Seçim sonrası ekonomiye yönelik atılacak adımların neler olacağı merak konusu. Prof. Dr. Yeldan “İlk gündemimiz halktan yana, emekten yana, kamucu bir dönüşümü kurgulamak ve bunu desteklemek” diyor.

Neoliberal rüya çoktan iflas etti: Öncelik kamucu dönüşüme destek
Hayat pahalılığına isyan eden yurttaşlar Kadıköy Meydanı'na "Kilosu 30 TL olan soğana sakın oy verme!' yazılı bir bilboard yerleştirdi.

Havva GÜMÜŞKAYA

İktidarından muhalefetine seçime giren tüm partiler vaatlerini sıraladı. Liderler seçim çalışmalarında vites artırdı. Ancak seçime günler kala sorular da arttı. Bu soruların başında kuşkusuz kazanan kim olursa olsun ekonomiye yönelik atılacak adımların nasıl olacağı geliyor.

Kadir Has Üniversitesi’nden Prof. Dr. Erinç Yeldan ile önce durum tespiti, ardından da halktan yana politikaların nasıl hayata geçirilebileceği üzerine konuştuk. Prof. Yeldan, neoliberal rüyanın 20 yıldır AKP yürütücülüğünde sürdüğünü ancak çoktan iflas etmiş bir model olduğunu söylüyor. Bu modelin terk edilişinin ise sancılı olacağı görüşünde. 
Prof. Dr. Yeldan BirGün’ün sorularını yanıtladı. 

Seçim sonrasını konuşmadan önce göz ardı edilmemesi gereken ekonomik gerçekleri konuşmak isteriz. Durum tespitine nasıl başlarsınız?
Türkiye’deki en önemli ekonomik sorun hayat pahalılığı. Enflasyon diye teknik olarak nitelendirmiyorum. Çünkü enflasyon, hayat pahalılığından farklı bir şey. Hükümet enflasyon oranının geçen seneye görece düşüyor olmasıyla ‘‘Hayat pahalılığı da düşüyor’’, propagandası yapıyor ama hayat pahalılığı sadece enflasyon oranına bağlı bir şey değil. Ancak enflasyon üzerinden konuşacak olursak da Türkiye’de resmi olarak yüzde 50’ler bandında yürüyor. Enflasyon günümüz koşullarında hiperenflasyon tanımına da giriyor olabilir.

Hayat pahalılığı ise sadece fiyatların yükselmesi değil. Ücretli emeğin ücretlerinin düşük kalması, kırsal ekonomi içinde çalışan köylü nüfusun gelirlerinin enflasyon tarafından erozyona uğramasıdır.

Hükümet arada sıçramalar biçiminde ücret artışları gerçekleştirdi. Öyle anlaşılıyor ki seçim öncesinde nisan-mayıs gibi tekrardan bir ücret artışı sağlayacaktı. Ancak bütçenin koşulları, deprem felaketinin getirdiği kısıtlamalar hükümete bu olanağı kullandırtmadı.

Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu dinamikler bu tür dışardan müdahalelerle birer defalık ücret artışları, ekonomideki durgunluk, çarpık kaynak tahsisi, eşitsiz büyüme ve ücretli emeğin gelirlerindeki üretkenlik kayıplarının yansıması olarak çok kısa süreli rahatlama olanağı yaratıyor. Fakat enflasyonun getirdiği yıkım, hayat pahalılığının sürmesine neden oluyor.

Dolayısıyla enflasyon sadece Merkez Bankası faizi veya istikrar paketleriyle kontrol altına alınarak çözülecek bir olgu değil.

SOSYALİST SOLUN GÖZETİMİ ÖNEMLİ

Enflasyonu kontrol altına almak için ne yapmak gerekir?
Çok ciddi anlamda Türkiye’nin yaşamakta olduğu cinsiyet bazında, bölgesel bazda, sektörel bazda muazzam bir eşitsizlik ve gerileme söz konusu.

Türkiye sabit sermaye yatırımlarında, teknolojik ilerlemede gereken yatırımları yapamayacak bir konjonktüre sürüklenmiş durumda. Ne kamu kesimi dengeleri ne de özel sektörün yatırım davranışları, Türkiye’yi sabit sermaye yatırımları üzerinden genişleyici, üretkenliği artırıcı bir büyüme patikasına yönlendirebilecek bir durumda.

