İzmir’in Ödemiş ilçesinde çevre duyarlılığı ile ön plana çıkan Küçük Menderes Havzası Koza Hareketi Derneği’nin (KOZA-DER) düzenlediği panelle, son yıllarda gündemde olan GDO ve yerli tohum konusuna ve bölgeyi tehdit etmeye başlayan jeotermal kaynak arama girişimlerinin olası etkilerine dikkat çekildi. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Öğretim Görevlisi Fatih Özden, “GDO ve Yerel Çeşitler” ve Jeoloji Mühendisi […]

Ödemiş’te GDO ve jeotermal tehdit konuşuldu

İzmir’in Ödemiş ilçesinde çevre duyarlılığı ile ön plana çıkan Küçük Menderes Havzası Koza Hareketi Derneği’nin (KOZA-DER) düzenlediği panelle, son yıllarda gündemde olan GDO ve yerli tohum konusuna ve bölgeyi tehdit etmeye başlayan jeotermal kaynak arama girişimlerinin olası etkilerine dikkat çekildi.

Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Öğretim Görevlisi Fatih Özden, “GDO ve Yerel Çeşitler” ve Jeoloji Mühendisi Tahir Öngür tarafından “Jeotermalin çevreye etkileri” konulu sunumların yapıldığı panele eski otogar üzerindeki nikah salonu ev sahipliği yaptı.

Millet İttifakı Ödemiş Belediye Başkan Adayı Mehmet Eriş, oda ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, muhtarlar, Ödemişli çevre gönüllüleri ve öğrencilerin takip ettiği panelin açılış konuşmasını KOZA-DER Başkanı Selahattin Bağlı yaptı. Küçük Menderes havzasında 10 yıldan beri çevre faaliyetleri gösterdiklerini söyleyen Bağlı, bölgedeki olumsuz etkileri ve gelişmeleri yakından takip ettiklerini, altın madeni arama çalışmaları taş ve mermer ocakları açma girişimlerini çevre gönüllüleri ile birlikte hareket ederek önlediklerini belirtti.

Bağlı, jeotermal konusundaki olumsuz etkilerin Aydın’da ortaya çıkmaya başladığına dikkati çekerek Ödemiş’in Çamlıca-Küre mahalleleri arasında da jeotermal için girişimlerde bulunulduğunu fakat gösterilen duyarlılık ve atılan adımlarla olumsuz sonuçlandığını vurguladı. Su ve havanın kirlenmesi çerçevesinde meydana gelebilecek tüm olumsuz girişimlere karşı duracaklarını sözlerine ekledi.

“ÜRETİCİ TOHUMA VE ÜRETİME YABANCILAŞTI”

Ege Üniversitesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nden araştırma görevlisi aynı zamanda İzmir Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Fatih Özden, “GDO ve Yerel Çeşitler” konulu sunumunu yaptı.

Özden, Türkiye’de üreticinin yavaş yavaş tohum ve üretime yabancılaşmaya başladığına dikkati çekti. Tohumun önceki yıllarda paylaşıldığını söyleyen Özden, “Tohum artık paylaşmaktan çıkmış bir meta aracına dönüşmüştür” dedi. Tohum ürün tohum geri dönüşümünün bozulmaya başladığını ifade eden Özden, köylünün sağlıklı tohumu artık üretemez hale geldiğini aktardı.

“GDO’lu ürünler dünyadaki açlığa çözüm bulmak için gerçekleştirildi” iddiasının doğru olmadığını söyleyen Özden, bu konuda kamu ve toplum yararının dışlandığını ve şirketleşmenin başladığını belirterek kimi milli sanılan kuruluşların bir gecede yabancı firmalara satıldığını iddia etti.

“TOHUM PİYASASI BÜYÜK ŞİRKETLERİN ELİNDE”

Tohum üretimi konusunda Türkiye’deki geçmiş uygulamalardan da bahseden Özden, Devlet Üretme Çiftlikleri ve Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün uygulamaları hakkında bilgi verdi. Kamu iktisadi kuruluşlarının kamu iktisadi teşekkülleri dönüştüğünü toplum yararı yerine ticarete doğru bir yönelim olduğunu belirten Özden, “Ülkemizde tohum ıslahı 1966 yılında Meksika’dan getirilen tohumlarla başladı. Fakat bugün gelinen noktada tohum da dış ticaret açığı yaşıyoruz, dışarıya bağımlıyız diyebiliriz yani ithal ediyoruz” dedi.

