar Kemal’i tanıyan kişilerin anılarına da yer veriyor. Bunlardan biri de, Sevgi Divitçioğlu. Sanat eğitimi almış, çok değerli bir insan ve Nâzım’la da tanışan biri. O, anılarını anlatıyor Arif Abi’ye: “Yaşar Abi şöyle güzel adamdı, böyle güzel adamdı darken,Yaşar Abi’nin de tanıdığı benim bir amcam vardı diyor lafın arasında, “Amcam Rusya’ya kaçtı 1930’ların sonunda, sosyalizmi öğrenmek için, bir daha da izini bulamadık Arifçiğim.” ‘Yaşar Kemalli Anılar’ kitabında böyle bir paragraf, fakat çok hayati… Güzel bir tesadüf ki, Arif Abi’nin tanıdığı hem mimar hem Nâzım uzmanı Melih Güneş var. Ona bir mail gelmiş Sibirya’dan. “Ben Ramiz Olegovic…Dedemin akrabalarını arıyorum. Bana yardımcı olur musunuz?” diye. Melih Güneş yardımcı olabileceğini söylüyor. Uzun yıllar araştırıyor, bir türlü bir sonuç çıkmıyor. Arif Abi’nin kitabını okuyor. Kitaptaki Sevgi Abla’nın söylediği “Amcam Rusya’ya kaçmıştı, izini bir daha bulamadık” cümleleri, Melih Güneş’i harekete geçiriyor. O Ramiz’in, bu Ramiz olduğu ortaya çıkıyor. Ben de ondan sonra devreye giriyorum ve Sibirya’daki torunu buraya getiriyorum. Burada Sevgi Hanım’la torun Ramiz’i buluşturuyoruz. “Bu adam niye gitmiş Rusya’ya? Niye Gulag’da sürgüne gönderilmiş? Sosyalist bir adam ne arıyor Gulag’da esir kampında” diye sorular soruyorsun. Ve hayatla ilgili çelişkiye düşüyorsun. Bu adam, hayal kurduğu, ideal edindiği ülkede hapse düşüyor ajan diye. Şaşkınlığa düşüyorsun. Bütün bir belgesel, insana sorular sorduruyor. Burada zalim ve karanlık yapıların, aslında insanı her dönem nasıl hırpaladığını, paramparça ettiğini anlatıyoruz.

• D.Z: Neden Nazım’ın Kanatları?

Nâzım’ın en güzel tarafı, bizim de filmimizin başlığı oldu, çünkü o noktada Nâzım’ın kanatları devreye giriyor. Yani dayanışması. Yani Nâzım’ın gücü, dostluğu, arkadaşlığı. Ramiz, Nâzım’la 1930’larda hapiste bulunmuş iki yıl kadar. Ramiz, Cumhuriyetin 10. yıl affıyla serbest kalıyor. Sonra Sovyetler’e kaçıyor. Nâzım da, 1951’den sonra Sovyetler’e kaçıyor. Cezaevi arkadaşı Ramiz, sürgün olarak kamplarda; Nâzım ise Sovyet Yazarlar Birliği’nin, Politbüro’nun, Sovyet Moskova İktidarı’nın onur konuğu. Öğreniyor ki, Ramiz sürgünde, Gulag kampında. Çok üzülüyor. Ramiz’i kurtarmak için Sovyet iktidarına bir mektup yazıyor. “Ramiz benim çok değerli bir arkadaşımdır, çok haksız yere orada. Onu lütfen, koşulları zor olan bu esir kampından çıkarın” diyor ve Sovyet hükümeti serbest bırakıyor. Yani bu kanatlar, dostluk kanatları…

• MK: Nâzım’ın yapısını, kişiliğini de yansıtan sözler; çünkü o daima haksızlığa uğrayanlardan yana olmuş.

Yüreği sevgi dolu Nâzım’ın. Nâzım hep dost adamdır. Nâzım, o kadar memleket sevgisiyle dolu ki, bir anısı vardır beni çok etkileyen. Soğuk savaş yılları, 63 yılının ocak ayında Nâzım, Abidin Dino’yu ziyarete geliyor Paris’e. Yolda geziyorlar ikisi. Birden Türkçe konuşan bir adam geliyor. “Tanıdım efendim sizi, siz Nâzım Hikmet değil misiniz?” diyor, sarılıyor. Abidin Dino, “Nâzım, noluyor böyle, hemen herkesle samimi oluyorsun evladım.Yani, arkadaş ya ajansa” diye kızıyor. “Ajan olsun bana ne, Türkçe konuştu ve Türkçe sarıldı ya, o bana yeter” diyor Nâzım. Bunu söyleyen bir adamdan söz ediyoruz. Bütün yazdıkları, hep insanımızı anlatır. Meselesi olan, halkını seven, memleketini seven adam. Bu kadar Nâzım belgeseli yaptım, yine doymuyorum; çünkü Nâzım, ortak vicdanımız, ortak sevgi insanımız, ortak edebiyat kaptanımız olmuş.