Prof. Dr. Erinç Yeldan

Elimizdeki kıt tasarruf kaynakları doğrudan doğruya kur korumalı mevduat, bina, inşaat, konut, ulaştırma sektöründeki çoğunlukla döviz kazandırıcı olmayan, imar rantlarına dayalı spekülasyon üzerinden gelirler yaratmaya çalışan bir modele sürüklemiş durumda.
Bu model kısa dönemde kendi yandaş şirketlerine rantlar sağlıyor. Bu rantlar aracılığıyla Türkiye, tüketime ve iç pazara dayalı bir büyüme modeli sergiliyor. Bunun terk edilişi kolay olmayacak, sancılı olacak.

Akşamdan sabaha alınacak ‘yapısal reformlar’ gibi bir reformlar kümesiyle gerçekleşmeyecek. 2009 krizi sonrasında adım adım yürütülen artık sabit sermaye yatırımları yerine spekülatif rant üzerinden gelir yaratmaya alışmış, afyonlanmış bir özel sektör, bir burjuvazi söz konusu. Tahrip edilmiş bir kamu planlaması, denetimi, girişimciliği söz konusu bunların onarılması zaman alacak.

Ama umudumuz o ki 14 seçimlerinden Erdoğan’ın yenilgisiyle sonuçlanacak bir netice elde edilmesi ve Millet İttifakı’nın onun yanında sosyalist sol blokun desteği, yönlendirmesi ve gözetimiyle neoliberalizmin geleneksel kemer sıkıcı, emek aleyhtarı politikaları olabildiğince engellenmesi… Gerçekten emekçi halkın gelirlerini sürekli bir şekilde artırabilecek, sanayiyi kamu önderliğinde coğrafi olarak Ankara’nın doğusuna taşıyabilecek, İstanbul’un dışında yeni mükemmeliyet merkezleri kurgulayabilecek yeni bir sanayi tasarımı, bu sanayi tasarımının geleneksel fosil yakıtlara dayalı değil çağdaş yeni sanayilerin kurgulandığı adımlar atılması gerekli.

Enflasyonla mücadelede de daha doğru bir merkez bankacılığı, reel faizi, döviz kurunu ve fiyat hareketleri arasındaki dengeleri gözeten ve dolasıyla kısa dönemde maliyetleri olacak olan ama piyasaları çalıştıran, küresel iş bölümü içerisinde de Türkiye’yi ucuz emek ve ithalat deposu olarak değil rasyonel bir ticaret rejimine, ülkenin sanayisini besleyecek, ihracat üzerinden rekabetçilik sağlayacak ama bunu yaparken de iç talebi bastırmak yoluyla değil, halkın alım gücünü yükselten üretkenlik üzerinden bir ihracat deseni kurgulayacak bir modele yönleniyor olacağız.

‘Yapısal reform gerekli’ denir hep nedir bunlar?
Klişe olarak ‘yapısal reformlar’ yapacağız, bağımsız merkez bankası, enflasyon hedeflemesi, BDDK ve Sermaye Piyasası Kurulu kurallar koyacak, hükümette bir köşede hakim devlet olarak tarafsız olacak. Bu safsata, bu neoliberal rüya AKP yürütücülüğünde 20 senedir uygulanıyor. Çoktan iflas etmiş bir model. Türkiye’nin dinamiklerini tahrip etmiş bir model.

Bunu dönüştürmek adım adım ve kararlılıkla, kamu planlamasıyla, tekrardan devlet planlama teşkilatı gibi bir kurumun tüm yetkileriyle bunu yönlendirmesiyle olacak olan bir tasarım. Bu bakımdan hem döviz kurundaki baskıların hem de enflasyonist baskıların dizginlenmesinde kısa vadede akılcı bir merkez bankası politikası, akılcı bir para politikası ‘evet’. Ama orta ve uzun dönemde üretkenliği artıracak sabit sermaye yatırımlarının kamusal fayda üzerinden kurgulanmış bir sanayi deseni üzerinden yapılması gerekir.

