Tıpkı Atiye’nin sembolünün yani İki farklı dairenin, öznenin kendisi ile gölgesi/öteki arasındaki birleşmeyi ifade etmesi gibi, iki sezon da birbirinin gölgesi, ötekisi. Daire metaforu devam ediyor. İki daire/iki evren/ikişiliğin iki bölümünün birleştiği nokta (muhtemelen üçüncü sezon) ise sembolün ortası.

Ne yaptın bize Atiye?

MURAT TIRPAN

Sonunda merakla beklenen dizimiz Atiye’nin ikinci sezonu Netflix’te boy gösterdi ve tabiri caizse saçımızı başımızı yoldurdu. Bu kadar potansiyeli olan bir hikayenin böylesi senaryo ve oyunculuk zaafıyla malul olması gerçekten ibretlik bir durum. Seni sevmeyi çok istiyoruz, kadınlığa dair anlattığın hikayeyi de köklerimize ve kültürümüze yaptığın referansları da seviyoruz, ama son tahlilde olmuyor be Atik!

Biz yine de burada malum-u ilan etmeyelim, sorunları görmezden gelip bazı şeyleri anlamaya çalışalım. Geçen pazar bu sayfalarda zamanla ilgilenen iki önemli işi, Tenet ve Her şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum filmlerini tartışmıştım. Zamanda geriye doğru yolculuk yapıp iyi gitmeyen şeyleri değiştirmenin ne denli çekici bir fantezi olduğundan dem vurmuştum. Atiye’nin son bölümlerinde de zamanla ilgili bol bol laf ediliyor. Atiye de işler yolunda gitmediğinde meseleyi zamanla çözmekten dem vuran işlerden. Gerçekten de sinemada ve TV dizilerinde bu distopik tonun yükselişinin içinde bulunduğumuz “ahir zamanlar”ın halet-i ruhiyesinden olduğu, sağın yükselişinin, felaketlerin sırasını beklemeden gelmesinden beslendiği aşikar. Örneğin gündemdeki iki popüler hikayede, tıpkı Atiye’nin bu sezonunda kadınların doğuramadığı bir dünya tasviri olduğu gibi BluTV’nin yeni dizisi Yarım Kalan Aşklar’da da kendiliğinden kör olan çocukların varlığını görüyoruz. Dünyada da bizde de sinemasal işler zaman yolculuklarıyla, fantastik unsurlarla çözmeye meylediyorlar meseleleri.

Bu kendini ve herkesi kurtarma yolculuğu daha çok bir kadınlık hikayesi üzerinden işliyor Atiye’de. Dizinin ilk sezonunu değerlendirirken asıl vurguyu güçlü bir kadının yolculuğu üzerine yapmıştım, tüm o sembollerin, mistik ve fantastik unsurların bir kadının yolculuğuna hizmet ettiğinden bahsetmiş ve önemli olanın bu olduğunu söylemiştim. İkinci sezon da zamanla, paralel evrenlerle tüm ilişkisine rağmen aslında yine aynı yerden devam ediyor, tüm hikaye kadının doğurganlığı üzerinden yürüyor.

Atiye’nin zamanı lineer değil, farklı bir kendiliği bulabilmek için hafızanın mağarasında kendine yepyeni bir dünya yaratan Her şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum’un Jake’ine benziyor bu anlamda. Atiye’de hangi sezon, yani hangi evren gerçek bilemiyoruz; çünkü ikisi de var. Tıpkı Jake’in Nobel kazanan bir bilim adamı mı yoksa okulda hademelik yapan bir görevli mi olduğundan emin olamamamız gibi. Ama burada her şey bir seviye daha rasyonel, bu paralel evrenlerin bir mantığı var gibi, sadece bu yolculuğu yapabilen yegâne kişi olan Atiye’nin yeteneğinin mantığı yok. Varsa da bunun mantığı son derece metaforik, vurguladığımız gibi bir kadınlığın ve doğurganlığının dünyayı değiştirebileceğine dair bir vurgu. Atiye’nin anlamını hatırlayalım: Atiye ismi etimolojik olarak iki anlama geliyor: biri -yabancı çeviride de “Gift” olarak tercih edilen armağan, diğeri ise gelecek anlamları. Kadına verilmiş olan armağan, önce kendini özgürleştirmek ve sonra fazlasıyla ataerkil ve baskıcı bu toplumu dönüştürebilme gücüdür. İsmin anlamındaki olumlu gelecek ancak bu tür bir dönüşümle kurulabilir. Yine ilk sezondaki gibi bu dönüşüme karşı olan erkeklere ve gizemli baskı güçleriyle savaşıyor Atiye, şimdi karşımızda bu dönüşümün ancak doğurganlıkla sağlanabileceğine dair bir sav da var.

