‘Döngel Dünya’ adlı kitabıyla bu yılki Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanan Ethem Baran, “Ödüller bir süre dikkatleri üzerinize çekiyor, sonra biyografinizdeki yerine çekilip sessizliğini koruyor. Aslolan sizin yazdıklarınız, ürettiklerinizdir” diyor

Ödül unutulur, yazdıklarınız kalır

ŞENAY EROĞLU AKSOY

Sait Faik Abasıyanık’ın anısını yaşatmak amacıyla verilen Sait Faik Hikâye Armağanı’nı bu yıl ‘Döngel Dünya’ kitabıyla Ethem Baran kazandı. Yazarla kitabını, ödüllerin anlamını ve salgın döneminin hissettirdiklerini konuştuk.

Döngel Dünya adlı kitabınızla 66. Sait Faik Hikâye Armağanı’nı aldınız. Türkçe edebiyatın usta yazarı Sait Faik adına düzenlenen yarışmada ödül almak size neler düşündürdü?

Bu benim üçüncü ödülüm. Her ödülün heyecanı, yüklediği ağırlık, uyandırdığı duygu farklı elbette ama söz konusu Sait Faik olunca durum daha başka bir hal alıyor. Ödülün bir öykücü adına, hele hele Sait Faik adına veriliyor olması, seçici kurulu, daha önce bu ödülü alan yazarlar düşünülünce ödülün ağırlığı artıyor tabii. Her şeyden önce Sait Faik bana öyküyü sevdiren, öykünün nasıl olması gerektiğini öğreten yazardır. Bu ülkede öykü yazan, yazmaya çalışan herkese de o öğretmiştir diye düşünüyorum. Bir yazarın hayatı nasıl yaşayacağını, hayatın içinde nelere, nerelere bakılacağını, doğanın ve insanın aynı cümle içinde nasıl kullanılacağını öğreten adamdır. Yeniden başlangıçtır o. Kendinden önce olanları yeni baştan vareden, kendini yakalamak için kendi peşinde koşan ustaların ustasıdır o. Adımın onun adıyla aynı satırda bu vesileyle de olsa anılması benim için onurdur.

Ödül gerekçesinde “Sait Faik’in özellikle son yıllarında ağırlık verdiği ‘doğa’nın şiirsel bir söylemle inşasına ilişkin biçemini, özgün bir dile getirişle yeniden ürettiği gerekçesiyle…” deniyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Bütün derdimi kendimce söylemeye, kendimi içinde rahat hissettiğim bir dille ifade etmeye çalışıyorum. Bir cümle yazmadan önce o cümlenin nasıl olması gerektiği hakkında, eni boyu, ağırlığı, rengi, kokusu, görünüşü, içinde sakladıkları vs konusunda çok kafa yoruyorum. Şiirin içinden de geçiyorum zaman zaman ama üzerimde şiirden herhangi bir parça kalmamasına dikkat ediyorum. Oraya da uğradığım bir şekilde belli olsun yeter. Yazarken aklımın, dolayısıyla cümlelerimin bir ucu mutlaka doğaya gider. Betimleme yapmayı ve okumayı severim. ‘Yarım’ adlı romanımda bir cümle vardır, “Yağmur öyle güzel yağardı ki romanlarda” diye. Buna gerçekten inanırım ben. Doğa bir başka güzeldir satırlarda. İçinde bulunduğumuz doğayı metne aktarmanın önemine inanırım. Yazarın işi yeni bir dünya, yeni hayatlar yaratmak olduğuna göre dilini de, doğasını da kendince, yeni baştan yaratmalıdır. Düşünce ve duygumuzun dili nasıl biçimlendirdiğini, nasıl yönlendirdiğini, nasıl esnetip genişlettiğini çok önemserim ben. Bu yüzden her harfi tartarak, ölçüp biçerek yerine yerleştirmeye çalışırım. Ritmi ve müziğini göz önünde bulundurarak ses değerine bakarım. Yeni söyleyiş biçimleri, yeni kurgular, yeni teknikler peşinde koşarım.

Ödüllerin yazarın sorumluluğunu artırdığı söylenir. Yazma sürecini nasıl etkiler sizce?

