Barack Obama’nın zaferini ilan ettiği o seçim gecesini anlattığım bir önceki yazımı şu soru ve yorumlarla bitirmiştim: Obama başarılı olacak mı? Amerikan emperyalizminin yeni yüzümü olmayı...

Barack Obama’nın zaferini ilan ettiği o seçim gecesini anlattığım bir önceki yazımı şu soru ve yorumlarla bitirmiştim: Obama başarılı olacak mı? Amerikan emperyalizminin yeni yüzü mü olmayı seçecek; yoksa bu ülkeyi insanlığa, sorumluluğa doğru götürmeyi, ve en önemlisi, saldı rgan terörizmini korkuttuğu o ülkelerin her birinden geri çekmeyi deneme zorluğuna girişen bir lider mi olacak? Hem Milton Friedman’ın reçetesini yazdığı vahşi bir kapitalizmin altında eriyen ekonomi, hem de Bush yönetiminin başını çektiği neo-muhafazakar emperyalizm biçimi, daha sormamız gereken çok fazla soru olduğunu hatırlatıyor hepimize. Bu umutlu zamanlar, eskisinden daha eşit ve adil bir ülkeyle dünyanın hayalini

kuran genç Amerikalıların ülkelerine yeniden sahip çıktığı anı simgeliyor. Peki, Obama başarılı olabilecek mi? Geçtiğimiz aylarda, Obama’nın Filistin hakkındaki tutumu, özellikle de AIPAC (Amerikan-İsrail Siyasi Önlem Komitesi) önünde yaptğı konuşma üzerine defalarca yazdım. Obama, bu konuşmasında Kudüs’ün, İsrail’in “ebedi başkenti” olduğu kararını vererek AIPAC seyircisine şunları söylemişti: “Filistinlilerle yapılacak her türlü anlaşma, İsrail’in güvenli ve savunmaya açık sınırlarıyla bir Yahudi Devleti olarak varlığını tanımalıdır. Kudüs, İsrail’in başkenti olarak kalacaktır ve asla bölünmemelidir. İsrail’in kendisini, Gazze’den Tahran’a kadar, her türlü tehdide karşı koruyabileceğini garanti edeceğim. (...) İsrail ile ABD arasındaki savunma ortaklığı bir başarı örneğidir ve derinleştirilmelidir. Başkan olarak, önümüzdeki on yıl boyunca İsrail’e 30 milyar dolarlık bir miktarın verilmesini sağlayacağım ve İsrail’in Birleşmiş Milletler ile dünyanın geri kalanında kendisini savunma hakkına her zaman destek vereceğim.” Bu konuşma üzerine yazdığım yazıda şu soruyu sormuştum: “İsrail’e askeri emeller uğruna 35 milyar doları gönül rahatlığıyla bağışlama sözü veren Obama, hala kendisini Malcolm X veya Martin Luther King ile bir mi tutuyor?”

Bu yazıları yazmak benim için hiç de kolay olmadı. Çünkü Obama’ya bakıyor ve gerçekten de Malcolm X’in yüzünü görüyordum. Obama, kendisine rağmen, bir sembol haline gelmişti bizler için. Kendisi hatırlamasa da, biz, Obama’nın hangi değerleri temsil etmesi gerektiğini biliyorduk. Daha sonra Obama için oy kullandım. Bu, benim için bir alçakgönüllülük dersiydi; kendimi kesin kanaatlere mahkum etmekten ve eylemsizliğe sürüklenmekten kaçma çabası ydı. Ancak Obama’nın AIPAC konuşmasının, onun karakteri ve kampanyası üzerindeki lekelerden biri olarak kalacağını biliyorum. Babalar Günü’nde siyah erkekleri sorumsuz babalar olarak ilan ederek dünyanın en ırkçı ve basmakalıp sözlerinden birini etmesi ise AIPAC konuşmasından bile kötüydü. Peki tüm yanlışlarına rağmen, Harlem’in ortasında Obama’nın seçildiğini duyunca çığlıklar atarak sevinçle ağlamaya başlayan o genç kadına ne denebilir ki?