Belki bu sezonda karşımıza çıkan önemli bir dramatik yapıya da dikkat çekmek gerek. Dizide Atiye bir yerlerde tıpkı bugünlerin başka bir popüler dizisi Kırmızı Oda’da söylendiği gibi hayatının altı ve üstünden bahsediyor yine. Şems-i Tebrizi’ye referans olan bu “hayatın altı” ne anlama gelebilir, bunu da düşünmek gerek. Söz Şems’ten geliyor ve çok meşhur. Havalı olmaya çalışan herkes gibi zamanında Metin Hara’dan ayrılan Adriana Lima’nın bile sosyal medyada paylaşmışlığı var. Elif Şafak’ın Aşk kitabında da okumuşluğumuz var zamanında Şems’in 14. kuralını: “Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?”

Sufi’nin derdi farklı biliyoruz, biz başka dertlerden mustarip modern insanlar için ise alt üst olmak dilde olumsuz bir anlamda kullanıldığından altın üstten iyi olabileceğini söyleyen bir dil oyunu iyi hissettiriyor asıl. Ama bu antagonizmayı daha işimize yarayacak bir şekilde kullanabiliriz, eğer bir üst varsa alt da vardır malum. Sufi dilinde batıni olan, Freudcu lügatte bilinçaltı, Jungcu bir gölge, tür sinemasının ise bodrum katı bu. Atiye üç sezonluk bir dizi, ilk iki sezonun biri üst biri de alttır diyelim. Üçüncü de ise tam ortada tamamlanacağız muhtemelen.

Birinci sezonda üstü gördükten sonra alta, ikinci sezona geçiyoruz. Her şey değişmiş, bir paralel evren burası. Dolayısıyla denklem ters, Atiye’nin de zamanla ilgili konuşurken belirttiği üzre iki evrenin akışı aynı anda gerçekleşiyor. Bilincin ve bilinçaltının paralel çalışması gibi. Atiye evrenin bilinç altını (ikinci sezondaki hali) bilince getirmek, en sonunda evrenleri birleştirmek zorunda. Baba anneyle tanışmalı, Erhan gerçekte ne istediğini anlayıp Göbeklitepe’yi kazmalı, kadınlar doğurabilmeli, serdar hatasının cezasını bulmalı, Cansu/Elif ölümden kurtulmalı ve elbette Atiye ve Erhan beraber olmalı. Bilincin ve bilinç altının mümkün en ideal bir şekilde uzlaşması, bir tür psikanaliz bu. Ve bu uzlaşma yerleşiklikle, yani kültürle olan en eski bağlarımızda Göbeklitepe’de gerçekleşiyor.

Atiye hakkındaki -meraklı okuyucunun Birgün arşivinde bulabileceği- ilk yazımda şöyle bir ifade kullanmıştım: “Erhan, Göbeklitepe’nin üzerindeki toprağı çekip kaldırırken Atiye de hayatının derinliklerine doğru bir kazı yapıyor. Freud’un psikanalizi arkeolojik bir kazıya benzettiğini hatırlayalım, dizideki iki kazı çalışması da bu anlamda birbirine benziyor.” Yine buna benzer bir durum var ortada. Tıpkı Atiye’nin sembolünün yani İki farklı dairenin, öznenin kendisi ile gölgesi/öteki arasındaki birleşmeyi ifade etmesi gibi, bu iki sezon da birbirinin gölgesi, ötekisi. Daire metaforu devam ediyor. İki daire/iki evren/ikişiliğin iki bölümünün birleştiği nokta (muhtemelen üçüncü sezon) ise sembolün ortası.

İlk sezonda özgürleşen Atiye, Children of Man filmiyle akraba olan ikinci sezonunda diğerlerini özgürleştirmenin peşinde. Kadınların uğradığı tüm eşitsizliklere, acılara ve aşağılamalara sürekli tanık olduğumuz bugünlerde Atiye hiçbir şeyiyle olmasa bile meselesiyle önemli bir dizi. Umarım -ama açıkçası pek iyimser değilim- üçüncü sezonda özellikle dramatik yapısı açısından defolardan arınmış ve daha iyi anlatılmış bir hikaye izleriz.