1978 yılının 8 Ekim’i 9 Ekim’e bağlayan gecesi, Ankara’nın Bahçelievler semtinde yaşanan katliam, sadece katledilenlerin ailelerini, arkadaşlarını, TİP’lileri, sosyalistleri değil, vicdanı olan herkesi derinden etkiledi.

‘O çocuklar, o yapraklar o şarabi eşkıyalar…’

Okan TOYGAR

8 ekim ‘78 gecesi
pazarı pazartesiye bağlayan gece
başkentte bahçelievler semtinde
biçildiler faşistlerce

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Alparslan Türkeş’in “Bahçelievler bizim için güvenli bir yer olmalıdır” talimatını vermesinden kısa bir süre sonraydı… Serin bir ekim akşamında, Bahçelievler 17. Sokak’taki bir apartmanın bodrum katında, Haluk Kırcı, Mahmut Korkmaz, Abdullah Çatlı, Ercüment Gedikli ve Kürşat Poyraz eylem planını tekrar gözden geçiriyor, on dörtlük tabancalarına mermi sürüyorlardı. Eylemde gözcülük yapacak olan Ömer Özcan ve Duran Demirkan’ı da Dadaş Kahvehanesi’nden alıp hep birlikte 15. Sokak’taki 56 numaralı apartmanın önüne geldiklerinde saat akşamın 10’nunu bulmuştu. Hedef, 2 numaralı daire idi. 56 / 2… Yapacakları eylemin parolası da buradan geliyordu; “5-6-2, Tamam Reis”.

***

Haluk Kırcı, Ercüment Gedikli, Mahmut Korkmaz ve Kürşat Poyraz apartmana girip, silahlarıyla 2 numaralı dairenin kapısına yöneldiklerinde, dairenin bir odasında Serdar, Hürcan ve Efraim “Vakıf” isimli diziyi seyrediyor, Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü öğrencileri Osman Nuri ve Latif ise diğer odada ders çalışıyorlardı. Hepsi de Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi, üniversite öğrencileriydi. Partinin, iki gün süren “İller Toplantısı” o gün bitmişti. Latif, Efraim ve Osman Nuri, Bursa’dan gelmişlerdi bu toplantı için.

Ürkek adımlarla kapının önüne gelen saldırganlar silahlarını çekip, zili çaldılar ve hafifçe aralanan kapıya yüklenerek içeri daldılar. Evdekiler daha ne olduğunu anlamadan hemen etkisizleştirildi. Hepsinin elleri arkadan bağlandı ve yüzüstü yere yatırıldılar. İki kişi evi dolaşıp arama yaptı. Mutfaktaki ekmek bıçağı dışında kesici, delici, patlayıcı hiçbir şey bulamamışlardı. Haluk Kırcı, "Böyle devrimcilik mi olur, evde bir silah dahi yok" dedi. Evet, evde silah yoktu. Hiçbir zaman da olmamıştı. Yarının aydınlık Türkiye’si üzerine kafa yoran bu üniversite öğrencileri, yasal bir partide siyaset yapıyorlardı sadece. O güne dek silahlı hiçbir eyleme katılmamışlardı. 12 Eylül öncesinin hareketli günleri olmasına karşın poliste tek kayıtları yoktu. Saldırganlar evin altını üstüne getirdiler ama Genç Öncü, Çark Başak ve Yürüyüş adlı dergiler ve başta Aziz Nesin olmak üzere, Türk ve dünya edebiyatının önde gelen yazar ve şairlerinin kitapları dışında “sakıncalı” bir şey bulamadılar. Bir de duvardaki “Çark Başak” fotoğrafı…

***

Evdekilerin sayısı tahmin ettiklerinden çok olunca sokak başında, metalik mavi renkli “Nova” marka arabanın içinde bekleyen “Reis” Abdullah Çatlı’ya danışmaya karar verdiler. O, “Bekleyin” dedi ve yarım saat sonra Numune Hastanesi’nden temin ettiği eter ve pamukla geri döndü. Öğrenciler, önce eter koklatılarak bayıltılacak sonra da bir kablo ya da telle sessizce boğularak öldürülecekti. İçerdekilere eter koklatılırken kapı çalındı. Haluk Kırcı ve arkadaşları endişe ile birbirlerine baktılar. Saat 23.30 civarıydı. Bu saatte gelen kimdi?

