Nefret söylemi üzerine çalışan Dr. Gavan Titley nefret söylemiyle ve o söylemi yaratan sağ iktidarlarla birlikte mücadele etmek gerektiğini söylerken günlük hayata sızmış ve belirgin olmayan nefret söylemlerine de dikkat çekiyor

Nefret söylemi ve neoliberal milliyetçilikle mücadele şart

ONUR EREM

Dr. Gavan Titley İrlanda’daki Maynooth Üniversitesi’nde medya ve nefret söylemi üzerine çalışmalar yapıyor. Aynı zamanda Guardian gazetesinde de yazan Titley, geçen hafta Hrant Dink Vakfı ve nefretsoylemi.org’un birlikte düzenlediği bir panele katılmak için İstanbul’daydı. Nefret söyleminin toplumdaki azınlıkları ve güçsüz grupları hedef alması nedeniyle politik bir konsept olduğuna dikkat çeken Gavan Titley ile bu kavramın sınırlarını ve dünyadaki örneklerini konuştuk:

Konferansta bahsettiğiniz gibi nefret söyleminin tanımı üzerine bir fikir birliğine varılmış değil. Sizin nefret söylemi tanımınız nedir?
Güzel bir soru. Böyle tartışmalı bir konu olduğu için ben kişisel bir tanım geliştirmemeyi uygun buldum. Nefret söylemi konusunda herkesin ortaklaştığı bir nokta, bir gruba karşı nefret uyandıran, insanları o gruba karşı şiddete yönlendiren söylemler. Bu söylemler ulusal azınlıklar, göçmenler ve marjinalleştirilmiş gruplar gibi halihazırda siyasal ve toplumsal olarak baskı altında olanları hedef alır.
Ancak bu tanımın da bir sorunu var: Her zaman söylenen sözler ile uygulanan şiddet arasındaki bağı kanıtlamak mümkün olmuyor. Bu yüzden nefret söylemini sadece bu tanımla sınırlamak doğru değil. Nefret söyleminin bağlamı da çok önemlidir. Toplumda iletişim araçları eşitsiz bir şekilde dağılmıştır, azınlıkların bu araçlara erişim imkânı daha zordur. Nefret söylemi bu hiyerarşik yapıyı, eşitsizliği güçlendiren bir araçtır.

Bir gruba karşı açık bir şekilde şiddete davet etmeyen ancak altında önyargı ve nefret yatan söylemlerden örnekler de vermiştiniz. Bu iki farklı söyleme karşı nasıl taktikler uygulanabilir?
Esas mesele de zaten, bu değil mi? Nefret söylemini tespit etmenin nedeni onu sınırlandırmak, yayınlandığı yerlerden kaldırmak ve böylece zarar vermesini önlemektir. Bu yüzden her seferinde bir söylemin verdiği zararı kanıtlamak zorunda kalırsınız. Ayrıca ifade özgürlüğü ile nefret söyleminin çatıştığı alanlarda gezinmek zorunda kalırsınız.
Dün anlatmaya çalıştığım şey, sürekli böyle tartışmalara saplandığımız zaman sizin söylediğiniz, bariz olmayan daha derin nefret söylemlerini gözden kaçırmış oluyoruz.

Sağcıların ideolojierinden kaynaklanır bu nefret söylemi. Aynı ideolojiye sahip bir insan hoşgörülü bir toplumda dahi kabul edilemeyecek ifadeler söylediği zaman bunu tespit etmek daha kolaydır. Ancak bazıları da aynı ideolojik gerekçelerle, daha kibar bir nefret söyleminde bulunurlar. Söyledikleri şeyi bir mantık çerçevesine oturturlar, kabul edilebilir ifadelerle anlatırlar ama sonunda ikisinin vardığı nokta da aynıdır: Suçlu olan karşı taraftır.

Kibar olanı da aşırı olanı da, ötekileştirdiği grup hakkında “Bunlarla ne yapacağız” sorusunun yanıtını arar. Soru böyle olunca söylem de her zaman tehlikeli olur. Çünkü bunlar ideolojik, politik meselelerdir. Sonuç olarak problemin azınlıklar olduğu konusunda fikir birliğine varılan, çözüm olarak da onların nasıl kontrol edileceği, disipline edileceği konusunda karar vermeye çalışan bir iklim yaratmak isterler. Bu yüzden nefret söyleminden öte çok daha geniş politik mücadeleler verilir iletişim platformları üzerinden.

