Normalleş-me

ZAFER AYDIN
Sendika Uzmanı

CovId-19’un yarattığı karanlık içinde her gün baskısını biraz daha arttıran normalleşme arzusu, hayatın yeniden normale dönme beklentisi yükseliyor. Covid-19’da yaşa takılanlar bir an önce kendini sokağa atmayı, iş yerini kapatmak zorunda olan esnaf iş yerini açmayı, bu dönemde evden çalışma, kısa çalışma yapmak zorunda kalan, zorunlu izne çıkarılan işçi de eski çalışma düzenine geri dönmeyi istiyor. Gelir kaybı, evde kalmanın ve kısıtlamalar altında yaşamanın sıkıntıları arttıkça, normale dönme isteği hız kazanıyor. Normalden kastedilen de en az zararla eski tas eski hamam bildiğimiz düzene dönmek. Yaşanan tecrübelere rağmen hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam etme arzusu, “normal” kavramı ile sömürünün, adaletsizliğin, eşitsizliğin nasıl içselleştirildiğini, ne denli kanıksandığını da göstermiş oluyor.

Covid-19 salgınından önce toplumsal yaşamın düzenlenmesinde insanın değil ekonominin gereklerinin öncelenmesi “normal” kabul edilen bir gerçeklikti. Kâr ve maliyet hesapları üzerinden kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi normaldi. Devletin sağlık tesisleri açmak yerine özel hastaneleri teşvik etmesi, oradan hizmet satın alması, özel sağlık kuruluşlarına giden vatandaşların tetkik ve muayene ücretlerine fark ödemesi olağanlaşmıştı. Devlet bankalarından kredi verilerek yaptırılan şehir hastanelerinin işletmesini, inşaatı yapan şirkete, üstelik -hasta değil- müşteri garantisi ile bırakılması da normal kabul ediliyordu. Kamusal hizmet olması gereken eğitimin paralı olması, toplumun büyük kesimi tarafından kanıksanmıştı. İşçinin; güvencesiz çalışması, işsiz kalması, asgari ücretin düşük olması, adına kaza denen iş cinayetlerinde bölük bölük ölmesi sıradanlaşmıştı. İşçinin kara günleri için oluşturulan, hak sahiplerinin yararlanamadığı İşsizlik Sigortası Fonu’nu siyasal iktidarın yağmalaması “atıl kaynakların değerlendirilmesi” olarak kabullenilmişti. Kamu kaynaklarının gösteriş, şatafat için har vurup harman savrulması, yolsuzluklar, yalan normalleştirilmişti. Bütün bunlar olurken en fazla üyeyi barındıran işçi konfederasyonunun sessizliğe gömülmesi, sendikal faaliyetini suya sabuna dokunmayan açıklamalar ile dini ve milli bayramlarda kutlamalarla sınırlaması da bir başka normalimizdi.

AKP iktidarı kültürel ve ideolojik olarak yaratılmış, daha doğru bir ifadeyle imal edilmiş bu normalleşmenin üstüne basarak, Covid-19 ile mücadelede ekonomik maliyetten kaçınarak, toplumsal maliyeti büyütmeyi tercih etti. Cüneyt Zapsu’nun basına yansıyan mektubunda da açık açık ifade edildiği üzere, şirketlerin rekabet şansını kaybetmemesi için insan hayatı, sağlığı riske atıldı. Çarklar durmasın diye işçilerin hastalık riski altında çalışmaya zorlanması da kanıtlıyor ki, AKP iktidarının attığı bütün adımlarda, aldığı tedbirlerde öncelik insan değil paradır. İhaledir, betondur, talandır. İşçi değil, şirkettir. Yoksul değil, zengindir. Ücretsiz izin ile anlamsızlaşan üç ay süreli işten çıkarma yasağı, salgın nedeniyle gelir kaybına uğrayanların, kayıplarını karşılamaktan uzak, hangi kriter üzerinden, kime yapıldığı belli olmayan “yardımlar” ve özel uçakla İsveç’ten hasta getirme operasyonu, parayı önceleyen siyaseti gizlemeye dönük birer örtüdür.

Gelin görün ki, Covid-19 normalin üstüne büyük bir çarpı attı. Salgınla yaşanan olağanüstü dönem, olağan dönemin gerçekleri gizleyen makyajını döktü. Kanıksanan, tek seçenekmiş gibi sunulan iktisadi politika tercihlerinin önceliğini gösterdi, yurttaşların hayatınında nasıl büyük bir risk. En başta sağlığın kamusal bir hizmet olarak örgütlenmesi gerekliliği, insan hayatının kâr odaklı işletmelerin eline terk edilemeyeceği görüldü. İşsizlik sigortası gibi sosyal dayanışma mekanizmalarındaki birikimin neden muhafaza edilmesi gerektiği, neden hazır kaynak olarak kullanılamayacağı somut olarak anlaşıldı.

Bütün bu gerçekler AKP’nin uzun süredir yaşadığı yönetim krizini daha da derinleştirebilir. Halkta yarattığı hoşnutsuzluğu büyütebilir. Dolayısıyla AKP’nin önceliği, iktidarının devamını garanti altına alacak biçimde eski normaline dönmektir. Zayıflıklarını, yetersizliklerini, beceriksizliklerini, daha fazla otoriterleşme, daha fazla baskıcı politikalarla kapatmaya çalışacaktır. Salgını fırsata çevirerek, işçi haklarını daha fazla baskılaması, işçilik maliyetlerini daha da aşağıya çekecek düzenlemeler yapması da pekala mümkün. Uygulanan geçici çalışma biçimlerini, ücretsiz izin uygulamasını, yasal asgari ücretin altına düşürülen ücret ödemelerini kalıcılaştırması için yeni düzenlemeler yapma olasılığı da yok değil. 18 yıllık siciliyle sabit ki, krizi fırsata, fırsatı ganimete çevirmede AKP’nin eline kimse su dökemez.

Covid-19 salgınıyla birlikte kimi zaman önseziye dayanarak, kimi zaman da ortaya çıkan olgular eşliğinde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı söyleniyor. Bir yandan kitlesel işsizlik dalgasının yaşanacak olma ihtimali, öte yandan neoliberal politika tercihlerinin ipliğinin tamamen pazara çıkması, politika tercihlerinde değişimi zorunlu hale getiriyor. Her şeye rağmen Covid-19’dan çıkışın halkın, emekçilerin çıkarları doğrultusunda şekillenebilmesi için öncelikle sosyal ve siyasal muhalefetin normale hapsedilen zihinlerinin özgürleştirmesi gerekiyor. Kâr ve parayı önceleyen “piyasacılıktan”, “hepimiz aynı gemideyiz” yalanından, “milli birlik ve beraberlik” ezberlerinden sıyrılması, kamuyu, toplumsal yararı, emeği, hakkı, dayanışmayı, sömürüyü, sınıfları hatırlaması, anti-kapitalist bir yürüyüş hattı belirlemesi zorunlu. Sosyal muhalefetin en önemli örgütü olan sendikaların, zorunlu boyunduruk ve gönüllü izolasyondan kurtulması; işlevlerini, misyonunu yeniden kuşanması artık ertelenmez bir görev. Bir virüsün ne kadar kırılgan noktada olduğumuzu gösterdiği, gerçekleri bütün çıplaklığıyla yüzümüze çarptığı bugünlerde değilse ne zaman?