İroni kavramı 20. yüzyılla birlikte büyük bir kırılma yaşar ve dönüşüme uğrar. Ve ironiye dair günümüzde de devam eden itirazlar yoğunlaşır. Günümüzün ölçüsüzlüğe varmış, eleştiriden yoksun ve mesafeli ironisi ise tartışılmaya değer

Neler olup bittiğini biliyorlar yine de…

İLKE KAMAR

Farklı biçimlerde yorumlanarak varlığını sürdüren ve neredeyse her zaman tartışılan, eleştirilen, en basit tanımı bile çeşitlilik gösteren bir kavram ironi. Türkçede ‘alay, alaysılama ya da istihza’ olarak tanımlanan ironinin en erken kullanımı felsefe alanının içinde retoriğe dairdir. Aristoteles’in Retorik yapıtında ilk kez kullanılan ironi kavramı, söylemek istediğinin tersini söyleyen insanın alaycı bir konuşma tarzına işaret eder. Platon’un Şölen’i ironinin metne taşındığı ilk örneklerden biri. Sokrates’in, bilmiyormuş gibi yaparak, karşısındakinin cehaletini teşhir etmesi ve bu yolla onu ikna etmesi ironiden başkası değildi. Kavrama diğer önemli bir katkıyı Romalı Filozof Quintilian yapar. Oğuz Cebeci bu katkıyı şöyle anlatır: “Quintilian, ironi kavramını ‘saklayıp gizleme’ (dissimulation) ve ‘mış gibi yapma’ (simulation) kavramları açısından incelerken onu sadece dile ait bir olgu olmaktan kurtarır.

Bugün dahi ironi ile ilgili tartışmalarda en çok referans gösterilenlerden Soren Kierkegaard ise ironiyi gerçekliğin antitezi olarak görür. Ona göre Sokratik ironi şahsi bir varoluşun, yani öznelliğin ortaya çıkışının bir işaretidir. 17. yüzyıl sonrasında özellikle de barok şairler ve oyun yazarlarının metinlerde çok yönlü kullanımına rastlarız. Voltaire ve Addison’un metinlerinde kuşku ve akılcılığın yansıması olarak karşımıza çıkar ironi. Başta Schlegel Kardeşler olmak üzere Alman romantikleri ise hayatın karmaşıklığı karşısında insanın dünyaya ironik bir tutum alması olarak görür. 18. yüzyıl metinlerinde ise ironi, yazarın hayatla çelişkisini gösteren, toplumla birey arasındaki karşıtlığı, sergileyen bir forma dönüşür. Yazara bir özgürlük alanı sunan ironiye, otoritenin baskısından gizlenmek ya da kurtulmak için de başvurulur.

‘LA MANCHALI’ GEZGİN ŞÖVALYE DON KİŞOT…

Bu duruma en iyi örneklerden biri Cervantes’in Don Kişot romanıdır. Sanat felsefesi eserinde Schelling, “Don Kişot destanı, gerçek ve ideal arasındaki kaçınılmaz mücadeledir” der. Don Kişot, bir kask ile yaşlı bir at alır ve atını süsleyerek serüvenlerine başlar. Komik silahtarı Sanço Panço ise bir eşek yardımı ile Don Kişot ve serüvenlerine eşlik eder. Romanın kahramanları görsel imgeleriyle pek çok zıtlığı gösterirken; iyi, kötü, gerçek, yanılgı, bilgelik, delilik zıtlıkların uzantılarını temsil eder. Yarım akıllı gezgin bir şövalyenin maceralarını, düşle gerçek arasında gidip gelen anlatımla ortaya koyan Cervantes, bir şövalyenin gözünden dış dünyayı ironileştirir. Gerçek dünyayla yazarın kurguladığı ideal dünya çelişkisi karşımıza çıkar. İdeal, düş ve illüzyon arasında ilerleyen zıtlık yapıtın ironik yanını ortaya koyar. Ian Watt, Modern Bireyciliğin Mitleri’nde Cervantes’in hikâyesini ironik çelişkilerle sunmasıyla ilgili engizisyonun ve mevcut koşulların baskısından kurtulmak için bu yolu seçtiğini söyler. Gerçekten de roman, popüler şövalye romanlarını hicvederek terslik ve zıtlıklarla çatışmalarla gülümsemeyi esas alarak okurla yeni bir ilişki kurar ve okura yer açar diyebiliriz.

