Okulun bir mücadele alanı olduğunu kavramak ve gereğini yapmak gerekiyor. Bu mücadele alanını, sözde değil, fiili anlamda; sınıfsal ve toplumsal düzeydeki mücadelenin ayrılmaz parçası kılmalı. Bunun dışındaki çabalar entelektüel çeşnidir

Okul mücadele alanıdır

Hazırlayan: SERBAY MANSUROĞLU

Atalay Girgin*

Sorun doğru kavranmadığı ya da sorular yanlış sorulduğu sürece ne yanıtlar doğru olur ne de ileri sürülen çözüm önerileri… Buradan hareketle, birkaç tespiti kısaca sıralamak gerek: Kapitalizmin değişen gerçekliği içinde, onun siyasal ve yasal bilinç sınırlarını aşmayan eğitim arayışları, anlayışları ve yöntemleri çözüm değildir. Keza tekil alanlar düzeyinde (örneğin, yerel yönetim, eğitim, ekonomi, vd. alanlarda) dile getirilen ve kısmen uygulama aşamasına taşınan, taşınmak istenen girişimler de sonuçsuz kalmaya mahkumdur. En iyi ihtimalle bu arayış ve girişimler kısa süreli parlayıp sönen deneyimler olmaktan öte geçemez. Aksine bu tür yaklaşımlar, kapitalist sömürü ve tahakküm düzenine muhalif (devrimci, sosyalist, komünist, vd.) kesimlerin sorunun yanıtını, belki de çaresizlik içinde, yanlış yerlerde aramasının bir ifadesidir. Çünkü sorun, yalnızca lafzi ve kitabi boyutta değil, kelimenin neliği ve gerçekliği anlamında kapitalizme karşı top yekûn bir sınıfsal ve toplumsal mücadele sorunudur.

Genel olarak eğitim ve özel olarak okul ise söz konusu mücadelenin tekil alanlarından yalnızca birisidir. Sınıfsal ve toplumsal düzeydeki bir mücadeleyle kuşatılıp beslenmediği sürece etkisi cılız ve geçici olmaktan öte gidemeyecek, bir alan…
Bu alanlarda devletin düzenlemesi, kontrolü altında yapılan genel sistematik, ‘kamusal’ eğitimin dışına çıkma iddiasıyla açılan, alternatif eğitim anlayışının ve yöntemlerinin uygulanmaya çalışıldığı, adına ‘alternatif okul’ denilen özel kurumlar ise yalnızca entelektüel bir çeşnidir. Bu tür çabalar, eğitim alanındaki mevcut durumdan rahatsızlık duyarak arayışa giren ama kapitalizm gerçekliğini ve ona karşı mücadelenin bütünselliğini kavrayamayan, kavrasa da çözüm adresleri yanlış olan gelir düzeyi yüksek bazı kesimlerin, çocukları üzerinden yaşamaya çalıştıkları entelektüel bir düş, entelektüel bir tatmindir. Bir nevi, bataklığın ortasında steril alanlar yaratma çabası…

Oysa kapitalizm bataklığında steril ve yalıtılmış alanlar yaratılabileceği düşüncesi bir yanılsamadan ibarettir. Hele hele düzenin siyasal ve yasal icazet sınırlarına yaslanarak, onun izni ve denetimine dayanarak bunun olabileceğini düşünmek abesle iştigal eylemektir. Çünkü söz konusu kabulden hareketle kapitalizm içinde kapitalizm, hiçbir alternatif eğitim anlayışı, alternatif eğitim yöntemi ve alternatif okulla aşılamaz. Ne denli radikal, ne denli ekstrem olduğu düşünülürse düşünülsün, her eğitim anlayışı ve yöntemi, (adına ister politeknik eğitim denilsin, ister özgür eğitim, isterse Montessori yöntemi ya da başka bir şey), üzerinde var olduğu kurulu düzene şu ve ya bu düzeyde eklemlenen bireyler yetiştirir; hatta farklı bir düzlemde onu üretir.

En iyi ihtimalle başaracağı şudur: Var olan düzenin eğitim kuruluşlarından yetişen bireylere göre daha farklı düşünebilen, sorunlara çok yönlü ve çok boyutlu bakıp çözüm önerileri getirebilen bireyler yetiştirmek. Daha ötesi değil. Elbette “Verili koşullarda bu da bir şeydir” diyenlere şimdilik tek bir sözüm var: Unutmayın ki devletin yasal ve siyasal denetimi ve icazet sınırları içindeki eğitim, her koşulda onun tarafından belirlenen, siyasal ideolojik, kültürel ve ekonomik işlevlerle donatılmıştır. O halde yapılması gereken nedir? Elbette herkes adına söz söyleyemem. Ancak bana göre asıl yapılması gereken, kapitalizme, onun egemen sınıf(lar)ına ve onların her soydan ve boydan siyasal ideolojik temsilcilerine karşı bütünsel bir mücadele gerekir. Bu mücadele sınıfsal ve toplumsal düzeyde tekil alanlara sıkıştırılamaz. Sorunların çözümü tekil alanlarda adına alternatif denen öneri ve uygulamalarla gerçekleştirilemez. Çünkü toplumsal düzeyde kuşatılıp desteklenmediği, onun tarafından beslenmediği sürece tekil alanlarda, konumuz açısından genel olarak eğitimde ve özel olarak okullarda öğretmen ve öğrenci sistemin işleyişi içerisinde değişip dönüşmek ya da çaresizlik içerisinde sinmek, hatta teslim olmak durumundadır. Çünkü bir mücadele alanı olarak okulun asli işlevlerinden biri, başta öğretmen olmak sistem içerisine aldığı herkesi bazen ödülle bazen de cezayla değiştirip dönüştürmek, kendi istediği biçime sokmaktır. Öğretmen de öğrenci de bilinçli ya da bilinçsizce bu cenderenin içindedir.

