Öğrenci affı

Ali TAŞTAN

29.06.2022 tarihli Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmeleri esnasında YÖK Başkan Vekili Prof. Dr. Cevahir UZKURT öğrenci affı ile ilgili önemli açıklamalar yaptı. YÖK Başkan Vekili’nin açıklamalarına geçmeden önce daha önce bu hususta yapılan aflarla ilgili bazı verilere bir göz atalım. YÖK verilerine göre şu an açıköğretim dahil toplam öğrenci sayısı 8.240. 997. Örgün eğitim kapsamındaki öğrenci sayısı ise 3.761.637.

Örgün eğitim kapsamındaki öğrenci sayısı ise 3.761.637. 1981’den günümüze değişik zamanlarda 13 defa öğrenci affı yapıldı. Bunlardan yararlananların toplam sayısı 354 bin 992. Mezun olanların sayısı da 149 bin (%42).

PEKİ, YENİ GELECEK AF KIMLERİ KAPSAYACAK?

Yükseköğretim kurumlarında hazırlık dahil bütün sınıflarda intibak, önlisans, lisans tamamlama, lisans, lisansüstü öğrenimi gören öğrencilerden kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, kendi isteğiyle ilişiği kesilenler dahil, terör suçu ile kasten öldürme suçlarından, işkence suçundan, eziyet suçundan, cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu veya uyarıcı madde imâl ve ticareti suçundan mahkûm olanlar ile terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle ilişiği kesilenler hariç herkes yaralanabilecek.

AFTAN KAÇ KİŞİ YARARLANACAK?

YÖK Başkan Vekili UZKURT, 2018 yılında açıköğretim dahil 532 bin öğrencinin af kapsamında olduğunu, bu öğrencilerin 65.628’inin başvuru yaptığını ve 12.419 öğrencinin mezun olduğunu ifade etti. Ayrıca açıköğretim dahil 3 milyon 127 bin öğrencinin şuan af kapsamında olduğunu belirtti. 2018 yılında aftan yararlanmayanlar düşüldüğünde, 2018-2022 yılları arasında 2.660.628 öğrencinin üniversitelerden ilişiğinin kesildiği ortaya çıkıyor. YÖK Başkan Vekili UZKURT yanlış bir veri açıklamadıysa bu rakam olağanüstü bir durum olduğunu gösteriyor.

ÖĞRENCİLER NEDEN ÜNİVERSİTELERDEN AYRILIYOR?

20 yıllık AKP iktidarında her şehre bir ya da birden çok üniversite politikası uygulandı. “Her şehre bir üniversite” politikası sonucunda 2002 yılından bu yana yükseköğretim kurumlarının sayısı 129’u devlet, 73’ü vakıf, 5’i vakıf Meslek Yüksekokulu olmak üzere toplam 207’ye, örgün eğitimde öğrenci sayısı ise 3 milyon 761 bine ulaştı. 2003 yılından bu yana devlet üniversitelerinin sayısı %143,3, birinci ve ikinci öğretim öğrenci sayıları ise %74,65 oranında arttı. Ancak akademik eğitimin niteliği maalesef yükselmedi. Vakıf üniversitelerine gösterilen ilgi ve aktarılan kaynak devlet üniversitelerine aktarılmadı. Bilimsel araştırma merkezi olması gereken üniversitelerimizin bütçesi yerinde saydı. 2003 yılında YÖK ve üniversitelerin bütçesi GSYH içerisinde yüzde 0,94 iken 2022 yılında bu oran 0,73’e geriledi. Başka bir ifade ile 2003’ten bu yana YÖK ve üniversitelerin bütçesi yüzde 22,34 oranında azaldı.

Öte yandan, rektör belirleme sürecinde seçimler kaldırıldı, doğrudan Cumhurbaşkanı'nın atama yapmasının önü açıldı. Bunun sonucunda siyasi iktidara yakın kişilerin üniversitelere yönetici olarak atanmaları sağlandı. Rektörler AKP il başkanlarının önünde el pençe durmaya başladı.