Söylemlerin en ekstremlerine odaklanmak, daha az ekstrem olanların kabul edilebilir gibi algılanmasına yol açabilir. Oysa onlar da, her ne kadar makul bir kostüme bürünmüş olsalar da, ideolojik olarak mücadele etmemiz gereken söylemlerdir.

Toplumdaki nefretle mücadele etmeden nefret söylemiyle mücadele edilebilir mi?
Hayır. sosyal medya ve internet artık içinde yaşadığımız toplumlarla bütünleşmiştir. Eğer toplumdaki sosyal ve politik gerilimler, tarihi çelişkiler olmasaydı nefret söylemi olmazdı. Bir yandan o sosyal ve politik mücadeleyi verirken, bir yandan da o gerilimlerde bir baskı aracı olarak kullanılan nefret söylemiyle mücadele etmemiz lazım.

Bu alanda çalışan bir akademisyen olarak farklı ülkelerdeki nefret söylemi karşıtı mücadeleleri inceliyorsunuz. Bu alanda en ilerici yasaların olduğu ülkeler veya en başarılı mücadelelerin verildiği ülkeleri örnekleyebilir misiniz? Britanya’da durum nedir?
İlgi çekici bir soru. Nefret söylemiyle ilgili konuşurken bu tarz karşılaştırmaları yapmak faydalı. Çünkü bu kavram farklı ülkelerde farklı anlamlara gelebiliyor. Politik olarak da farklı ülkelerde farklı önem teşkil ediyor.

Her ülkede egemen güçler ve diğer gruplar arasında farklı gerilimler var. Bu alanda her yerde azınlık örgütleri ve STK’ler öncü oluyor diyebiliriz. Ancak devlete güvenmeme, bir yasanın kendilerine karşı kullanılabilecek olması gibi gerekçelerle buna karşı çıkan aktivistler de oluyor. Bunu Britanya’da gördük. 1970’lerden 90’lara kadar çıkarılan ırkçı nefret karşıtı yasalar bir süre sonra “kamu düzeni” gerekçesiyle bu gruplara karşı kullanılır oldu.

Britanya’da ayrımcılık ve nefret söylemine karşı yasaların temeli İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar dayanıyor. Bu dönemde getirilen göçmenlere karşı 1950’lerden itibaren neo-Nazi veya göçmen karşıtı grupların saldırıları oldu. Bu grupların karşısında da otonom anti-faşist gruplar mücadele vermeye başladı. Bunların aralarında daha reformist olan gruplar devletin yasalar çıkarmasını talep ettiler. 1970’lerin sonu ve 80’lerin başında bu mücadele doruk noktasına vardı. Ayrıca 1990’da bir siyah gencin polis tarafından öldürülmesinin ardından polisin düzgün soruşturma yürütmediği ortaya çıkınca “kurumsal ırkçılık” kavramı gelişti. Polisin ve yargının aktif olarak ırkçı olmasa da ırkçıları kollayan bir şekilde hareket ettiği için ırkçılaştığını anlatan bir kavramdı. Bugün geldiğimiz noktada bu eski yasaların yeni teknolojiye uygulanabilirliği tartışılıyor. Birleşik Krallık’ta yargı, sosyal medyayı kamusal alanın bir parçası olarak yorumluyor ve böylece eski yasaları uyguluyor.

Nefret söylemi konusunda yasa çıkması için öncelikle özgürlüklerin anayasada açık bir şekilde garantiye alınması lazım. Aksi takdirde çıkacak bir nefret söylemi yasası çoğunluk tarafından azınlığı  “kamu düzeni” adı altında bastırmak için kullanılabilir. Nefret söylemi ile ilgili tartışmalar hep “nasıl engelleriz” çerçevesinde yürütülüyor ama bence bu, toplumsal hareketlerin izlediği çok sayıda stratejiden yalnızca biri olmalı. Sosyal medya isyanlara ve büyük toplumsal hareketlere de olanak sağlayan, sosyal ve politik eylemlilikte kullanılan bir araç haline geldi.

