Bugünkü yaşadığımız otoriter rejim de burjuva sınıfının ihtiyaçları çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Özetle, TÜSİAD birazcık rahatsız görünüyor diye OHAL’in kaldırılacağını sananlar yanılırlar, medet burjuvada değildir!

OHAL’de sermaye,  o halde emek!

Mustafa Kemal Coşkun
Yasin Durak


“Kuralları kimsenin okuyamayacağı kadar yüksek bir yere asmak” demişti Hegel, “adaletsizliğin teminatıdır.” Kuralları günübirlik çıkarılan bir yazboz tahtasına yazıp keyfi olarak biteviye değiştirmeye ne derdi acaba? OHAL’in başıbozuk hukuk felsefesi nedir? Kolektif varlığın korkulu rüyalardan rüya gibi korkulara eriştiği şu dönemde, asla inkâr edilemeyen o temel çelişkiyi, emek-sermaye çelişkisini kristalize eden şey şu sonu gelmeyen şiddetin ta kendisi değil midir?

Eşitsizliğin kutsandığı kapitalist dünya düzeninde, ezme-ezilme biçimlerinin pek çoğu “normal” addedilir kuşkusuz.

Üstyapının işlevi genellikle tüm bu eşitsiz ilişkileri gize bulamaya yahut siyasi-iktisadi bağlamından azade gibi göstererek kendilerini oluşturan nedenlerden ayrıksı tutmaya yöneliktir. Toplumsal cinsiyet kimliklerinden tutun da etnik ayrımcılıklara kadar varan o geniş silsilede oluşan yekûn insanlık dışılık, üstyapının kimileyin katları sislerle kaplı ideolojik-kültürel uğraklarında meşrulaşır, kimileyin de kâğıtları örtünen hukuki-siyasal uğraklarında legalleşir. Ancak emekçi sınıfa yönelik “aşikâr tahakküm” tüm bunların içinde kapitalizmin kendini kurduğu temel çelişkiye tekabül etmesi bakımından özel bir öneme sahiptir ve bu nedenle de her türden sömürü ilişkisinin kökeninde yer almaya devam ediyor.

Son dönemlerde TÜSİAD başta olmak üzere belirli sermaye gruplarının OHAL uygulamaları konusundaki endişelerini dile getirmesi üzerine yabancı yatırımcılarla buluşmasında konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, OHAL’i yine grev yasaklarıyla savunarak işçi düşmanlığına sığındı. AB ile yaşanan gerilimlerden, Batılı emperyalist entegrasyon ile ilişkilerin bozulmasından ve finansal dalgalanmalardan rahatsız olan iş adamları grubuna ısrarla söylediği şey şuydu; “Korkmayın, OHAL emekçiler için var, sermaye için değil!”

Bugünlerde toplumdan tamamen kopmuş müstakil bir siyasetin hışmıyla yarattığı pek çok insan hakları ihlalinin, şiddetin, savaşın ve usulsüzlüklerin arasına gizlenen, OHAL döneminde korku salarak gerçekleştirilen iktisadi düzenlemelerin, OHAL’in sermayeye vaatlerinin ve emekçilere yönelik tehditlerinin ne olduğu -Erdoğan’ın sermayedarlara söylediği üzere- gözden kaçırılmamalıdır. Mamafih OHAL, devletin klasik işleyişiyle üstesinden gelemediği durumlara hâkim olması için kullanılan bir hükmetme biçimidir.

