Laiklik, kadınların var olma, kendi bedenine, hayatına, çocuklarına sahip çıkma meselesidir. Bu bağlamda, evet; laiklik kadın hareketinin ve kadın özgürlüğünün kırmızı çizgisidir, vazgeçilmesi mümkün olmayan asla geri dönülemeyecek tek noktadır

‘Önce kadınlar ve çocuklar!’

DEFNE BÜLBÜL, Yargıç

Türkiye’de kadın olmak, bir gece yarısı ıssız karanlık bir yolda yürümek zorunda olmak ve her köşe başında tacize uğramak gibi bir şey. İktidarını, kadın bedeni üzerinden kuran, dinci hegemonyasını kadın bedeni üzerinden dayatmaya çalışan; her meşruiyet sorunu yaşadığında kadın üzerinden dini motifli mutlaka ucu kadının özgürlüğüne değen yeni bir argümanla karşımıza çıkıp bununla yitirdiği toplumsal meşruiyetini din üzerinden toplumu kutuplaştırarak yeniden kazanan bir siyasi iktidarla karşı karşıyayız.

Müftülere nikâh kıyma imkanı veren yasa tasarısı, AKP ve MHP oylarıyla oy çokluğuyla meclisten geçerek yasalaştı. Birilerinin bu yönde talebi varmış gibi, “toplumsal talep” yalanları söylenerek; özgürlükçü bir ülkede yaşarmışız, sözgelimi eşcinsellerin evlenmeleri yasalmış gibi; ya da başka dini gruplara sözgelimi papazlara, hahamlara da aynı yetki verilmiş gibi; “Ne var ki bunda isteyen müftü önünde isteyen belediyede…” diyerek; bir süre sonra bu toplumsal baskı aracı olmayacakmış gibi, ya da toplum bunun üzerinden kutuplaştırılmayacakmış gibi; ya da bu kadına karşı şiddet yasası kadar yaşamsalmış gibi tek merkezden gelip yine dayatılarak; buna dair bir gün bile “niye müftü önünde evlenmiyoruz?” diyen varmış gibi geçti.

Çünkü Erdoğan’ın dediği gibi, “istesek de istemesek de ...” Bu, uzun bir süredir rıza mekanizmalarının devre dışı kaldığı, yerini zor aygıtlarına bıraktığını bize anlatan en yalın ifade... Kadınların nasıl doğum yapmaları gerektiğinden tutun da, kaç çocuk yapmaları, ne zaman evlenmeleri gerektiğine, sokakta gülüp gülemeyeceğine, kız çocuklarının rızalarının olup olmadığına karar veren, ne giyip ne giyemeyeceklerine tek başına karar veren; bunu din adamları eliyle topluma dikte etmeye çalışan aynı iradenin gölgesidir. Kadınlara ne istedikleri yine sorulmamaktadır. Kadın iktidarın yalnızca nesnesidir. Kadına söz hakkı verilmemiştir.

Siyasal iktidar, kadınlar ve çocukları kendi dinselleşme projesinin, kendi hegemonyasını dayatmanın bir nesnesi olarak görmektedir. Kız çocuklarını tecavüzcüleriyle evlendirme projesinden, kürtajla ilgili ajandasındaki çabalardan tutun da; küçüğün rızası kavramına, Ensar’dan, çocuk gelinler meselesine kadar siyasal iktidar kendi ideolojik hegemonyasını kadınların ve çocukların bedenleri üzerinden inşa etmeye, dayatmaya çalışmaktadır.

Pozitif hukuk ve müftülük yasası

Müftülük yasası da tam da söz ettiğimiz kadın üzerinden kendi ideolojisini dayatmanın yeni aracıdır. Müftülük yasası, pozitif hukuk açısından bakıldığında; çocuk yaşta evliliklerin önünü bir şekilde açmaya muktedir bu uygulama, bir şekilde bize siyasal iktidarın tek tip muhafazakâr yaşam biçimini dayatacağı gibi; nikâh ve bunun devamı toplumsal ritüellerin de başka bir şeye dönüşeceğini aslında işaret ediyor. Kız çocuklarının denetimsiz imam nikâhlarını da meşrulaştırıcı bir işlev de görecektir.

Müftülere nikâh kıyma yetkisi verilen yasayla, 1982 Anayasası’nın 174.maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesini güvenceye alan devrim yasalarıyla birlikte Medeni Yasa’daki “evlenme akdinin kadına resmi memur önünde yapılacağına dair” hüküm anayasaya aykırı olarak şekilde tırpanlanmaktadır. Laiklik ilkesi adı altında kurucu iradenin, bu madde başlığında evlenme akdinin resmi memur önünde yapılacağı hükmüne yer vermesi, laiklik ilkesi bağlamında buna özel bir önem atfettiğini göstermektedir. Resmi memur önünde nikâh, kadının çocukları üzerindeki haklara, boşanma hakkına, miras hakkına sahip olmasının güvencesidir. Sembolik anlamda, evlilik kurumundan dini süje çıkartılmış, farklı dinlere mensup yurttaşların aynı, eşit şartlarda, seküler bir yapı içinde evlilik birliğini kurması amaçlanmıştır.

