“Doğumunun 100. Yılında Enver Gökçe’ye Armağan” kitabını derleyen Ali Ekber Ataş, Enver Gökçe’nin dava arkadaşları tarafından yalnız bırakıldığına dikkat çekerek “O davasına ihanet etmedi. Onurlu ve lekesiz bir tarihi vardır onun bizlere emanet ettiği” diyor.

Onurlu ve lekesiz tarih: Enver Gökçe

Buse Yerli İlkin

1940 Kuşağı şairlerinden ve toplumcu gerçekçi edebiyatın önemli isimlerinden Enver Gökçe’nin külliyatı ve yaşam öyküsü pek çok açıdan güncelliğini koruyor. 2018’de İsmet Kemal Karadayı Ödülü’nü alan şair ve yazar Ali Ekber Ataş, “Doğumunun 100. Yılında Enver Gökçe’ye Armağan” adıyla Enver Gökçe hakkında yazılan önemli makaleleri kitaplaştırarak değerli bir çalışmaya imza attı. Ataş ile Enver Gökçe’nin edebiyatı ve yaşam öyküsü üzerine konuştuk.

Ali Ekber Ataş’a öncelikle kitabının hazırlanma öyküsünü sorduk. Ataş, “Enver Gökçe adına böyle bir kitap hazırlama hayalim, 44 yıl öncesine liseli yıllarıma dayanır. İşin asıl bilince dönüşmesi, 1995 ya da 1996 yılında olmalı. Vedat Günyol rahatsızlanmış, hastaneye kaldırılmıştı. Şair Müslim Çelik, şair Adil İzci ve ben, Vedat Günyol’u görmeye gittik. Müslim Çelik, Asım Bezici’nin, ‘Edebiyatımızda Erzincanlı Şair ve Yazarlar’ üzerine bir çalışmadan söz ettiğini ve araştırmalara başladığını söylemiş kendisine. Ne yazık ki Sivas yakımında kaybettik. Bana onun başladığı bu çalışmayı devam ettirmem konusunda fikrimi sorunca, ‘Tabii ki yaparım” dedim. Hayalini kurmamın ve başarmamın üzerinden 44, ilk ciddi çalışmaya başlamamın üzerinden de 22 yıl geçti” diyerek anlattı serüveni.

ENVER GÖKÇE ŞİİRLERİNDE ‘BEN’ VE ‘BİZ’ SESLERİ

Kitap yer alan yazılardan birinde Ali Ekber Ataş, Enver Gökçe’nin şiirlerini, “Onun şiirlerinde ‘bizler’ sesini duyurur. ‘Ben’ yer almaz, sözcüklerinin oluşturduğu dizelerde” sözleriyle anlatıyor. Ataş’a bu cümlesini hatırlatarak sözlerini genişletmesini istediğimizde Ataş, “Enver Gökçe şiirlerindeki ‘ben’ ile ‘biz’ ilişkisi doğasal, diyalektik bir değişimi ve dönüşümü içselleştirmiştir. Bir insana baktığımızda, onda bütün insanlığın kendisini görebiliyorsak, bunu görmemizi sağlayan bilinci edinmişsek, ermişsek bu bilince, o tekil olarak karşımızda duran kişi ‘ben’ değildir. İnsandaki onu oluşturan kişiliğin, karakterin, özün kendisi olan “ben”in içindeki ‘biz’de bütün insanlığı anlatan, insana ait her şey vardır” diyerek ‘ben’ ve ‘biz’ kavramlarından bahsetti. Ataş devamında Enver Gökçe şiiri hakkında, “Bir çay kaşığı bal, binlerce arıyı, milyonlarca çiçeği, on binlerce kanadın çırpışını düşündürüyorsa bize, işte Enver Gökçe’nin şiirlerindeki ‘ben’ kavramı budur. Milyonlarca çiçeğin olduğu, binlerce arının bu çiçeklerde dolaşıp durduğu, kilometrelerce ve on binlerce kanat çırpışlarını görüp düşünüyorsak ve bu döngü bize balı anımsatıyorsa, bu Enver Gökçe’nin şiirindeki ‘biz’in içinde yok olup gitmeyen ‘ben’in kendisidir” dedi.