Hatta MEB’in son Müsteşarı Yusuf TEKİN’e özel kanun çıkarılarak üç günde rektör olması sağlandı. "Bir erkek ve kadının, nikahsız olarak ellerinin birbirine değmesi ve yalnız kalmaları caiz değildir. Mahrem olmayan kadına bakmak, haram olduğuna göre, onlara dokunmak veya tokalaşmak mutlaka haramdır" diyen kişiler rektör yapıldı.

Bunun yanı sıra üniversite ve öğrenci sayısındaki artış ile aynı düzeyde iyi yetişmiş akademik personel sayısı ve mali olanakların arttırılamaması, nitelikte ciddi bir düşüşün ortaya çıkmasına yol açtı. Nitelik kaybı, üniversitelerimizin dünya üniversiteleri arasındaki yerini de geriletti. Bugün, "Dünyanın en iyi ilk 500 üniversitesi" sıralamasında tek bir üniversitemiz kalmadı. Öğrencisi olmayan bölümler, kadrolu akademik personeli olmayan fakülteler açıldı.

Üniversitelerde verilen eğitimin niteliği kadar, akademik yayınların niteliğinde de ciddi bir gerileme yaşandı. Üniversitelerin akademik başarılarını ölçmek amacıyla kurulan URAP Araştırma Laboratuvarı 2019-2020 yılı raporunda yer alan “Üniversitelerimizin bilimsel makale sayısı 2010’dan bu yana az da olsa her yıl artıyor. Ancak, yıllardır etki değeri yüksek dergilerdeki makalelerin sayısı yerine etki değeri düşük dergilerdeki makalelerin sayısı yerine etki değeri düşük dergilerdeki makalelerin sayısı artmış bulunuyor. Bu sağlıksız gelişme nedeniyle ilk 500’deki ve ilk 1.000’deki üniversitelerimizin sayısı giderek azalmıştır” belirlemesi, yükseköğretim sisteminin getirildiği nokta açısından çok dramatiktir. Quacquarelli Symonds’ın üniversitelerin uluslararası akademik başarı sıralamasından alınan bilgilere göre, Türkiye’nin en nitelikli üniversitelerinin 2015 yılına kadar yükselen bir akademik başarı çizgisi takip ettiği görülürken, 2015’e kadar ilk 500’de olan ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ gibi üniversiteler 2015 yılından sonra düşüşe geçerek akademik başarı sırasında 2 kata kadar gerilemeler yaşadı.

Ayrıca liyakat ilkesi yok edildi. Eş, dost, akraba üniversiteleri oluşturuldu. Bazı fakültelerde çok sayıda akademik personelin “akraba” olması, bazı fakültelerin “aile fakültesi” olarak anılması, eş-dost-yandaş atamalarının geldiği nokta açısından ibretlik bir yere geldi. Yetkin bilim insanlarının üniversitelerden koparıldığı da dikkate alındığında, gelecek adına kaygılar büyüdü.

Ekonomik yoksunluk, yurt sorunu gibi etkiler de eklenince 2018-2022 yılları arasında üniversiteden atılan-ayrılan öğrenci sayısı 2 milyon 660 bini geçti. 22.10.2021 tarihinde bir soru önergesine verilen cevapta 18 Mayıs 2018 den sonra af kapsamına giren öğrenci sayısı 1 milyon 174 bin 260 olarak ifade edilmişti. Ne oldu da bu sayı kısa zaman içerisinde 2 milyon 660 bine ulaştı? Geçtiğimiz yıl kontenjanlar doldurulamadı. Ek baraj puanları düşürüldü. Ek yerleştirmenin ek yerleştirmesi yapıldı. Ancak kontenjanlar yine dolmadı. Sonrasında da hepimizin bildiği gibi baraj puanları kaldırıldı.

Nitelikli eğitim ortamı sunmadan başarılı olunabileceği hâlâ ülkeyi yönetenler tarafından algılanamadı.