Kapitalizm gerçekliğinde ve onun egemen sınıflarının, siyasal temsilcilerinin ve kurumlarının bazen uyum bazen kısmi çatışmalar içinde değişen eğitim politikaları (ister dinsel ağırlıklı olsun, ister bilimsel, demokratik, laik olsun, isterse neoliberal denilsin) öğretmenin asli işlevini değiştirmez. Bu sistem içinde öğretmen, istisnalar dışında, bilinçli ya da bilinçsizce kendisinden isteneni yapan, yapmak zorunda kalan bir işgüderdir. Bir başka deyişle, düşüncesi ve niyeti ne olursa olsun, düzenin duvarındaki tuğla.

Kendisinden istenen ve yerine getirdiği işlev ise her ne kadar öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu bunun farkında değilse de öncelikle siyasal ve ideolojiktir. Öğrencinin karşısına devletten, iktidardan aldığı güçle ve onun temsilcisi olarak çıkar. Ne yazık ki bu hakikat, hangi düzeyde ve hangi branştan olursa olsun, kapitalizmi savunan, var olan düzeni ve iktidarı meşru göreninden, bunlara karşı olduğunu söyleyen tüm öğretmenlere dek geçerlidir. Kendisine atfettiği sıfat ne olursa olsun, okulu, sınıfından koridoruna, bulunduğu toplumsal ortama dek mücadele alanına çeviremeyen her öğretmen şu veya bu düzeyde, düzenin ve iktidarın işgüderi olma işlevini yerine getirir. Asli işlevi yukarıda anlatılanlardan ibaret olan öğretmen, söz konusu sistem içerisinde yerine göre imam da yetiştirir, bir işkenceciye dönüşebilecek ya da sokakta üzerine gaz bombaları yağdırabilecek polis ve asker de yetiştirir. Hatta onu yoksulluğa gark edecek, aşağılayacak yöneticiler de…

Bunda tuhaf ya da yadırganacak bir durum yok. Özellikle de kendi toplumsal ve sınıfsal konumunun bilincinde olmayan, sistemin işgüderine dönüşen ve onun duvarında bir tuğla olan öğretmen her koşulda kendisinden isteneni gönüllü ya da gönülsüz bir biçimde yerine getirir. Bu durum, hem memurlaşan öğretmenin, hem de içerisinde yaşadığı toplumsal gerçekliği, kendi işlevini bütünsel olarak kavrayamayan, siyasal ve ideolojik anlamda bir bilinç yanılsamasıyla savrulan, genellikle bazı özel ilgi alanları dışında kendi branş alanına saplanıp kalmış öğretmenin makûs talihidir.

Sonuç olarak; ne öğretmenin “bilgi aktaran” rolüne fazlaca takılmak ne de alternatif okul ve eğitim arayış, anlayış, yöntem ve söylemlerini fazlaca abartmak gerekir. Aksine yapılması gereken, sistematik eğitimin ve okulun işlevini bilince çıkarıp, öğretmenin sınıfsal ve toplumsal gerçeklik içerisindeki yerini sergileyerek, okulun bir mücadele alanı olduğunu kavramak ve bunun gereğini yapmaktır. Dahası bu mücadele alanını, sözde değil, fiili anlamda sınıfsal ve toplumsal düzeydeki mücadelenin ayrılmaz parçası kılmaktır. Bu gerçekleştirilmediği sürece teorik düzeydeki arayış ve söylemlerin kıymeti harbiyesi yoktur.

Felsefe Öğretmeni; http://atalaygirgin.blogspot.com.tr

***

Waldorf Okulu

Waldorf okulları bir ruh eğitimine, etik bir bilince yönelik atmosfer oluşturmaya çalışan okullar olarak duygusal gelişimi öne çıkarmaktadır. Tinsellik ve bedenin bir sanatsal doğallık içinde birlikte gelişebilecek bir yapı olarak ele alındığı Waldorf okullarında ekolojik yaşam da oldukça önemsenmektedir. Oyun ve öğretim materyalleri olarak ahşap ve bez oyuncakların-araç ve gereçlerin tercih edildiğini de belirtmek gerekir. Bu okulların diğer bir karakteri ise özgür iradeyi geliştirmeye yönelik uygulamaları içeriyor olmasıdır. Waldorf eğitiminin kurucusu Rudolf Steiner (1864-1925), eğitimin üç önemli unsurunu şöyle sıralıyor: sorumluluk bilinci, doğruluk ve hayalgücü. Steiner, çocuğu akıl, kalp ve ruh unsurlarının bütünü olarak ele alıyor ve çocuğu eğitirken bu unsurları beslemek gerektiğini savunuyor. Waldorf eğitimi, bu unsurlaru en tatmin edici şekilde doyurmayı amaçlayan bir içeriğe sahip müfredatlardan oluşuyor.

