'Ölmek istemiyorum, ne olur bu bir rüya olsun!' Nuh Köklü

CEM KERTİŞ

Bir camı, candan daha değerli gören vahşilerin memleketi burası. Topçu Kışlası’nı da canlardan daha değerli, rezidanslar, nükleer santraller, köprüler, avm’leri de canlılardan daha değerli görenlerin memleketi... Hesabını sormamız gerekir Nuh Köklü, sana yapılanın hesabını sormamız gerekir. Biliyorum geri gelmeyeceksin, o güzel mimiklerinle gülümseyemeyeceksin, kulağında kulaklığınla müzik dinleyemeyeceksin. Burgaz Ada’da yüzemeyeceğiz, Latin Amerika’ya gidemeyeceğiz seninle. Romanları, öyküleri, şiirleri sensiz tartışacağız artık. Üzgünüm arkadaşım, çok üzgünüm.

Biliyorsun Nuh, padişahımız başbakanken şöyle buyurmuştu: “Bizim medeniyetimizde bizim millet ve medeniyet ruhumuzda, esnaf sanatkâr gerektiğinde askerdir, alperendir. Gerektiğinde asayişi tehdit eden polistir… O mahallenin adeta ruhudur. Sokağımızın, semtimizin vicdanıdır…” Sokağın vicdanı bu defa da seni vurdu. Aynı vicdan senden önce Ali İsmail’i, Özgecan’ı ve nicelerini katletmişti. O esnaflardan biri elinde palayla asıl kolluk kuvvetlerinin gözü önünde halka saldırmıştı Gezi eylemleri döneminde. Evet biliyorum Nuh, bizim sohbetine doyum olmayan, paran yoksa deftere yazdıklarına kalem çeken, Gezi’de gaz yüzünden nefes alamayan arkadaşlarımızı dükkanına alıp su veren esnaflarımız da var. Biliyorum Nuh, bizim iyi insanlarımız da var. Ama sayımız az. Ve bize savaş açıldı. Bunun farkına varmalıyız artık. Elinde bıçak olanı ikna etmeye çabalamayalım artık, etrafı betona çevirenleri, rüşvetçilere, hırsızlara oy verenleri ikna etmeye çalışmayalım artık. Kendimizi koruyalım. Sen güvenlik paketini protesto etmişsin o gece. Halay çekmişsiniz, sonra da kartopu oynamışsınız çocuklar gibi. Yaptıkların ne hoş ne güzel, ama karşı taraf vahşi, acımasız ve seni, beni yok etmek istiyor.

Padişah gücüne güç katmak için güvenlik yasaları çıkarıyor, esnafa, zanaatkâra bile yanına almak için, sen benim polisimsin, diyerek göz kırpıyor. Bu halkı hiç kimse bu padişah kadar ayırmamıştı. Toplumu böldü ve bölmeye devam ediyor.

Ama tek suçlu padişah değil; onun yandaş medyası, faşist kolluk kuvvetleri ve vicdansız yargısı değil... Biz de suçluyuz Nuh! Bir araya gelemiyoruz. Bir türlü birleşemiyoruz. Gericiliği yok edip, aydınlığı, umudu, barışı ve insanlığı yeşertemiyoruz.

Çok konuştum biliyorum, Nuh. Senin öldürüldüğünü öğrendiğim andan beri seninle konuşuyorum kendi kendime. Yüzün gözlerimin önüne geliyor. Evimden çıkamıyorum, öldürüldüğün yere gelemiyorum.

Çok içtiğimiz bir gece, karşılıklı ağlaşmıştık, hatırladın mı? O an geliyor aklıma. Seninle iki kadeh içemeyeceğimi bilmek, ağlaşamayacağımı, uzun yürüyüşler yapamayacağımı, kitaplardan, kadınlardan konuşamayacağımı bilmek canımı yaktığı için dün geceden beri seninle konuşuyorum, hep.

“Ölmek istemiyorum. Ne olur bu bir rüya olsun,” demişsin son olarak. Sen böyle içli konuşmazdın Nuh. Neşeliydin, hayat doluydun, arkadaşlarını severdin. Ve bir arkadaşını o faşist, o karanlık bıçaktan korumak istediğin için katledildin.

Şimdi durduk yere bizi niye ağlattın. Oysa sen bizi güldürürdün hep.

Hoşça kal canım arkadaşım. Hoşça kal.

Ve ben artık sızlanmak istemiyorum. Seni öldüren, beni öldürmek isteyenlerle savaşmak istiyorum.