‘İsimler Evi’nde yazar Colm Toibin, pek çok Yunan tragedyasına konu olmuş Atreus Evi lanetini yeniden, kendine has bir üslupla anlatıyor. Toibin, kahramanlarının yaşamından dokunaklı sahneleri, her birine aynı hassasiyetle yaklaşarak, tüm çıplaklığıyla resmediyor.

Ölümün kokusunun sindiği odalar

ELİF NİHAN AKBAŞ

“Ölümün kokusuyla tanıştım” cümlesiyle başlıyor Colm Toibin, kanın, ölümün ve cinayetin hüküm sürdüğü lanetli ailenin hikâyesini (yeniden) anlatmaya. “Çok şey sessizce çekip gitti, ama ölümün kokusu saplanıp kaldı. (...) Yemek açlığımızı perçinlemekten, dişlerimizi keskinleştirmekten başka bir şey yapmıyor. Et daha fazla et, ölüm daha fazla ölüm için iştahımızı kabartıyor.”

Bazı yazarlar ezelden beri var olan hikâyeleri ele alır ve bu anlatılara, kendilerine has bir vizyon katarlar, çünkü bunu yapabilecek yetenekte olduklarının farkındadırlar. Everest Yayınları’nın Büşra Ağaç çevirisiyle yayınladığı ‘İsimler Evi’nde de yazar Colm Toibin, pek çok Yunan tragedyasına konu olmuş Atreus Evi lanetini yeniden, kendine has bir üslupla anlatıyor.

Toibin, Agamemnon’un rüzgârın istediği yönde esmesi için kızı Iphigeneia’yı tanrılara kurban etmesiyle başlatıyor hikâyeyi ve Agamemnon’un karısı Klytaimestra, küçük kızı Elektra ve oğlu Orestos’un bakış açılarından kaleme aldığı dört bölümde efsanenin ruhunu başarıyla koruduğu ve aradaki boşlukları ustalıkla doldurduğu yarı epik, yarı lirik bir anlatı kaleme alıyor. Kahramanlarının yaşamından dokunaklı sahneleri, her birine aynı hassasiyetle yaklaşarak, tüm çıplaklığıyla resmediyor. Yazarın Klytaimestra ve Elektra’nın bölümlerini karakterlerin kendi anlatımıyla aktarmayı tercih ederken Orestos’un bölümlerini üçüncü ağızdan anlatma tercihi başlarda ilginç gelse de son bölümlere gelindiğinde yazarın yaptığı bu teknik seçimin, karakterin içinde bulunduğu duygu durumunu pekiştirdiğini, Orestos’un yalnızlaşmasının altını çizdiğini fark ediyoruz.

Tanrıların gücünün zayıflamaya başladığı bir döneme odaklanıyor yazar. Elektra’nın deyimiyle, “İlginç zamanlardan geçiyoruz. Tanrıların solup gittiği bir zamandan. Bazılarımız onları hâlâ görse de göremediğimiz vakitler de oluyor. Güçleri zayıflıyor, sönüyor. Farklı bir dünya olacak yakında burası. Gün ışığının hükmettiği bir yer olacak. Yakında, içinde yaşamaya değmeyecek bir dünya olacak.” Tanrıların gücü zayıflamaya başladıkça da doğan boşluğu insanın hırslarının doldurduğunu görüyoruz.

Yazar, üç ayrı karakterin açısından anlattığı bölümlerde farklı anlatım teknikleri kullanıyor. Klytaimestra’nın bölümleri, kızının vahşice kurban edilişine tanık olmuş ve farkında olmadan kızını bu törene kendi elleriyle teslim etmiş bir annenin saf öfkesini ve intikam hırsını güçlü bir biçimde yansıtırken Elektra’nın bölümleri de kendine has bir güce sahip. Elektra gibi anlatı da daha temkinli ve kimi kısımları bilinçli olarak karanlıkta bırakıyor. Metnin daha geniş bir kısmını oluşturan Orestas’ın bölümleriyse bu iki hırslı kadına oranla ‘güçlü duygular’dan yoksun ve karakterin anlatının sonunda etkisizleştirilmesinin de altını çizecek şekilde daha güçsüz. Hikâye ve karakterler eski olabilir, ancak Colm Toibin’in resmettiği duygular, bugünkü kadar taze. Yas, korku, acı, öfke, hırs, pişmanlık, tedirginlik, aşk, sevgi ve kardeşlik gibi duygular anlatı boyunca tüm canlılığıyla okurun gözleri önüne serilirken, hemen bütün karakterlerle empati kurmak da mümkün oluyor, zira yazar hepsine -mitin ruhunu zedelemeden- insani bir boyut katma konusunda oldukça başarılı bir iş çıkarmış. Atreus Laneti’nin Agamemnon ve ailesine sıçramış kısmını safi bir vahşet anlatısı olarak ele almayan, karakterlerin yaşadıkları travmatik olaylar ve bu olayların onlarda uyandırdığı duygularla yoğurarak daha katmanlı, canlı bir boyut katan Colm Toibin, okuruna paket bir görüş sunmaktan da kaçınarak onu kendi tercihini yapmak üzere düşünceleriyle baş başa bırakıyor.