GDO’nun tarımda biyolojik çeşitliliği öldürdüğünü de kaydeden Özden, “Piyasa büyük şirketlerin elinde. Dünyadaki tohum firmaları tekel halinde. Bugün yüzde 75’i büyük firmanın elinde diyebiliriz firmaların içinde. Monsanto bu konuda en önde gelenler arasında. Son yıllarda Alman firması Bayer’i de bünyesine katarak büyük bir atak yapmış durumda” dedi.

GDO’lu ürünlerin kimyasallarla birlikte düşünülmesi gerektiğini belirten Özden, “Bugün tüketici bilinçsiz para harcıyor. Bununla birlikte sağlığından oluyor. Kimyasal kalıntılar limitlerin üstünde. Böyle giderse hem paramızdan hem de sağlığımızdan olmaya devam edeceğiz. Geleceğimiz adına kaygı verici” diye konuştu.

“GDO’YU HAYVANSAL ÜRÜNLERLE VÜCUDA ALIYORUZ”

Hibrit ile GDO’nun aynı şey olmadığını anlatan Özden, “Bugün dünya çapında 200 milyon hektara yakın tarım alanında GDO’lu üretim yapılmaktadır. Bunun yüzde 40 ABD’de, yüzde 26’sı Brezilya’da devamında da Arjantin, Kanada ve Hindistan’da üretim yapılmaktadır. Türkiye’de yediğimiz sebze ve meyveler henüz GDO’lu değil fakat mısır ve soya gibi yem bitkileri aracılığıyla hayvanlardan insanlara geçen olumsuz etkiler söz konusu. Yani GDO’yu hayvansal ürünler aracılığıyla vücuda alıyoruz. Bugün dünyanın en büyük sorunları arasında kimyasal ile beslenme sorunu yer almaktadır. Yani hepimizin sorunu güvenli gıda almak ve sağlıklı çevrede yaşayabilmektir. Bu konuda olaya başka açılardan bakmak gerekiyor. Aslında GDO’nun açlığı önlediğini söyleyemeyiz. Üretim dünya çapında yeterlidir stoklar vardır ama aç insanlar da vardır. Asıl sorun açıklık ve obezite arasında denge sağlamaktadır” ifadelerine yer verdi.

GDO’nun RES ve HES gibi enerji santrallerinden bağımsız olmadığını söyleyen Özden, sorgulamak ve eleştirmek gerektiğini, öncelik ve önemli olanın belirlenmesini ve bu konuda daha iyi bir sistem var mı araştırmasını yapılması gerektiğini sözlerine ekledi.

BATI ANADOLU’DAKİ JEOTERMAL GİRİŞİMLERİNİN SEBEBİNİ ANLATTI

Tire ve Ödemiş’te de gündeme gelen ancak çevre mücadelesi ile sonuçsuz bırakılan jeotermal konusunda Jeoloji Mühendisi Tahir Öngür, “Jeotermalin çevreye etkileri” sunumuyla önemli noktalara dikkat çekti.

Öngür, Türkiye’nin meselesinin yenilenebilir ve temiz enerji meselesi olduğunu kaydederek, jeotermalin Anadolu’nun birçok bölgesinde bulunduğunu fakat nedense araştırmaların genellikle Aydın, Manisa, Çanakkale, Afyon ve İzmir çevresinde odaklandığını belirtti. Öngür, “Bunun nedeni de her açıdan karlı olmasıdır” dedi.

Türkiye topraklarının eskiden beri çeşitli nedenlerden dolayı kirlendiğini söyleyen Öngür, jeotermal enerji ile birlikte bu kirlenmenin daha artacağını belirtti. Şirketlerin daha çok kâr amacı güttüğünü söyleyen ifade eden Batı Anadolu’daki verimli toprakların ve özellikle Küçük Menderes havzası, Aydın Ovası ve Gediz Ovası’nın korunması gerektiğini ifade etti.

Türkiye’nin önümüzdeki dönemde ciddi bir jeotermal sorun ile karşı karşıya kalacağını belirten Öngür, toprağın suyun ve havanın korunması ve insan sağlığı için üniversite ve kamu kurumlarının işbirliği halinde çalışmaları gerektiğini vurguladı. Jeotermal ile gelen kirlilik tehlikesinin önceden fark edilmediğini de hatırlatan Öngür, köylerde yaşayan vatandaşların yavaş yavaş tehlikeyi fark ettiklerini ve topraklarını korumak için mücadeleye başladıklarını aktardı.