Gelenler, evin asıl sakinleri Faruk ve Salih idi. Saldırganlar onları da içeri aldıktan sonra ellerini arkadan bağlayıp, eter koklattılar. Evdeki TİP’li sayısı yediye çıkmıştı! Tekrar Çatlı’ya danıştıktan sonra ikisini arabayla şehrin dışına götürüp öldürmeye karar verdiler. Bunun üzerine Faruk ve Salih’i, Eskişehir yoluna götürüp kafalarına sıkılan üçer kurşunla katlettiler. İşin büyüğünün evde olduğunu düşünerek, hemen aynı hızla Bahçelievler’e döndüler. Daha beş kişi vardı öldürmeleri gereken. Haluk Kırcı bir telle Osman Nuri’yi boğarak öldürmeye çalıştı ama çok zorlanınca banyodan bir havlu alarak yüzüne bastırdı. Bir süre sonra yüzüne kapatılan havlunun altında çırpınarak can verdi Osman Nuri. Hepsini bu yolla öldürmenin uzun süreceğini düşünen Haluk Kırcı; Serdar, Efraim, Latif ve Hürcan’ı sedirin üzerine oturttu ve silahındaki tüm mermileri yakın mesafeden dördünün üzerine boşalttı. Ardından hızla dışarı çıkan dört faşist, Çatlı’nın arabasına binerek gözden kayboldu…

***

Dönemin Ankara Emniyet İkinci Şube Müdürü Tahsin Gürdal haberi alıp olay yerine geldiğinde saat sabahın ikisini biraz geçmişti. İçeri girer girmez, sol taraftaki odada bir kişinin, sağ taraftaki odada ise üç kişinin cesedini gördü. Hepsi gencecikti. Kendisinden az önce olay yerine gelen nöbetçi Savcı Mehmet Bağış, bir kişinin de ağır yaralı olarak Hacettepe Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırıldığını söyledi. Ortalık kan gölüydü. “Bir insan bunu nasıl yapabilir?” diye düşündü. Ertesi gün Eskişehir yolu üzerinde ölü olarak bulunan Faruk ve Salih’in de aynı faşist grupça katledildiğini öğrendiğinde şaşkınlığı ve üzüntüsü daha da artacaktı.

Hastaneye kaldırılan Serdar Alten, ağır yaralı olmasına karşın, Evde televizyon seyrederken faşistlerin saldırdığını, arabada bekleyen kişiye “Reis” diye hitap edildiğini ve saldırganların “34 PD 137” plakalı bir araç kullandıklarını anlattı. Dört kişinin eşkâlini de veren Serdar Alten sekiz gün boyunca ölümle savaşacak, ancak 17 Ekim 1978 günü o da hayata veda edecekti. Böylece katledilenlerin sayısı yediye çıkacaktı. Yedi can, yedi karanfil, yedi cihan parçası…

***

1978 yılının 8 Ekim’i 9 Ekim’e bağlayan gecesi, Ankara’nın Bahçelievler semtinde yaşanan bu tüyler ürpertici katliam, sadece katledilenlerin ailelerini, arkadaşlarını, TİP’lileri, sosyalistleri değil, vicdanı olan herkesi derinden etkilemişti.

Bu yedi genç, bağımsız bir yurtta, köylüye toprak, herkese iş, düşünceye özgürlük istiyordu sadece. Demokrasi, bilimsel sosyalizm ve barışın yanında, şiddetin ve faşizmin karşısındaydılar. Onlar; eşitlik, adalet, laiklik ve emeğin Türkiye’si için fikir mücadelesi veriyorlardı. Ellerine tek silah almamışlar, tek olaya karışmamışlardı. Onları katledenler ise hayatlarında hiç tanımadıkları, yüzlerini bile görmedikleri yedi genci boğarak, kurşunlayarak vahşice öldürebilecek kadar vicdansız, gaddar ve düşünce yoksunu kişilerdi. Gericilikten, ırkçılıktan, savaştan beslenmişlerdi. Yaşamları boyunca emeğin ve emekçinin karşısında, sermayenin, sömürgeci patronların ve hâkim sınıfın yanında olanlardı onlar. Tıpkı onlara bu talimatları veren, koruyan, kollayan, bir türlü yakalayamayan, yanlışlıkla tahliye eden, hatta bunlarla da yetinmeyip, nikâh şahitliğini yaparak ya da “Devlet için kurşun atan da, yiyen de bizim için şereflidir” diyerek onlara itibar sağlayanlar gibi…

Emek, barış, demokrasi ve insanca bir yaşam mücadelesi verdikleri için, solcu, sosyalist oldukları için, TİP üyesi oldukları için katledilen Serdar Alten, Latif Can, Faruk Ersan, Efraim Ezgin, Salih Gevenci, Hürcan Gürses ve Osman Nuri Uzunlar ve yitirilen tüm yoldaşlar günümüz sosyalistlerinin onurlu mirasıdır. Emeğin Türkiye’si işte bu onurlu miras üzerinde yükselecektir. Yoldaşlarımızı özlemle, sevgiyle ve minnetle anıyoruz.