***

Merkeziyetçilik korkunç bir şey

Porf. Dr. Ali Nesin: Devlet tüm eğitimi elinde tutmak, kontrol etmek istiyor. Müfredatları bile en ince ayrıntısına kadar düzenliyor. Bu korkunç bir şey

Nesin Vakfı bünyesinde bulunan Matematik Köyü’nün başındaki isim Prof. Dr. Ali Nesin, çocuklara verdikleri eğitimi, çabalarını anlattı. Nesin’e göre eğitimin büyük sorunu merkeziyetçilik. Yakın bir zamanda demokratik bir yönetim beklemediği için alternatif eğitim uygulamalarının da yaygınlaşmasının zor olduğunu düşünüyor

»Türkiye’de merkezi eğitime karşı alternatif arayışları son yıllarda çoğaldı. Bu arayışları düşündüğümüzde Nesin Vakfı’nın çocuklara verdiği eğitim nerede duruyor?
Nesin Vakfı daha çok ailenin yerini tutmaya çalışmaktadır. Çocuklarımız normal okullara gitmektedir. Çeşitli konularda özel ders alabilirler, bu dersler okul dersleri olabileceği gibi spor, satranç, piano, şan, yüzme, tiyatro, seramik gibi dersler de olabilir. Amacımız özgür bireyler yaratmak. Çocuklarımıza hiçbir ideoloji ya da inanç aşılamayız. Onları beyinleriyle, vicdanlarıyla ve kalpleriyle yalnız bırakırız.

»Matematik köyü yanında Felsefe köyü çalışmalarınız da var. Sizi bu arayışlara yönelten nedenler nedir?
Toplumda, özellikle kalkınmak üzere olan ülkelerde, doğrudan bir yararı olmadığı için pek rağbet görmeyen konular vardır. Felsefe bunların başında gelir, çünkü geri kalmış ülkelerin vatandaşları felsefenin yararını algılayamazlar, gereksiz bir alan olarak görürler. Sanat da bu kategoriye girer ve teorik olarak kaldığı sürece matematik de. Bu konulara sadece vatandaş değil, devlet de pek önem vermez. Doğrudan bir işe yaramayan bu konuların her işe yaradığını düşünüyorum. Doğrudan hiçbir işe yaramayan uğraşların köylerini kurmak istiyorum.

»Türkiye’de alternatif eğitim çalışmaları yapmanın zorlu tarafları nedir?
Doğrusu ben alternatif eğitim verdiğimi düşünmüyorum. Bizim verdiğimiz eğitim alternatif eğitim filan değil, eğitimin tam da kendisidir. Eğitim böyle yapılmalıdır. Sulandırmadan, yalan söylemeden, çocuğa ve gence saygı duyarak, onunla aynı mekânı paylaşarak, aynı koşullarda yaşayarak. Eğer alternatif eğitimden kastınız, devletin sunduğunun dışında eğitimse, o zaman evet, yüzde yüz alternatifiz! Devlet, kendine göre haklı nedenlerden eğitimin özgürleşmesine karşı. Tüm eğitimi elinde tutmak, kontrol etmek istiyor. Müfredatları bile en ince ayrıntısına kadar düzenliyor. Doğusundan Batısına, zengininden yoksuluna, çalışkanından tembeline, güçlüsünden zayıfına tüm çocuklar aynı eğitimden geçiyorlar. Bu korkunç bir şey. Eğer eğitim sisteminin tek bir yanlışını söylemem istense, eğitimin merkezî olmasıdır derim. Bunca yıldır bunca bakan geldi, bunca sistem, bunca müfredat, bunca eğitim anlayışı denendi, gene de eğitim düzelmedi. Neden? Çünkü eğitimin en büyük belasından, merkeziyetçilikten kurtulamadık. Merkezî her türlü eğitim sistemi kötü olmaya mahkûmdur.
Eğitim büyük bir güçtür. 20-30 milyon genci etkileme şansını tepebilmek için, had safhada demokrat olmak lazım. Türkiye’ye de yakın zamanda böyle biri yönetim gelemeyeceğine göre, Türkiye’de alternatif eğitimin gelişmesi çok zordur.


»Alternatif eğitim yani yaygınlaşamaz mı?
Zor, çok zor. Sivil toplum örgütleri yasaları zorlayarak, gerektiğinde delerek devletten bağımsız alternatif eğitimi toplumun ihtiyacı haline getirmelidir.