Ödüller bir süre dikkatleri üzerinize çekiyor, sonra biyografinizdeki yerine çekilip sessizliğini koruyor. Aslolan sizin yazdıklarınız, ürettiklerinizdir. Ödül unutulur, yazdıklarınız kalır. Elbette sorumluluğu artırır ödüller. Ama yazar bu sorumluluğu her zaman duymalıdır zaten; daha iyisini yazma, yaratma sorumluluğunu. Bir süredir yeni romanıma çalışıyorum; yazılmayı bekleyen öyküler var. Yazmak bir dert, bu derdin tek çaresi de yazmaktır. Ben de öyle yapacağım.

Yukarda alıntıladığım ödül gerekçesine insanlık hallerini ustalıkla resmetmenizi ekleyerek kitaptaki ‘Kuşlar’ öyküsünün karakteri bu ödül için neler söylerdi sizce?

Karakterlerimi seviyorum, severek yazıyorum onları. Ve unutmuyorum. Onlar, yıllar önce yarattığım hayali kasabadaki hayali mahallede hayatlarını sürdürüyorlar. Zaman zaman gidip buluyorum onları ve yeni öykülerde rol veriyorum onlara. Sözgelimi, ‘Döngel Dünya’daki ‘Göğün Yenisi’ öyküsünde Küp adlı bir karakter var. Bu karakter ta 2005’teki ‘Dönüşsüz Yolculuklar Kitabı’ndan çıkıp geldi. Daha önce de ‘Bulut Bulut Üstüne’deki ‘Ankara Hatları Vapuru’na konuk olmuştu. Yani kendi kahramanlarım benim metinlerim arasında dolaşıp dururlar. Onların insanlık hallerini ustalıkla aktarabiliyorsam ne mutlu bana. Bir karakteri yazarken onun zihnine girmeye, bir anlamda o olmaya çalışıyorum. Önce ben inanmalıyım ona. Nasıl düşündüğünü, neler hissettiğini bilmeli; nasıl yürüdüğünü, ellerini, gözlerini nasıl kullandığını görmeliyim. Okurun inanması, sahici bulması da buna bağlıdır çünkü. ‘Kuşlar’ öyküsü Ankara’da geçen bir hikâyeden yola çıkıyor; öyle olması gerekiyordu çünkü, okuyanlar bilir. Kahramanımı bu kez kendi mahalleme, Eryaman’a getirdim, kendi uğradığım mekânlarda gezdirdim. Bence ilginç bir karakter. Çok okuyan, sevdiği yazarla karşılaşınca dili tutulan, içe kapanık biri. Onunla başka kitaplarda başka hikâyeler yaşayabiliriz belki. Onun iç dünyasında olup bitenleri keşfetmek benim açımdan da heyecan verici olacaktır. Ödül için de güzel şeyler söylerdi herhalde. Sait Faik’i de çok severek okuduğuna eminim.

“Derken bahar geldi…” diye başlıyor ‘Döngel Dünya’ adlı öykünüz. Pandemi sonrası bahar geldiğinde neler değişmiş olacak hayatlarımızda.

Evet öykü öyle başlıyor. Söze, öncesi olan bir konuşmanın, durumun, hikâyenin ortasından giriliyormuş izlenimi veren bir başlangıç cümlesi bu. Salgın da sanki böyle girdi hayatımıza. Duyduk, haberimiz vardı, görüyorduk, biliyorduk, yani öncesi vardı; birtakım şeyler yapılmayabilirdi, göz ardı edilmeyebilirdi; derken hayatımızın orta yerine kuruldu. Karantina günleri başladığından beri elim kaleme gitmiyor; içimden tek satır yazmak gelmiyor. Sanki işsizler kervanına ben de katılmışım gibi. Daha çok okuyorum tabii. Salgın sonrası bahar gelecek mi bilmiyorum. Bunca insan işsiz kaldı. Zaten işsiz olan eğitimli gençliğin yanına her yaş grubundan ve sosyal-kültürel konumdan yenileri eklendi. Yoksullar daha da yoksullaştı. Onun dışında hayatların çok fazla değişeceğini sanmıyorum. Her şeyi hemencecik unutan bir toplumuz biz.