Tarihte belli dönüm noktaları vardır. Bir güç, erişebileceği en zirve noktaya erişir ve bu zirve nokta aynı zamanda onun düşüşünün de başlangıcı olur.

GÜN ZİLELİ

Tarihte belli dönüm noktaları vardır. Bir güç, erişebileceği en zirve noktaya erişir ve bu zirve nokta aynı zamanda onun düşüşünün de başlangıcı olur. Örneğin Bolşevik Partisi’nin Ekim 1917’de iktidarı eline geçirmesinin, onun düşüşünün başlangıcı olduğu düşünülebilir. Hitler’in Sovyetler Birliği’ni işgale giriştiği 1940 yılı, hem II. Dünya Savaşı’nın dönüm noktası, hem de bir dünya gücü olarak zirveye ulaşan Nazizmin düşüşünün başlangıcıydı.
İşte eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasını da böyle tarihi bir dönüm noktası olarak görmek gerekir kanımca. Bu tarih, İlker Başbuğ’un önemli bir şahsiyet olması bakımından değil, AKP’nin bir iktidar gücü olarak zirveye ulaşması açısından bir dönüm noktasıdır. İlker Başbuğ’un tutuklanması, AKP iktidarının, on yıllık mücadele sonucunda devleti tamamen ele geçirdiğinin ilanıdır. Polis, yargı ve ordu, yani kısacası devlet, AKP’nin eline geçmiş bulunmaktadır. AKP gücünün zirvesine erişmiştir. Bundan sonra düşüş başlayacaktır.

DÖRT MUHALİF ODAK
AKP’nin karşısındaki güçleri gözden geçirdiğimiz zaman dört muhalif odak ya da oluşum tespit edebiliriz: Birincisi, CHP’nin merkezinde yer aldığı ulusalcı odak; ikincisi, eski Dev-Yol’cuların ve yeni TKP’nin merkezinde yer aldığı, irili ufaklı sol grupları barındıran solcu odak; üçüncüsü, BDP’nin merkezinde yer aldığı Kürt muhalefet odağı; dördüncüsü ise, düşünsel gücü bakımından etkili olmakla birlikte fiili gücü bakımından çok zayıf olan (bir kısım anarşistin, Troçkistin ve devrimci Marksistin oluşturduğu) toplumsal-devrimci oluşum (odak bile diyemiyorum).
Bunların dışında iki güç daha bulunmaktadır. Bunlar, Taraf gazetesinin çevresindeki liberal oluşum ve MHP’dir.
Taraf  gazetesi ve liberal solcular şu anda iktidar blokundan kopma sürecindedirler. Özellikle KCK tutuklamaları ve son Uludere katliamı bu süreci oldukça hızlandırmıştır. Bir anlamda bir şaşkınlık içinde oldukları da söylenebilir. AKP’nin devleti ele geçirmesi mücadelesi sırasında AKP’ye tam destek verdiler ama bizzat AKP devletleşip devlet sinyallari verince büyük bir kargaşalık içine düştüler. Ahmet Altan, AKP’nin de devlet tarafından zehirlendiğini yazdı. Evet ama zaten AKP’nin tüm isteği bu zehri yutmak ve bizzat devlet haline gelmek değil miydi? Şu anda liberal cenah tam bir çalkalanma içinde. Örneğin Oral Çalışlar, Cengiz Çandar gibi yazarlar, süreç böyle devam ederse (ki eder) AKP’nin değil, muhalefetin yanında yer alacaklarını ilan etmiş bulunuyorlar. AKP ile daha köklü siyasi ve ekonomik angajmanları olan Taraf çevresi ise “maçın son dakikalarında” durumu lehine çevirebilmek ve AKP’nin devlet tutumu almaması için AKP kalesine son akınlarını ve kontrataklarını yapmaktadır. Hatta bugünkü nüshasında, Kurtuluş Tayiz aracılığıyla, Başbakan Tayyip Erdoğan’a, Kürtlerin desteğiyle cumhurbaşkanlığı “yemi” bile uzatmış. Evet ama Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olunca ne olacak ki? AKP’nin “devlet zehrini” içmesi süreci tersine mi dönecek? Tam tersine.

Her neyse. Çok kısa zamanda durum berraklaşacaktır. Taraf, ya AKP’nin devletleştiğini net bir şekilde görüp muhalefet saflarına geçecek ya da Başbakan’dan azar işite işite, “hem ağlarım hem giderim” diyerek Emre Uslu’ların yolundan gidecektir.

MHP ise, güçlü devletçi güdüleri olan bir partidir. Uludere katliamının arkasında durarak devletçiliğinin tavan yapmasından çekinmeyeceğini göstermiştir. MHP’nin AKP’ye muhalefeti, aslında devleti AKP’ye kaptırma korkusundan gelmektedir. Ama bugünkü durumda artık bu muhalefetin de fazla bir anlamı kalmamıştır. Çünkü AKP tamamen devlet partisi haline gelmiştir. O zaman MHP için iki yol kalıyor: Ya 1970’lerde oynadığı role geri dönecek, devletin (dolayısıyla AKP’nin) saldırgan bekçisi rolünü oynayacak, yani AKP-Devlet’in paramiliter gücü olacak ya da devletleştiği için ister istemez merkez-sağdaki rolünden bir ölçüde uzaklaşacak olan AKP’nin merkez-sağ’da bıraktığı boşluğa yerleşmeye çalışacaktır. Bunu da zaman içinde göreceğiz.

İŞLERİ ESAS BUNDAN SONRA ZOR
AKP’nin karşısında yer alan muhalif güçlerden ulusalcılar, bundan sonraki süreçte, kaybettikleri devleti yeniden ele geçirme gibi umutsuz bir mücadeleye girecekler. Devletle AKP’nin aynı şey olduğunu idrak ederlerse bir ihtimal devletçi söylemlerinden uzaklaşıp halka yaklaşabilirler (İP açısından biraz zor gibi görünüyor ama en azından CHP açısından mümkün bu).

Sol muhalefet, AKP’nin devletleşmesi süreci içinde kaybettiği demokratik hakları ve özgürlükleri kazanmak ya da yeni mevziler kaybetmemek için mücadele edecek.

Kürt muhalefet hareketi de keza, AKP’nin devletleşmesinden en büyük zararı gören odak olarak, Kürt halkına karşı başlatılan topyekûn savaşa karşı direnecek.

Elbette, yukarda sözünü ettiğim dördüncü oluşumun yönelimi, AKP-Devlet zorbalığına karşı toplumsal devrim mücadelesini ön plana çıkartmak olacaktır. Tüm zorbalıkların en müessir ilacı toplumsal devrimdir.
Bununla birlikte, farklı farklı, hatta zaman zaman zıt hedeflere sahip olan bu dört odağın, bundan sonraki on yılda çöküşe gidecek AKP-Devlet gücüyle kapışmada büyük bir muhalefet bloku meydana getirmekte olduğu söylenebilir.
AKP-Devlet’in işi esas bundan sonra zordur. Oy olarak olmasa da, toplumsal etkililik bakımından oldukça önemli bir gücü kendi elleriyle oluşturmuş oldular.