• D.Z: Şu dizeleri, evrenselliği ne de güzel vurgular, “Bakmayın siz benim sarı saçlı olduğuma ben Asyalı’yım, ben Afrikalı’yım.”

Bütün dünya halklarını selamlayan bir insan. Muazzam bir kahraman. Her yönetmenin, Nâzım’dan beslenip, yeni kuşaklara onun şiirlerinden, onun yazılarından, kahramanlarından, öykülerinden, romanlarından, oyunlarından bir mesele anlatması gerektiğini ya da müzisyenlerin bir Nâzım şiirini yeniden bestelemesi gerektiğini düşünüyorum. Gençlerin Nâzım’la büyümesini isterim, çünkü eserlerinin her biri iğne oyası gibi insanlık için örülmüş.

• M.K: Nazım’ın Kanatları hakikaten çok güzel, onun kişiliğiyle birebir örtüşen bir isim, bayıldık. Bu isimler nasıl doğuyor?

Bu konuda fena değilim. Birdenbire buldum. ‘Bir Kaçış Öyküsü’ dedim önce. Bir Kaçış Öyküsü ve Nâzım. Olmuyor… Olmuyor… Bir sabah kalktım ve “Nazım’ın Kanatları” dedim. İsim önemlidir. Şöhret oluyor isim bir süre sonra. Bir de anlatması lazım. Nazım’ın Kanatları’nda biraz ipucu var. Nâzım ismini çok seviyorum ve her koşulda da anmak gerekiyor.

• D.Z: Babanızı da sormak istiyorum. Nebil Özgentürk’ü Nebil Özgentürk yapan babayı. Bütün bunlarda babanızın emeği nedir?

Hem belgesellerime hem de geçmişe dönüp baktığımda, babama şükran duyuyorum. 12 yaşımda, bana üç kitap uzatan adama… İki çocuğunu Avrupalarda okutma hayalleri kurup o berber bahşişleriyle, berber kazancıyla gönderen babaya… 51 yıl öncesinden söz ediyorum. O dönemde gurbetçi olarak gönderebilirsin ama “Git evladım elektrik mühendisi ol, hoca ol, öğretim üyesi ol” diye gönderiyor. Ve o zamanlar hakikaten aristokrat ailelerin çocukları okuyabiliyordu yurtdışında. Bir berberden söz ediyoruz. Bütün çocuklarını okutmak isteyen, oysa kendisi 22 yaşına kadar okuma yazma ögrenemeyip, askerde öğrenen bir adam… Sonra okumanın bir cennet olduğunu fark edip önüne çıkan bütün kitapları okuyup bizle paylaşan bir adam… Okulumuzdan döndüğümüzde bizden de bir şey öğrenen bir adam… Bu adamın işi gücü bilgi, öğrenmek, kitap, edebiyat, tarihti. Ve bizim de doğup büyüdüğümüz, çocukluğumuzun geçtiği evimizi, yoksulluk çeken ailelerin çocukları okul dışı kurs görsün, İngilizce, resim, müzik, tiyatro vs görsün diye bir dönümlük bahçesiyle birlikte bağışlayan bir adamdan söz ediyoruz. Bunlar muazzam Atatürk sevgisiyle büyümüş Cumhuriyet çocukları. Babam, son gününe kadar oku adam oldan çok, “Güzel insan ol, vicdanlı insan ol” dedi. Bana ilk kitabımı verirken, Orhan Kemal ve Yaşar Kemal kitaplarını, “Oğlum bunlar vicdanlı ve güzel adamlar” dedi. Yani bu iyi kitap, bak ne güzel anlatıyor değil, yazarın yazdığı içeriğinden çok, içeriğinin hikâyesinin vicdanlı olduğunu, sevgi adamları olduğunu söyleyerek, bana kitap öğretmeye, kitap sevdirmeye çalışan adam. Böyle bir metaforu da var benim için, o yüzden iyi adam olarak öldü gerçekten. O yüzden babamızın bütün bu belgesellerde emeği büyük. Ama yanı sıra, Rıfat Ilgaz’ın da, Yaşar Abi’nin de üzerimde emeği var. Böyle böyle babalarım var benim. Bugüne uzandığımızda ise Zülfü Abi de benim için baba. Bütün bu yazarlar kötülük istemez. Vicdanlı adamlar, vicdanlı kitaplar yazar. Ve vicdanlı çocukların yetişmesini sağlarlar. Yaşar Kemal, “Ben çocuklar katil olmasın, büyüdüklerinde kötülük, uğursuzluk, hırsızlık, haksızlık yapmasın diye, kitaplarımın okunmasını isterim” der. Babam bana, benim çok iyi kamera kullanmam konusunda eğitim vermedi belki ama benim temelde vicdanlı olmamı sağladı.

• M.K: Kamerayı kime tutacağınızı gösterdi belki de…

Bravo, evet. Çünkü vicdandır asıl meselemiz. Belgesellerimde vicdan vardır. Bu belgesel de, mağduriyetle karışık bir haksızlığın giderilmesini, bir güzel adamın, bir başka güzel adamı korumasını, kurtarmasını ve kitabın da ne kadar değerli olduğunu anlatan bir belgesel.