Ukrayna’daki savaş, gazeteciler için yeni bir sınav alanı. Gazeteci L. Doğan Tılıç, kritik bir noktaya dikkat çekti: Burada iliştirilmiş gazetecilik yok ama artık bir orduya bir devlete zihnen, ruhen ilişmiş gazeteciler var.

Orduya ve devlete ilişmiş kafalar var

Semra KARDEŞOĞLU

Rusya’nın Ukrayna’daki operasyonunda ikinci hafta dolmak üzere. Can kayıpları, yaralananlar, yıkılan evler, hayatlarını bırakıp yollara düşenlerin görüntüleri ve çocuk ölümleri bir kez daha milyonların yaşamının merkezinde. Bu ortamda Ukrayna’dan kaçanların görüntülerinin ardından ABD'li televizyon kanalı NBC muhabirinin “Bunlar Suriye'den gelmiyor. Bunlar komşu Ukrayna'dan gelenler. Hristiyanlar, beyazlar. Polonya'da yaşayan insanlara çok benziyorlar” sözleri ve ardından gelen benzerleri savaş gazeteciliğine bir kez daha dönüp bakmayı gerektirdi. Bu konuyu gazetemizin de yazarı da olan ve uzun yıllar çatışma bölgelerinde bulunmuş gazeteci akademisyen L. Doğan Tılıç’a yönelttik.

Çokça savaşa tanık oldunuz. Bugün Ukrayna’da yaşanan ortamla geçmiştekiler gazeteci açısından aynı mı?
Irak, Suriye, Azeri-Ermeni çatışmaları, Afganistan, Yugoslavya iç savaşında bulundum. Kendimi savaş gazetecisi, savaş muhabiri sayamam. Türkiye’nin çok önemli savaş muhabirleri var; Coşkun Aral başta olmak üzere. Ama bir dönem çatışma bölgelerinde bulundum, takip ettim. Bir bölgede çatışmaları ve savaşı izlerken en önemli şeylerden birisi orayı çok iyi tanımak. Tarihi, kültürü, sosyolojisi ile ekonomisi ile çatışma yerlerini çok iyi tanımak gerekir. Savaşı sadece bombaların düşmesi, insanların ölmesi, orduların karşı karşıya gelmesi gibi görmek ve işini bunu nakletmek olarak gören gazetecilik anlayışının bir hata, hastalık olduğunu söyleyebilirim. Oysa asıl olarak nereye giderseniz gidin oranın tarihine, diline, kültürüne vakıf değilseniz oradan haber yapmanız mümkün değildir. Hatta gitmek bir dezavantaja dönüşür.

Neden dezavantaj olsun?
Şimdi görüyorum şuradan, buradan, sınırdan bildirmeleri. Savaş muhabirliği olarak bunu görmek demek olağanüstü bir fotoğrafın sadece bir yüzünü yüzeysel olarak görmek demek. Hiç olmasa daha iyi. Bir kısım için bundan başka türlü de olması beklenemez.

Bu doğal değil mi, bulunduğu yerden aktarması yani?
Afganistan’da Kabil’de beş dakika önce geçtiğim bir noktaya roket düşüyor. Geri dönüp bakıyorum. Yerde 30 kişi ölmüş, onlarca kişi kan revan içinde yaralı. 5 dakika geç geçmiş olsam ben de onların arasında yer alacaktım. Ne oluyor o zaman? Kızıyor, öfkeleniyor ve bunu yapana kendimce küfrediyorum, faşistler diyorum içimden. Bir noktayı görüyorum, insan olarak duygusallaşıyorum, zaten olmaması mümkün değil. Ama öbür tarafta olsam, orada da bir roket düşse, yine içimden bunu yapanlar öfkeleneceğim. Resmin bütünün görmeme imkan yok. Ama biliyorsam bütünü bunu bilerek aktarırım.

