Gümüşlük Akademisi’nde sabah yeni bir ölüm haberiyle uyanmanın sarsıntısı ile başlıyorum yazmaya.

Gümüşlük Akademisi’nde sabah yeni bir ölüm haberiyle uyanmanın sarsıntısı ile başlıyorum yazmaya. Bu yaz gelen üçüncü şair ölüm haberi… Nasıl da derinden acıttı Seyhan Erözçelik’in erkenden gidişi. Hulki Aktunç ve Didem Madak’tan sonra bu yazın üçüncü kalp ağrısı. Aklımda hep Gümüşlük Akademisi’nde 1. İlhan Berk Buluşması için Seyhan’la yaptığımız yazışmalar ve telefon görüşmeleri… Çok gelmek istediği halde sağlık nedeniyle gelememesi ve bulunduğu yerden yaptığı sayısız katkı… Bir de Şiiristanbul Festival’inde bir yemek sonrası Salih Ecer ve Emel İrtem’le birlikte gittiğimiz barda uçar gibi dans edişimiz. Yeryüzüne dizeleriyle birlikte anılarını da bırakıp gidiyor şairler. Dün gece kahkahalarımızın çınladığı Meşeli Göl kıyısını hüzün kapladı bugün. Akşama Seyhan’ı, Akademi Amfitiyatrosu’nda şiirler okuyarak uğurlayacağız. Bu biraz da kendimizi avutmak, acımızı biraz yatıştırmak için… İnananlar için ölüm ritüellerinin çok farklı bir anlamı var. Doğru bir veda çok önemli, yasın yaşanıp tamamlanabilmesi için... Kayıplar konusunun bu boyutunu yıllar sonra anladım. Dini ritüeller doğrultusunda ölen bir kişiyi defnetmek inananlar için son derece önemli. 1974’te oğlu kayıp olan bir Kıbrıslı Rum kadının yanıma gelip gözyaşları içinde söylediklerini unutamıyorum. “Ben çok yaşlandım. Ölmeden önce oğlumun bir cenazesi, bir mezarı olsun istiyorum” demişti. Bedenin toprağa karışıp onunla bütünleşmesi, usule göre yapılan dualar ve törenler, bütün bunlar inanan insanların iç huzuru için son derece önemli. Bir anne düşünün; gencecik oğlunun nasıl öldüğünü, şu an kemiklerinin hangi ölüm çukurunda gömülü olduğunu bilmiyor. Ona bir türlü veda edememiş. Ölümden sonra yapılması gerektiğine inandığı görevleri yerine getirememiş. Türkiye’deki Cumartesi Anneleri’nin ölünceye dek sürecek arayışlarının önünde hiçbir güç duramaz. Oğullarının bir mezarı oluncaya kadar direneceklerinden emin olabilirsiniz. Sınıra yürüyen Barış Anneleri’nin fotoğrafı da bu hafta kadınların ölüme karşı duruşlarının bir imgesi olarak içime saplandı. “Doğurun diye hükmeden adam/ ölüme gönderir çocuklarımızı” yazdım not defterime. Bir de şu dizeleri: “Sen ne biçim anavatansın?/ sağ olasın diye/ çocuklarını öldürtüyorsun”

İki türlü insan var dünyada. Kimileri hayatı korumaya, ölüme karşı durmaya çalışıyor; kimileri ise başkalarının ölümünü örgütlüyor bir biçimde.

Arka arkaya ölümlerle dolu bir yıl oldu bu yıl… İnsan bir biçimde avuntusunu yaratmaya çalışıyor ölüm karşısında. Ölüm biraz da hayatta kalınan her günün ne kadar paha biçilmez olduğunu anımsatıyor. Her ölüp giden “Yaşama sımsıkı tutunun. Onu ertelemeyin” mesajını veriyor sanki bize. Yaşamak, ölüme karşı sürdürdüğümüz bir direnişten başka bir şey değil düşününce. Ölmemek için yemek yiyoruz, direniyoruz, kendimizi kazalardan korumaya çalışıyoruz. Ölümle yaşam hep el ele. “Ölüm de canlıdır” demişti Latife Tekin. Sevdiğimiz ölüler bir biçimde bizimle birlikte yaşıyorlar dünyada. Bellek ülkesinde, sözcükleri ve dokunuşlarıyla…

Şairler, ölürken yaşasalardı söyleyebilecekleri dizeleri de alıp gidiyorlar. Şair ölümleri başka ölümlere benzemiyor. Çünkü onlar ölüme karşı sözcüklerle direnip onu sihirli kılarak hafifletenler. Ölümün karşısına dikilmiş Don Kişot’lar.

Seyhan’ın ölüm şokunun ardından 3. İlhan Berk Buluşması için hazırlanmaya başladık. Bu yıl “Gençlerin İlhan Berk’i” teması ile genç sanatçıları ağırlayacak Gümüşlük Akademisi. Her yıl İlhan Berk için hazırlanırken onun aslında ölmemiş olduğu duygusuna kapılıyoruz. Şairler ölseler de ölmemiş gibi oluyorlar çünkü. Yaşarken ölümle kurmuş oldukları farklı ilişkiyle ilgili belki de bu… Dizeleriyle ölüme,  kendi ölümlerine bir biçimde hazırlamış oluyorlar bizi… “Kuşların doğum gününde olacağım” demişti İlhan Berk. Ben onu hep kuşlar arasında sonsuzluğa doğru uçarken hayal ediyorum şimdi. Fikret Demirağ ise Kıbrıs sahillerinde denizi seyreden bir zeytin ağacı belki artık.

Ölümün faşist bir tehdit gibi çevremde dolandığı günlerde ruhumu hafifletmek için yazmış olmalıyım aşağıdaki dizeleri:

Ölürsem o yasak bahçeye gömülmek isterim
sınırın ötesinde
Ölürsem
ölmemiş gibi yaparım
sen üzülmeyesin diye.