Geçen hafta Mısır’daki isyanlarla ilgili konuştuğum Mısır Sosyalist Partisi kurucularından Mamdouh Habashi “sosyal medya, eylem örgütlemek ve bir rejim yıkmak için çok kullanışlı ama toplumu örgütlemek ve bir rejim inşa etmek için kullanışlı değil” demişti. Siz ne düşünüyorsunuz?
Sosyal medyanın özgürleştirici gücü çok abartılıyor. Facebook, twitter vs sonuçta ticari birer platform.                   
Onları kullanıyoruz ama kamusal olanın aksine onların sahibi değiliz ve onları yönetemiyoruz. Değiştirdikleri şey medyanın görünümü oldu. Medyadaki iletişim ve kaynaklar öngörülebilir şeylerdi, siyasi kurumlarla bağları belirgindi, sınırlı içerik vardı. Bu artık değişti, insanlar içerik üretebiliyor.

İnsanlar sosyal medyayı kullanarak hızlıca bir protestoya çağrı yapabiliyor. Ama bir şeyleri inşa etmek bambaşka bir olay. Batılı gazetecilerin Arap Baharı’na “twitter devrimleri” demesi çok sıkıcı bir klişe. Ancak bu isyanlardaki sosyal medya gücünü reddetmek de yanlış.

İspanya’daki eylemlerde gençler temsil edildiklerini düşünmüyordu. Geçen yüzyılın örgütü olan Komünist Parti’yle uyuşmuyorlardı. Siyasal örgütlenmenin yeni formlarını aradılar.

20 yüzyılda insanları mobilize etmek için kullanılan yapılar 21. yüzyılda artık aynı etkiyi yaratmıyor. Türkiye’de de gençler belki de hayatlarında ilk defa bu kadar siyasallaştı ve sokaklara döküldü, sosyal medya sayesinde harekete geçtiler.

 

***

Nefret söylemi ve twitter düşmanlığı sağ iktidarların ortak özelliği
Eski başbakan, yeni Cumhurbaşkanı Erdoğan Mısır’da Mübarek rejimi devrilirken övdüğü twitter’ı kendi rejimi tehlikeye girince yasaklamıştı.

Türkiye’de Erdoğan twitter’ı yasaklamayı düşünürken yalnız değildi. Birleşik Krallık’ta Başbakan David Cameron İran’daki twitter yasağını eleştirip, Arap Baharı’nda twitter’ı överken 2011’deki Londra isyanları sırasında “twitter’ı anında kapatabilme yetkimiz olmalı” demişti.

Türkiye’de anaakım medya her zaman nefret söylemi yayan, Ermenileri, Kürtleri, LGBT’leri ötekileştiren bir dile sahip olmuştu. Ancak son yıllarda medyanın nefret söyleminden daha önce çıkan şey hükümetin, özellikle de Erdoğan’ın söylemi oldu. “Yahudi dölü” diyerek eylemci tokatlayan, mitinginde Alevileri yuhalatan, “Bana affedersiniz Rum, Ermeni bile dediler” diyen bir adam var karşımızda. Baştaki adam böyle olunca takipçilerinin söyleminin daha radikalleştiğini tahmin edersiniz. Batı’da siyasetçilere karşı kullanılan “utandırma” (name and shame) taktiği Erdoğan’a karşı haliyle işlemiyor. Böyle bir nefret söylemiyle nasıl başa çıkılır?

Bununla başa çıkmanın tek yolu siyasi mücadele. Neo-liberal milliyetçiliğe karşı siyasi mücadele vermeden bu söylemi sonlandırmak mümkün değil. Dünyanın pek çok yerinde sağ partiler kitlelerini etkilemek, oylarını artırmak için benzer taktikler kullanırlar, risk-fayda hesabı yaparak. Sonra partinin ileri gelenleri çıkar “Söylemi yanlıştı ama söylediği şey doğru, sorunun kaynağı onlar” anlamına gelecek yuvarlak laflar ederler. Veya aşırı sağın nefret söylemi karşısında merkez sağ aynı tepkiyi veriyor. Fransa’da, Hollanda’da ırkçı partiler böyle işler. Sarkozy’nin Fransa’da İçişleri Bakanlığı’ndan Başkanlığa uzanan yol da benzer bir söylemle açılmıştı, Paris banliyölerindeki protestoculara “pislik” dediğinde. “Bu partinin merkezindeki sert adam benim” mesajı vermişti. Bunlardan kurtulmalarını beklemek doğru değil, çünkü ideolojileri bu söylemi yaratıyor. Bu durumdan kurtuluş ancak onlara karşı vereceğimiz ideolojik, politik mücadelede başarıyla mümkündür.