Gazeteden arayıp Pazar ekine girebilmesi için yazıyı en geç Perşembe aksamına kadar yetiştirmem gerektiğini söylediklerinde "eyvah" dedim.

Gazeteden arayıp Pazar ekine girebilmesi için yazıyı en geç Perşembe aksamına kadar yetiştirmem gerektiğini söylediklerinde "eyvah" dedim. Yıllardır bir iç saat olarak çalışan Cumartesileri geç kahvaltıdan sonra klavyenin basına geçilir ve BirGün yazısı yazılır şeklinde işleyen rutin bozulmuştu. Önce Perşembe aksamına yetiştiririm diye düşündüm, sonra ilk Perşembe’yi ıskalayınca yazı gününü değiştirmeyi önerdiler. İtiraf etmeliyim ki ilk yazıyı ıskalayınca yıllardır her hafta yazıyor olmanın yorgunluğu çoktu ve bir ara vermenin iyi olacağını duşundum.
Bu arada siyasal gündem iyice karıştı. Ergenekon Davasıyla ilgili yeni bir operasyon dalgası başlatıldı. Odatv'nin basılması, ardından gazeteci Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın gözaltına alınmaları büyük bir tepkiye yol açtı. Adnan'ın biraz da saka yollu "ortalık karıştı, yazmaya ara vermen nedeniyle arazi oldun diye düşünecekler" demesi üzerine arayı kısaltmak kaçınılmaz oldu.
Ortalığın karıştığı zaman bir türlü "arazi" olamadığımı düşündüm. En az üç kez yakayı ele vermiş "bitmeyen yolculuğun" yolcularından biri olarak 17 yaşımdan beri sabah kapımı hiç "sütçü" çalmamıştı. Bu kez de "pilavdan dönenin kaşığı kırılsın" deyip geçtim klavyenin başına.
Yapılan onca yaygaraya karşın hiçbir devrimciye Ergenekon pisliğinin bulaşmayacağına inancam tamdı. Hayati "askeri darbelere" karşı direnmekle geçen bunun için ölümü göze alan şimdiki gibi "sahte efelenmelerle" kendini demokrasi havarisi ilan edenlerden farklı bir gelenekti bu.
Bu geleneğin binlerce insanından biri olarak 17-18 yaşlarımdan bugüne uzanan siyasal hayatimi düşündüm. İlk siyasal eylemim 12 Mart darbesinin faşist generali Faik Türün'ün Süleyman Demirel tarafından Cumhurbaşkanı adayı gösterilmesi karşısında duvarlara yazılan Türün yazılarının T'lerini S yaparak Türün'ü Sürün'e çevirmekti. Aynı şekilde 12 Mart generallerinden Muhsin Batur'un adaylığına karşı da kampanyalar yürütüyorduk.
12 Eylül öncesi ve sonrası malum, ülkeyi adım adım bir askeri darbeye sürükleyen süreçte yapılanlar ve yazılanlar ve bunun için ödenen diyetler inkâr edilemeyecek gerçekler.
28 Şubat sürecinde müdahaleye karşı çıkan, o büyük toplumsal bölünme içinde darbe karşıtı tutum alan yazılar ve eylemler de ortada.
Devamında solun önemli bir kesimi "Cumhuriyet mitinglerinin" cazibesine kapılmışken bu dalganın karşısında duran yazılar BirGün'ün arşivinde duruyor. Benzer bir çizgi 27 Nisan muhtırasına karşı ya da askerlerin siyasete her karıştıklarında da sürüp gitmiş.
Her halde "askeri darbelere" karşı olma konusunda ya da Ergenekon gibi karanlık "devlet örgütleri" konusunda devrimciler kadar temiz bir sicile hiç kimse sahip değil. Basit bir sağlaması var bunun darbeler de bu tur devlet örgütlenmeleri de esas olarak solun bastırılması için gündeme gelmiş bütün işlevleri bu olan olgular. Eğer hakiki bir Ergenekon soruşturması olsa, darbelerin faili meçhullerin, toplumsal katliamların aydınlatılması hedeflense devrimcilerin bundan son derece mutlu olacakları tartışma bile götürmez. O nedenle "arazi" olacak bir durum yok.
Ben Ergenekon sanığı olacağıma pek ihtimal vermiyorum, asil korkum Hanefi Avcı gibi hayatı solculara işkence yapmakla lekelenmiş bir polis şefinin "Devrimci Karargâh" örgütü sanığı, Ergenekon'u deşifre etmek için kitaplar yazmış Ahmet Şık gibi bir gazetecinin Ergenekon örgütü sanığı yapıldığını düşündüğümde ya beni de "Hizbullah" örgütü sanığı yaparlarsa noktasında.