orduya-ve-devlete-ilismis-kafalar-var-988495-1.
Gazeteci-Yazar L. Doğan Tılıç



GAZETECİ SAVAŞIN SAVAŞMAYAN TARAFIDIR

Şimdi gazetecilikle birlikte ‘sosyal medya haberciliği’ var. Asker bir şey paylaşıyor, orada yaşayan paylaşıyor. Öte yandan bir de oyun görüntüsünün sunulması gibi durumlar var. Bu ne getiriyor bilgi açısından?
Gördükleri yerden herkes bir şey söyleyebilir ve çok subjektiftir. Kaçınılmaz olarak duygu yoğun bir şeydir. Bunu paylaşmak kötü bir şey değil. Savaş gazetecisinin asıl görevi nedir? Savaş gazeteciliğinin asıl yapması gereken savaşın kötülüğünü anlatmaktır. Korkunçluğunu anlatmaktır. Gazeteci savaşın savaşmayan tarafıdır. Eğer gazeteci savaşmayan tarafı olmaktan çıkarsa o gazetecilikten çıkar. Biliyorsunuz Bosna’da bir gazeteci “Cephede bir Sırp vurdum” diyerek haber yaptı. Sonra Türkiye’den giden gazetecilerin Sırpların bulunduğu bölgeye, ben de dahil, girişi yasaklandı. Çünkü yapılan, savaşın bir tarafı haline gelmekti. Bunu da korkunç bir şekilde gösterdi. Bu durumda tarafların sizi hedef alması kaçınılmaz hale gelir.

İliştirilmiş (embedded) gazetecilik yıllardır tartışılıyor. Ukrayna’da yaşanan ortamda durum ne?
Savaşta gazetecilik üç bölüme ayrılır aslında. Vietnam’da, savaş filmlerinde de görürüz gazetecilerin ‘Press’ diyerek elinde beyaz bayrakla savaş alanında rahatça dolaştığı, haber yaptığı bir dönem. ABD Vietnam’dan bir ders çıkardı bu konuda; “Bu adamları biz böyle savaş meydanında rahatça dolaştırmayalım” denildi. Sonra Saddam’ın Kuveyt’e girdiği dönem gelir. Havuz uygulaması başlatıldı. “Bunları (gazeteciler) bir yerde toplayalım ve onları enformasyon bombardımanına tutalım” denildi. Eğer o havuzun bir parçası değilseniz sanki bir şeyi kaçıracakmış hissiyle sürüden ayrılamazsınız. Sözcüler açıklama yapar “Şu kadar kişi öldü, şurada çatışma oldu vs.” Bu da yetmedi. 3’üncü aşamaya geçildi; embedded gazetecilik. Ordularla kontrat yapılıyordu. Neyi yapıp, neyi yapamayacağınıza ilişkin. Sonra o orduyla beraber hareket etmeye başlanıyordu. Bu gazetecileri savaşın bir tarafı yaptı. Bu durumda ne görüyorsunuz, üstüne çıktığınız tankın namlusundan neresi görünüyorsa. Birlikte gittiğiniz birliğin gösterdiği yerden görmeye başlıyorsunuz. Bu gazetecilerin savaşın savaşmayan tarafı olma halinin ortadan kalktığı andı.

Tekrar dönecek olursak bugün Ukrayna’da embedded gazetecilik yok ama, durum çok da farklı değil sanki.
Bilinen anlamda bir ordu ilerlemesi yok. Ama bugün biz ne olup bittiğini Batı medyası üzerinden görüyoruz. Lavrov, geçen basın toplantısında “Web sitemize bakın oradan görürsünüz gerçekleri, bir de Çin medyasına bakın” dedi. Tırnak içinde bizim de yer aldığımız Batı dünyası, olanları Batı medyası üzerinden izliyor. Bugün bir orduya ilişmek var mı? Şu an orada bir ordu da yok aslında sözleşme imzalanacak. Bugün bu savaş da aslında işgalidir. Adı; Rus işgali. Gördüğümüz şey bugün büyük ölçüde kafaların embedded olması. Bir şekilde bir orduya, bir devlete, bir tarafa ilişmiş kafalar, zihinler.

“SARI SAÇLI MAVİ GÖZLÜLERİN” ACISI

Gazetecilerin Ukraynalı sığınmacılar için “Onlar Hristiyan ve beyaz, Suriyeliler gibi değil” demesi bunun sonucu mu?
Tabii. Biz bir de bu dönemde şunu gördük. Batı medyasının çifte standart bakışını, bariz biçimde ırkçılığını gördük. CBS muhabiri “Kiev’den bildiriyorum. Kelimeleri çok dikkatle seçiyorum” demesine rağmen “Burası Afganistan ya da Irak gibi bir yer değil. Böyle bir şey olmasını hiç beklemeyeceğiniz Avrupalı görece medeni bir kentti” dedi. Nedir şimdi bunun öbür okuması; Irak, Afganistan, Suriye medeni yerler değil. Orada böyle şeyler olabilir. Bir de BBC’de bir Ukraynalı savcı söyledi; “Çok duygusallaşıyorum. Çünkü burada mavi gözlü sarı saçlı insanlar var.” BBC mesela “Bunu biz demedik bir konuk dedi” diye kendini savundu. Ama geçmişte Güney Afrikalı bir yorumcu Taliban’ın Pakistan ile ilişkisini anlatmaya başlayınca hemen yayından alınmıştı. Standart nasıl değişiyor. El Cezire’de, bir Arap kanalında dahi “Bunlar Ortadoğu kentlerinden kaçanlar değil refah halinde, orta sınıf, komşunuz olabilecek insanlar” diye anlattı mültecileri. Sonra özür diledi. İşte zihnen aklen ruhen ‘iliştirilmiş’ olmak bu. Batı medyası şimdi “Biz uygar demokratik medeni tarafız” diyor. Irkçı yaklaşım net biçimde görülmeye başlandı.

