Murat TIRPAN

Metin Erksan'ın önemli filmlerinden Kuyu'da âşık olduğu Fatma'yı kaçıran, karşılık görmeyince ona tecavüz eden, daha sonra yaşanan birçok şeyden sonra da kadından vazgeçmeyip onu bir daha kaçıran Osman filmin sonunda Fatma'nın attığı taşlarla su almak için indiği kuyuda can verir. Osman'ın şiddetinden kendini kurtaramayan, bu olaylardan dolayı kötü kadın damgası da yiyen Fatma sonunda adamı bir kuyuda öldürmüştür. Filmin sonunda Fatma'da kendi hayatına can verir, ama nihayetinde Erksan tüm bu ataerkil güç ilişkilerini bir kuyunun dibine gömer.

Kuyular deliklerden farklıdır, delikler bir yere açılırlar, çıkışları vardır. Dolayısıyla "delik"li filmler bir geçişin, ötekiyle bir temasın, bir transformasyonun filmleridir. Çıkışsızlık söz konusu olduğunda zaten ona "kara delik" adını veririz. Oysa kuyular yutarlar, kapatırlar hatta yok ederler. Erksan'ın kuyusu kötüyü yutar; hem bağnazlığın zeminidir hem onun gömüldüğü yerdir de.

***

Peki neden kuyulardan bahsediyorum, bu yıl Altın Portakal Film Festivali'nde izlediğimiz iki iddialı filmde, Emin Alper'in Kurak Günler ve Özcan Alper'in Karanlık bir Gece'sinde -evet ikisinde birden- obruklarla karşılaştığımızdan. Evet şu coğrafya derslerinden hatırladığınız, yer altı sularının çekilmesi nedeniyle ortaya çıkan büyük, derin çukurlardan bahsediyorum. Geçtiğimiz yıllarda özellikle Konya civarında kaçak kuyuların açılmasıyla ilişkilendirilen obruk haberlerini hatırlayalım. İşte bu obruklar iki filmde de özellikle taşrada karşımıza çıkan bir tür bağnazlığın, kötülüğün sembolü olarak karşımıza çıkıyorlar. Spoiler vermemeye çalışarak söylersek Kurak Günler'de bir taşra kasabasına tayini çıkan savcı oradaki bağnazlık ve çıkarcılıkla (ve kendisiyle) açılan obruklar üzerinden mücadele etmeye çalışırken Karanlık Gece'deki karakterimiz kaybolmuş arkadaşının peşine obrukların karanlıklarına inerek düşüyor.

Kaçak su çıkarmak için küçük kuyular açarak, daha büyük ve tehlikeli obrukların ortaya çıkmasına yol açıyoruz. Küçük bağnazlıklar tüm toplumu tehdit eden büyük çukurlara dönüşüyor. Özellikle Emin Alper'in özenli bir metinle kurduğu bu analoji gayet ilgi çekici. Bu mesele aslında geçen yıl Tayfun Pirselimoğlu'nun filmi Kerr'de de karşımıza çıkmıştı. Orada da babasının ölümü üzerinde bir kasabaya giden kahramanımız karantina ilan edildiği için orada sıkışıp kalıyor, her yerde karşımıza çıkan bu çukurlarla baş etmeye, kaçmaya çalışmaktaydı. Bu karanlıkla mücadele etmeye çalışan kahramanlar bağımsız sinemamızda son yılların başat figürlerinden biri haline gelmiş gibi görünüyor. Distopya türünün yükselişini de bu tabloya ekleyebiliriz. Zamanın ruhu sinemanın ruh halini etkiliyor elbette.

***

Biraz daha yakından bakarsak göreceğimiz şu, tıpkı Kurak Günler ya da Karanlık Gece'deki taşrada obruklarla mücadele eden kahramanlarımız gibi bu yılın ilginç filmlerinden Kar ve Ayı'da da bir hemşire olan karakterimiz zorunlu hizmet için gittiği bir taşra kasabasında yine aynı tür dertlerle mücadele etmekte. Burada kuyular ya da obruklar yok ama söz konusu olan bir ayı. Zaman zaman bir tiyatro oyunundan fazlası olmadığı için eleştirilen LCV filmi ise kahramanlarını başka tür bir kuyuya hapsediyor, bir düğün günü gelin ve damadın odasına... Bütün trajik gerçeklerin ortaya çıkacağı bu "evlilik kuyusu"ndan çıkabilecekler midir acaba, yoksa o karanlıkta yaşamaya devam mı edeceklerdir? Yine Antalya'da herkesin merakla beklediği Kaan Müjdeci'nin Iguana Tokyo'su ise dağılmak üzere olan bir aileyi sanal bir oyunun içine sokarak hapsediyor. Bütün sönmüş ve bastırılmış arzuların sürmesi oyunda olmakla mümkündür burada, oyunda olmamak her şeyin bittiği andır, gerçekliği temsil eden iguana da bu yüzden ölür. Iguana Tokyo'da hayatın zor ve çetrefil mücadeleleri yerine kuyunun/oyunun karanlığını tercih eder aileler.

Ülke sinemasının geldiği yer ortada; distopyalar, obruklar, delikler ve karanlıklarla dolu bir sinemamız var artık. İyisiyle kötüsüyle birçok film savcılarının, hemşirelerinin, gaylerinin, yani bilumum vicdanlı karakterlerinin, sıkıştığı yerlerden çıkmaya çalışması ya da oraya gömülüp kalmasıyla malul. Bütün mesele obruklarla mücadele edip etmeyeceğimiz, daha da önemlisi nasıl mücadele edeceğimiz...

Bu yıl Antalya'da umarım büyük ödülü düştüğü tuzaklara, ikilemlerine, kendine olan şüphelerine rağmen obruklara ve "kurak günlere" karşı mücadeleye devam etmeyi başaran karakterler kazanır.