Tarihsel sürece bakıldığında; 1917 Aile Kararnamesi, 1923 Cumhuriyet’in ilanı ve 1924 laikliğin kabul edilmesi ve akabinde 1926 tarihli Medeni Yasa ile birlikte kadının kimlik olarak tanınması, kadının özgürleşmesi erkekle yasal anlamda eşit haklara sahip yurttaş olma haklarına sahip olması , resmi nikâhla çocukların velayeti üzerinde söz sahibi olma, boşanma hakkı, miras hakkı, tek eşlilik, evlilikte kadının rızası ve boşanmadan sonra evliliğin sona ermesi ile birlikte birtakım haklarına sahip olabilmiştir. Yani kadının birey olarak yasal anlamda -kağıt üzerinde- eşit haklara sahip yurttaş olması, ancak ve ancak devletin sekülerleşmesi ve dine dayalı çok hukukluluğun sona ermesiyle birlikte mümkün olabilmiştir.

Dolayısıyla kadının kendi yazgısına, bedenine, emeğine sahip çıkma serüvenini sekülerleşme, aydınlanma süreciyle eş zamanlıdır. Laiklik, meselesi işte tam da bu yüzden kadınların var olma, kendi bedenine, hayatına, çocuklarına sahip çıkma meselesidir. Bu bağlamda, evet; laiklik kadın hareketinin ve kadın özgürlüğünün kırmızı çizgisidir, vazgeçilmesi mümkün olmayan asla geri dönülemeyecek tek noktadır. Öte yandan; kadının özgürleşmesi, devletin ve toplum yapısındaki dinin hakimiyetini de kırarak bağımsız, özgür, açık, farklı yaşam tarzlarının mümkün olabildiği bir yaşam tecrübesini de sağlamıştır. Bu yüzden kadın hareketi, yalnızca kadınların meselesi değildir beyler...Dolayısıyla mevcut siyasi iktidarın dinselleşme politikaları, seküler alandan uzaklaşan her girişim, kadının özgürlüğüne açık bir tehdit içermektedir.

Bu bağlamda siyasi iktidarın da kendi hegemonyasını dayatmada nesne olarak seçtiği kadının özgürlüğü, bedeni üzerindeki projeler elbette tesadüf değil. Sekülerleşme, kadının özgürlüğüdür. Dolayısıyla bize her gün yeni yeni dinselleşme projeleriyle; müftü nikâhı, imam hatipleri, zorunlu din dersleri, sıbyan mektepleri, kız çocuklarının başlarını örtmeleri ile dayatılan hegemonya, kadının bizatihi özgürlüğünü ve güvencesini hedef almaktadır. Bu anlamda sembolik olarak dahi her gün yeni yeni dinsel projelerle karşımıza çıkan iktidarın törpülediği kağıt üzerindeki laik devlet yapısı değil, kadının özgürlüğünün güvencesidir. Laiklik ve aydınlanma, kadının kendi yazgısına sahip çıkma irade ve güvencesi dolayısıyla kadının var olma mücadelesinin ta kendisidir.

Dinin rolü

Açık hiç tartışmadan ifade edilmesi gereken şudur; kadınlar ve çocukların bedeni, sizin ideolojik savaş alanınız değildir. Kadınlar ve çocuklar sizin ideolojinizin kendi “ideal” insanlarını yaratması için test alanı değildir. Bizim çocuklarımız sizin “proje”leriniz değildir. İdeolojik savaşınızı, dayatmalarınızı, bu ülkenin şiddete uğrayan kadınları tecavüze uğrayan çocukları üzerinden devam ettiremezsiniz. Tecavüzcüleriyle evlendirmeye kalktığınız, dört yaşında henüz soyut düşünme yetisi kazanmamışken din eğitimini dayattığınız sıbyan mekteplerinden, imam hatiplerinize, kız ve erkek çocuklarının ayrı eğitim görmesine ses çıkarmadığınız eğitim sistemlerinize; dayattığınız siyasal ajandanızın kobayları olarak gördüğünüz çocuklarımız ve genç kızlarımız; bizim, bu ülkenin geleceğidir.

Çünkü erkek egemen iktidarı tekrar ve tekrar üreten, kadına hükmetmesini sağlayan en önemli rıza mekanizmalarından biri hiç kuşkusuz ki din. Dini kodlarla sabretme, kader, uysal kadın kodlarıyla; yaşadığımız şiddeti kabullenmeyi, özgürlük alanlarımızdan, emeğimizden vazgeçmeyi, kadın varlığını hiçe sayan bir yaşamı dikte ediyor ve bunu rıza mekanizması içerisinde koşulsuz kabullenmeyi dayatıyor. Siyasi iktidar da tam da bunu kadına dikte ediyor; üniversite öğrencesi kadınlara “nasibi çıktığında hemen evlenmeyi”, en az üç çocuk yapmalarını, muhafazakâr bir yaşam biçimini dikte eden anlayış aynı siyasal ve dini kökenden besleniyor.

Özgürleşen kadın ise ikna edemedikleridir. Kadın hareketi, bu yüzden bu ülkede laiklik mücadelesinin de en keskin barikatı. Bu yüzden yalnızca kadının meselesi değildir, tüm toplumun meselesidir, birlikte özgür, insanca kendi hayat tarzımızı yaşamamızın güvencesidir. Şimdilerde parklarda, sokaklarda, “Yaşam tarzıma karışma” ve “Müftülük yasasını istemiyoruz “ diyen kadınlar, aslında bütün bir toplumun özgürlüğü ve laik yaşam tarzı için mücadele etmekte ve laiklik mücadelesinin de en sert savunma hattı olmanın yükünü omuzlamaktadır. Bu toprakların da o güçlü kadınlara her zamankinden daha çok ihtiyacı var.