MOLOTOF KOKTEYLİNDE ÇİFTE STANDART

Mültecilere karşı da böyle değil mi?

Evet, Suriye’den gelene duvar ör, şiddet uygula. Ukraynalılara kapıyı aç. Hatta AB ülkesi yapmaya çalış. Bu çifte standart ve iki yüzlülük. Bir de şöyle bir ikiyüzlülük var: Gazeteci savaşı, şiddeti, silahı övmez. İsrail’e karşı molotof kokteyli atan Filistinli çocuk terörist, molotof kokteyli hazırlayan Ukraynalı vatansever sivil, Rusya’ya karşı direnen kahraman. Gazeteci hiçbir zaman bir silahı övemez, kampanyasını yapamaz.

Rus şefin orkestradan atılmasını ya da Rus sporcunun müsabakadan çıkarılmasını da öven yayın organları var. Gazeteciler de destekliyor bunu.
Şimdi bazı Batılı ülkeler Russian Today, Sputnik’i yasakladı. Basın buna destek verdi. Niye? “Nazi medyasından farkı yok, fake news yayıncısı” dediler. Tabi ki doğruluk payı var. Bunu savunan Batı gazeteciliğine karşı yine Batı’dan ses yükseldi. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, benim de içinde bulunduğum uluslararası gazetecilik örgütleri karşı çıktı buna. Fayda maliyet analizi yap bir kere. Rusya bunu yaptığında ne diyeceksin? Batılı medyayı yasakladığında ne diyeceksin? Sen şimdi bunu yaparsan yarın Rusya’ya ne yapacaksın? Nitekim Rusya Twitter’ı, Facebook’u yasaklamaya başladı. Yalan yanlış haberler yapanlara 10 yıl hapis demeye başladı. Olması gereken bizim mutlaka bilgileri aklın süzgecinden geçirerek her iki tarafa da, her iki tarafın medyasına da bakabilmemiz gerekiyor. Örneğin Karabağ’da biz her gün Ermenilerin vurduğu yerleri gördük. Ben Ermeni televizyonlarını izledim. Onlar da Azerilerin vurduğu sivil bölgeleri gösteriyordu. Hangisi doğru, ne kadar doğru? İşte bu eleştirel bir akıl süzgecinden geçirerek değerlendirilmeli.

Ukrayna’da kadın bir öğretmenin görüntüleri yansıdı. Yaralı, sargılı. Bizim gazetede de kullanıldı. Savaşın dehşetini anlatmak açısından çok önemliydi. Gazeteci bunu yapmalı zaten. Ama aynı gün Donetsk’te bir kasabada bir okul vuruldu, iki öğretmen öldü. Bunu da Rusian Today haber yaptı. Bunu biz görmedik hiç mesela.

Rus medyası farklı bir şey mi yapıyor? Hayır, Putin ne derse o. “Rusların operasyonu çok özel bir operasyon, siviller asla vurulmuyor operasyon çok iyi” diyorlar. Ama biraz ince baktığımızda nasıl? Rus askerlerinin moralsiz ve motivasyonsuz olduğunu görüyorsun. Paketler açıkladılar. Ölen askerlerin ailelerin para yardımı vs. İki tarafta da nerdeyse paralı askerlerin devreye girdiği bir hal.

Gazetecilik yapmak isteyen ve umut vermek isteyen biri nereye tutmalı merceği?
Bunca umutsuzluğun ortasında iyi insan olma hali, insanlık hali her şeye rağmen öne çıkıyor. Basının da devletlerin de tavrını geçtim. Suriyeliler Avrupa’ya gittiğinde de onlara bir tas çorba veren, tren istasyonlarında, sınır kapılarında onları karşılayıp battaniye veren bir damar da gelişiyor. Bu umut var. Bu damarın altı çizilmeli. Yarına dair bir umut besleyeceksek bu damardan olabilir.