Şöyle ki, kapitalist ekonomik sistem sadece üretim sisteminde karşımıza çıkan bir işçi-işveren ilişkisi olmayıp, aynı zamanda toplumsal-ekonomik bir sistemdir ve böyle olduğu ölçüde, bu ekonomik sistem, “liberal demokrasi”, “devlet kapitalizmi”, “faşizm” gibi siyasal rejimler içerisinde işleyebilir ve işleyecektir. Dolayısıyla liberal demokrasi, kapitalist ilişkilerin sürdürülebilmesi açısından tek ve kaçınılmaz siyasal yönetim biçimi değildir. Siyasal rejimler, kapitalist sistem içerisinde egemen burjuva sınıflarının ekonomik/siyasal/ideolojik ihtiyaçlarına ve sınıf mücadelesinin seyrine göre ortaya çıkarlar, yani onların ihtiyaçlarına göre ya liberal, ya devletçi, ya faşist ya da başka türden siyasal rejimler oluşurlar. İşte bu bağlamda ülkemizdeki OHAL yönetiminin de şu ya da bu biçimde sermaye sınıfının müşterek çıkarlarına denk düştüğü görülecektir. Bir de tabi, kapitalist bir ekonomik sistem altında devletin şu ya da bu biçimde piyasaya/ekonomik yaşama hiçbir biçimde müdahale etmediği tek bir kapitalist ülke olmadığı, kapitalizmin devlet işin içine karışmadan kendi kendisini düzenleyemeyeceği de düşünülürse, devletin işin içine karışmasının, kapitalizme karşı yapılan bir şey değil, tersine, bizzat kapitalistlerin/burjuva sınıfının çıkarları nedeniyle olduğu apaçık biçimde ortaya çıkar. Nitekim, devletin piyasaya/ekonomiye müdahalesini geniş halk kitlelerinden çok sermaye sınıfı istemektedir; 1980’li yıllardan bu yana “serbest piyasa” şampiyonluğu yapan liberaller, kriz koşullarında hükümetlerin piyasaya müdahale etmesine, devletleştirme atağını gerçekleştirmesine alkış tutmaktadır, özellikle de 2008 krizinden beri.

Hal böyle iken, her kim AKP’nin otoriter rejimi altında, sırf liberal demokrasi ortadan kaldırılıyor diye, gerek ulusal gerekse uluslararası sermayenin yatırıma yönelmeyeceğini, ülkeden kaçacağını düşünüyorsa, kel bir adamın eczacıdan istediğinin kıl dökme ilacı olamayacağını anlayamayacak derecede büyük bir yanılgı içindedir. Sermaye sınıfının farklı fraksiyonlarından hiçbirinin ülkede demokrasi olup olmadığına ilişkin bir endişesi yoktur, olsa olsa kârlılık endişeleri olur.

Eğer kâr ve sermaye birikimi, daha otoriter, daha faşist bir siyasal rejim altında elde edilecekse, hiçbir sermaye sahibi buna cepheden itiraz etmeyecektir. Bugünkü yaşadığımız otoriter rejim de burjuva sınıfının ihtiyaçları çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Özetle, TÜSİAD birazcık rahatsız görünüyor diye OHAL’in kaldırılacağını sananlar yanılırlar, medet burjuvada değildir!

Bu söylediklerimizi, topluma bir sözü olan sosyalistleri resmen işsiz bırakan ve grevleri engellemesiyle övünerek devlet ile kapitalist ekonomik sistem arasındaki ilişkiyi çok iyi anlatan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, çok daha önceki şu sözleriyle zaten kanıtlamamış mıdır?

“OHAL’i biz iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz. Soruyorum: İş dünyasında herhangi bir sıkıntınız, aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde Türkiye’de OHAL vardı, ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Ama şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ederek anında müdahale ediyoruz. Çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız. Bunun için kullanıyoruz biz OHAL’i.”

Grevlerin ertelendiği, işçi ve emekçilerin ve onların örgütlerinin seslerinin kısıldığı, ücret taleplerinin ve her türlü ekonomik mücadelesinin baskılandığı bir yerde burjuvazi neden yatırımdan kaçınsın ki? Buna rağmen kaçınıyorsa, altında başka bir şey aramak daha doğru olacaktır.

Son tahlilde, oyunu bozabilecek potansiyel, yine “siyasetin manivelasında”, yalnızca işçi sınıfında bulunabilir. Zira emekçi reaksiyonu keskinleşirse konjonktür tanımaz, OHAL tanımaz, işçilerin defalarca ispatladığı üzere korku tanımaz! Bu yüzden özgürlüğü aramaya emekten başlamak gerekir. Hak mücadelesi veren tüm oluşumların emekle ortaklaşarak OHAL’e direnmeye devam etmesi tam da bu nedenle bir zorunluluktur. Aksi her durumda hâkim sınıf, emeğin örgütsüzlüğünü kendi lehine çevirecektir.