ALTERNATİF YAKLAŞIM SANDIĞA YANSIYACAKTIR

Kötü giden ekonomi, yüksek enflasyon bunlar sandıktaki tercihlere yansır mı?
Siyaset biliminin gösterdiği analizler seçim başarısı ve iktisadi dertler ile yakın bağlantı kurguluyor. Bu otomatik bir kural değil.

Bu güne kadar, işsizliğin, cari işlemler dengesizliği gibi kırılganlık göstergelerinin Erdoğan’ın seçim başarısını engellemediğini gördük. Fakat gerçekten heyecan uyandırıcı dönüşüm vaadeden bir alternetif masanın öbür tarafına konulmadı. Muhalefetin bu konudaki beceriksizliği tutarsızlığı ve hatta ‘AKP yeterince neoliberal, yeterince uluslararası finansın niyetlerine hizmet edemiyor biz daha iyisini yapacağız’ üzerinden bir delme çatma bir ekonomik model kurgulanmıştı.

14 mayıs seçimlerinde bir alternatif yaklaşımın var oluşu seçim sandığına yansıyacaktır. Bu bakımdan umutluyuz.

Fakat yeni hükümetin ulusal ve uluslararası finans ve tekelci sermayeye daha iyi hizmet eden bir yarış içine girmesi Türkiye için çok feci bir sonuç olacaktır. Yeni muhalefet AKP’nin bunu hemen gündeme getirip bir dizi medya baskıyla Türkiye ekonomisini paralize ederek uçuruma sürükleyecektir endişesindeyim.

Muhalefet ülkeye yabancı kaynak getireceği vaadinde bulunuyor. Buna sıcak paraya bağımlılığın devamı vaat ediliyor diyebilir miyiz?
Öyle olmaması lazım. Şu anda sermaye hareketleri rejiminin değiştirilmesini talep etmek için uygun koşullarda değiliz. Türkiye’nin daha eşit ve üretken bir sanayileşme hamlesinin uluslararası arenada da destek göreceğini ve doğrudan yabancı yatırım sermayesi biçiminde bir sermaye girişinin Türkiye’ye söz konusu olabileceğini düşünüyorum.

BIÇAK KEMİĞE DAYANMIŞ DURUMDA 

Peki, nasıl bir istikrar programı olmalı?
İstikrarın, üretimi doğrudan doğruya artıcı ve kamu bütçesinde daha sağlıklı bir harcama reformuyla, kaynakların çarçur edilmeden doğrudan kamusal bir yatırım politikasına yönlendirilmesiyle birlikte sağlanabileceğini düşünüyorum.

Son derece basit olan ‘bütçe fazlası verelim, döviz girişlerini sıcak paraya yönlendirelim ve tüketim harcamalarını kısalım’ politikalarının IMF’nin bile adım adım uzaklaştığını, onların da ‘iktisat bilimine’ yakınlaştığını düşünüyorum.

IMF programı değil, Türkiye’nin istikrar programı olacaktır. İstikrar programı ille de kemer sıkma anlamına gelmiyor. Emek ve kırsal kesim için rahat bir soluk alma olarak kurgulanabilir. Burada kamu yatırımlarının ve kamu denetimin çok önemli anahtar kelime olduğunu düşünüyorum. Millet İttifakı’nın ekonomi programlarında enerjide dönüşüm, bölgesel eşitsizlikleri kaldırılması, ulusal kaynaklara dayalı bir yatırım, tarımsal üretim şu an ipuçlarını veriyor. Bunlar CHP programlarına yeni yeni giren sözcükler ve yeni anahtar kelimeler. Hem enflasyonist sürecin dayattığı sorunlar var. Hem de dünya konjonktürünün geleneksel neoliberalleşmenin aşılması gerektiği, daha eşitlikçi kamudan yana bir büyümenin kurgulanmasına dair talepler var. Kuşkusuz bunların hiç biri kapitalizmin sosyalizm olarak dönüştürülmesi anlamına gelmiyor. Hepsi sistem içi öneriler bunu kabul ediyorum, bu tip önerilerin üzerinden kapitalizmin dönüştürülmesi mümkün değil. Türkiye’de de bıçak kemiğe dayanmış durumda, ilk gündemimiz halktan yana emekten yana kamucu bir dönüşümü kurgulamak ve bunu desteklemek.