NAİF İRONİ

Pek çok kurmaca metinde ironinin izlerine rastlamak mümkün. Dostoyevski’nin Budala romanı da dikkat çekici yapıtlardan biri. Dostoyevski’nin romanlarındaki asi ve trajik karakterlerin aksine “Budala”nın karakteri Prens Mışkin saf ve temiz duygularla hareket eden ve toplumla uzlaşmayı mesele edinen bir karakter. Çevresindeki kötülük, çıkarcılık zorbalığa karşı ‘iyi bir kalple’ yaşamanın dış çevrenin kötülüğünün üstesinden geleceğine inanır. Prens yeryüzünde farklı, ideal bir hayat kurmak hayalindedir ancak romanın diğer kahramanları Nastasya Filipovna, Rogojin ve İpolit’in başına gelenler dünyanın gerçekleriyle örtüşse de Prens’in hayalinden çok başka yerlere savrulur karakterlerin yaşamı. İçinde yaşanılan dünyanın çelişkileri, zalimlikleri karşısında Mışkin’in sağduyusu, gündelik gerçekliğe karşı değerler ve ortak amaçlarla hareket eden insanların yoldaşlığına duyduğu özlem, Don Kişot kadar naif bir karaktere dönüştürür Budala’yı. Romanda Budala karakterinin açık ya da üstü kapalı yaşadığı çelişkiden doğan ironi, sözel ironiyle dramatik ironi arasında bir yerde duran naif ironiye örnek gösterilebilir. Sokrates’in tutumuna benzeyen masumluk, yalınlık ve saflık içeren tutum ironik bir duygusal idealisti gösterir bize.


MACBETH VE DRAMATİK İRONİ

İroninin farklı biçimde kullanıldığı pek çok örnek mevcut. Örneğin, Shakespeare’in birçok oyununda dramatik ironi bir kurgulama aracı olarak karşımıza çıkar. Muhatabının aklını karıştıran çok anlamlılık ve birbirinden çok farklı karakterlerle ortaya çıkan zıtlık, çift katmanlı bir anlam yaratır. Oyunlarındaki karakterler bir tür giz içinde, kılık değiştiren ve tersine çeviren bir betimlemeyle karşımıza çıkar. Anlam düzeyinde başvurulan ironi, gerçeklik kavramını yeniden yapılandırarak, dönemin çelişkilerinin ve uyuşmazlıklarının altını oymada bir işlev görür. Macbeth’in, tahta geçme hırsı yüzünden işlediği cinayetin ardından çektiği vicdan azabı ve karmaşık duygularını ortaya koyan Shakespeare, oyunda doğaüstü varlıklara, cadılara ve çok farklı karakterlere yer verir. Anlaşılmaz karakterler ve varlıklarla bir bakıma insanın içindeki hırslar ve kötücül düşünceler temsil edilir. Shakespeare’in başvurduğu incelikli söz oyunlarının yer aldığı sahneler göze çarpar. Örneğin Duncan, Macbeth ailesinin şatosuna geldiğinde bu şatoyla ilgili övücü, güzel şeyler söyler. Oysa bu şatoda öldürüleceğini çok iyi bilmektedir. Olacakları bile bile tersine sözler ironiyi anlamamız için kilit sahnelerden biridir. Dramatik ironiyi anlamsal işleviyle kullanan Shakespeare, seyirciyi oyuna ortak ederek sorgulamaya iter. Oyun kişilerinin bildiğini seyircinin bilmediği çift anlamlı, ironi temelli kurgusal bir ustalıkla karşılaşırız Macbeth oyununda.

Ve geride bıraktığımız yüzyıl. 20. yüzyılla birlikte kavram büyük bir kırılma yaşar ve dönüşüme uğrar. İroni artık retoriğin bir aracı olmaktan çıkar ve sanatın biçimsel kurgusunun bir parçası olur diyebiliriz. “Hiçbir şeyi ciddiye almayan bir oyuna” dönüşür. Ve postmodern sanatın ve edebiyatın önemli özelliklerinden biridir artık. Ve ironiye dair günümüzde de devam eden itirazlar yoğunlaşır. Muecke, ironist karşısında bireyi kurban olarak görürken, Hutcheon ironistlerle seyirci arasındaki eşitsizliğe dikkat çeker. İroniyi anlamayan seyircinin dışlanma tehlikesi vardır. İmtiyazlı olan irosnisttir. Richard Rorty de ironiyi sağduyuya ulaşmada bir engel olarak görür. Tüm bu eleştiriler ideolojinin hâkim işleyişini kayıtsızlık ve alaysılıkla sinik bir tutum içinde gören Peter Sloterdjik’in “Neler olup bittiğini biliyorlar ama...” cümlesini akla getiriyor. Günümüzün ölçüsüzlüğe varmış, eleştiriden yoksun ve mesafeli ironisi tartışılmaya değer.