Bu genç kadın, Afgan, Iraklı, Filistinli, Lübnanlı kardeşlerinin ıstırabını görebilir, onların acısıyla özdeşleşebilir mi? Bunu bilemiyorum, ama Obama, artık siyasi çıkarlar uğruna bu acının görmezden gelinebileceğini biliyor ve AIPAC’ın gücünü yanına almayı tercih ediyor.

Obama, Florida’ya gittiğinde, yine seçmenlerini İsrail’in yanında olduğuna inandırmak zorundaydı. Bir sinagogda ona şöyle dediler: “Sana sadece, ismini ‘Barry’ olarak değiştirirsen oy veririz.” Obama, yine örtbas operasyonuna girişti ve hemen isminin etimolojik kökenini Arapça’dan (Barack, Arapça ‘kutsanmış’ anlamındaki BRK kökünden gelir) İbranice’ye değiştiriverdi: “Bence insanlar bunu sorun etmeyecek. Çünkü benim ismim İbranice’de ‘şimşek’ anlamına geliyor. Sizin de İsrail’de Barack isminde

bir başbakanınız olmuştu. Bu yüzden oldukça tanıdık gelmeli.” Bu olayı duyan milyonlarca Obama destekçisi -ki aralarında binlerce genç ve yenilikçi Yahudi de vardı- şaşkınlığa düştü. Tabi Barack Hussein Obama, adını ‘Barry’ olarak değiştirmedi ve yine de yeni ABD başkanı olarak seçilebildi, değil mi? Bu durum, Florida’daki o sinagogun üyelerini nasıl bir duruma sokuyor acaba? Obama, Florida eyaletinde kazandı. Hem de öyle küçük bir farkla değil. Kazanmasında payı olanlardan biri de, yenilikçi binlerce, milyonlarca Yahudi ve Amerikalıdan biri olan meslektaşım ve yoldaşım, feminist ve ırkçılık

karşıtı akademisyen Zillah Eisenstein idi. AIPAC, “Yahudi oyları” diye tanımlanan kurgusal bir kitleyi temsil etmiyor. Çünkü Yahudilerin sonuna kadar meşru olan Holokost sonrası endişeleri dönüşerek; cesur, yenilikçi ve bu ülkede de evlerinde hisseden ve özgürleşme hareketleri için mücadele eden mutlu ve rahat bir nesle can verdi. ABD’de yaşayan birçok Yahudi, AIPAC’ı ve onun siyasi düşüncelerini desteklemiyor! işte Obama bunu göremiyor; bunu göremeyecek kadar korkak. Yine de Obama’ya oy verdim; ona oy vermekten çekinme sebeplerim daha da beter bir hale gelmesin diye. Ona oy verdim çünkü ne kadar kendisini saklamaya çalışsa da, tüm konuşmaları, tavırları ve yazdıkları bana hala Malcolm X’i hatırlatıyor. Obama’ya oy verdim çünkü o bir zamanlar, McCain ve Palin’in ‘yerel terörist’ diye Adlandırdığı Bill Ayers’ın arkadaşlığını kazanmıştı. Eğer Bill Ayers zamanında Obama’da, dostluğuna layık bir şeyler gördüyse, o zaman Obama’da gerçekten de iyi bir şeyler var demektir. Obama’ya oy verdim, çünkü bir zamanlar Rashid Khalid ile arkadaş olmuştu ve onun sayesinde Edward Said ile aynı masada oturmuştu. Filistinlilerin yerlerinden edilmelerinin hikayesi ise hala kulaklarında çınlıyor olmalı, çünkü yaşananları Said’den daha iyi anlatabilen olmadı. Fakat Obama, kulaklarını bu seslere tıkamanın bir yolunu bulmuş olmalı. Obama, yakın bir gelecekte Oval Ofis’te Dennis Ross veya başka AIPAC ajanları ile Filistin’in, Lübnan’ı n, Irak’ın, Afganistan’ın veya İran’ın geleceğine karar vermek üzere aynı masada oturacak. O zaman ne yapacağız?  Sadece tek bir şeyi umabilirim: Geçmişinin hayaletlerinin; Malcolm X’in, Jeremiah Wright’ın, Bill Ayers’ın ve Edward Said’in onda bir parça bile olsa ahlak ve cesaret kırıntısı bırakmış olmasını...

Çevirmen: Zeynep Oğuz