1940 KUŞAĞI TESLİM OLMADI

Sadece Enver Gökçe için değil, 1940 Kuşağı şairlerinin tamamı için sanatlarını kişisel yaşamlarından soyutlayarak düşünmek mümkün değil. Ali Ekber Ataş’a Gökçe’nin sürdürdüğü yaşamla, toplumcu gerçekçi ideolojisi ve sanatı arasındaki ilişki üzerine neler söylemek istediğini sorduk. Ataş, “1940 Kuşağı, dünyanın faşizme teslim edilip, NATO denilen çete örgütünün karanlık işlerini Ortadoğu coğrafyasına taşıdığı, bunun için bu coğrafyalarda, yerli işbirlikçileri iktidara getirerek, faşizmi devlet politikasına dönüştürerek ve sistematik uygulamalarının en ağır bedellerini ödemiş kuşaktır. Bu kuşağın tamamı, şehirlisi köylüsü, okumuşu okumamışı kim varsa bu kavganın içinde, onurlu bir mücadele tarihine eş, her biri onurlarını bin yıllara taşıyan sanatçı kimlik, insancı sosyalist, devrimci ve komünist bir mücadele tarihi bıraktılar. Yenildiler, evet. Esir düştürler doğru. Ama asla ‘teslim’ olmadılar” diye konuşarak bu kuşağın aydınlarını ve sanatçılarını anlattı. Ataş, “Onlar sanatlarını siyasal düşüncelerinin bir aracı yaparlarken, sanatçı kişilikleri ve sanatlarından ödün vererek yapmadılar bunu. Aksine, siyasal düşüncelerini sanatlarının estetiği içinde eritip, yeni bir öz ve biçemle kitlelere yakınlaştırdılar. Onlar kitleleri de sanatlarına çekerek kitleselleştirdiler sanatlarını.” diye ekleyerek 1940 Kuşağı şairlerinin estetik özerkliklerini vurgulamayı ihmâl etmedi.

DAVASINA İHANET ETMEDİ

Kitaptaki birçok yazıda Enver Gökçe’nin yalnızlığından bahsediliyor. Ali Ekber Ataş’a, şairin 1951 Tevkifatı’nda ve sonrasında yaşadıklarını, Erzincan’a dönmesini ve yaşamının huzurevinde son bulmasını sorduk. Ataş, Enver Gökçe’nin yaşamındaki zor yılları şöyle anlattı: “Bir avuç insanın dışında, Enver Gökçe, özellikle dava arkadaşları tarafından, bilerek ya da bilmeyerek yalnız bırakılmıştır. Enver Gökçe’nin İstanbul’da geçirdiği yıllarında, üç aylık bir dönemi vardır çok mutlu olduğu. O da, Yaşar Kemal’in ona Büyük Larousse’ta bulduğu iştir. Üç ay çalışmıştır burada. Şairin en mutlu olduğu ve yaptığı işten yaşama sevinci devşirdiği bir dönemidir. Sonrası kötü. Sami Günersu denen birinin ihbar etmesi sonucu Enver Gökçe’nin işine son verilir. Erzincan’a dönmesi bu işsizliğin bir sonucu ve hastalığının yeninden, daha da artarak onu çalışamaz duruma getirmesinin bir sonucu.”

Ali Ekber Ataş, 1951 Tevkifatı ve sonrasında yaşanılanlar üzerine şunları söyledi: “Fatura Enver Gökçe’ye kesilir. Dava arkadaşları arasından, “Enver gitti poliste çözülenlerin yanında oldu” diyenler çıktı. Dahası, Zileli Halil Yalçınkaya ile -ki TKP’nin üç kişilik Merkez Karar Yönetim Kurulu’ndaki tek köylüdür- Enver Gökçe’ye “Onlar köylü, kurnaz köylü” diyerek aşağılayan dava arkadaşları oldu. O hiçbirine, hiçbir şey söylemedi. Enver Gökçe davasına ihanet etmemiştir. Onurlu ve lekesiz bir tarihi vardır onun bizlere emanet ettiği.”

ENVER GÖKÇE DOSTLARI GRUBU

Ali Ekber Ataş’a son olarak Enver Gökçe külliyatı üzerine ne gibi çalışmalar olduğunu ve Enver Gökçe Dostları Grubu’nu sorduk. Ataş hem çalışmaları hem de Enver Gökçe Grubu’nu anlattı: “Enver Gökçe’yi konu edinen kitaplara ek olarak, onun üzerine yazılan yazılar, şiirler, paneller, konferanslar, sempozyumlar ve tabii ki köyünde adına açılan Enver Gökçe Müzesi ve Kültürevi’nin de külliyatın merkezi olarak saymak gerek. Enver Gökçe Dostları Grubu ise önceki bazı deneyimlerin de birikimlerini göz önüne alarak, uzun soluklu olmasını düşündüğümüz kurumsal bir yapı oluşturma düşüncesiyle bir araya geldi. Bir vakıf olabilir ya da dernek olabilir veya yine “grup” olarak devam edilebilir. Bunu zaman ve koşullar belirleyecek. Bu iki kurumsal yapıdan biri mutlaka olacak.”