Seçim sonrası dağınık görüntü veren düzen muhalefeti, peş peşe gelen zamlara ve gerici kuşatmaya da sessiz kaldı. BirGün’ün sorularını yanıtlayan SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi Önder İşleyen, iktidarın saldırılarına karşı inisiyatif ve sorumluluk almaya devam edeceklerini belirtti. İşleyen “Statükoya ve neoliberal politikalara karşı devrimcilerin başka bir siyaset düzlemi inşa etme sorumluğu var” dedi.

Örgütlenerek kazanacağız
SOL Parti ‘Zamlara hayat pahalılığına artık yeter’ sloganı ile basın açıklamaları düzenliyor. (Fotoğraf: BirGün)

Politika Servisi

İktidar, krizin ağır faturasını peş peşe gelen zamlarla halkın sırtına yüklerken Meclis muhalefeti suskunluğunu koruyor. Sol ve sosyalist örgütlerin eylemleri dışında muhalefet kanadından güçlü bir itirazın ortaya konmaması iktidarın cesaretini artırıyor. BirGün TV’ye konuk olan SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi Önder İşleyen ile iktidarın yeni ekonomi politikalarını, artan baskı ve gerici kuşatmaları ve buna karşı nasıl bir mücadele verilmeli başlıklarını konuştuk. Burjuva muhalefetinin neoliberal sömürü düzeni karşısında silahsızlanmış olduğuna dikkat çeken İşleyen, “Becermemiz gereken aslında bütün bu statükoya karşı başka bir siyaset düzlemini inşa etmek” diyor.

Seçim sonrası krizin faturasını halka yükledi. Yeni ekonomi politikaları yoksulluğun daha da derinleşeceğini gösteriyor. Nasıl bir tablo bekliyor?

Üst üste gelen zamlarla başlayan yeni ekonomi programı aslında bir nevi muhalefetin önerdiği program. Aslında ‘biz de gelsek bu programı uygulayacaktık. Dolayısıyla fikrimiz iktidarda’ diyorlar. Burada muhalefetin neden kaybettiğinin yanıtlarından da bir tanesini bulabiliriz. Çünkü bugün iktidarın yaptığı şeyi yapmaya talip olan bir muhalefet profili vardı. Dolayısıyla da muhalefetin bütün bir emekçi halkın sorunlarına çözüm olabilecek güveni kazanamamasının nedenlerini bir tanesini burada aramamız gerekiyor.

AKP’nin IMF’siz bir IMF programını uygulandığını söylememiz gerekir. Seçimler öncesinde ekonomi Erdoğan’ın ihtiyaçlarına göre şekillendi. Dövizi sabit tutmaya çalıştılar. Enflasyonun daha fazla patlamasını önlemeye çalıştılar. Emek maliyetlerini düşürerek, büyük bir servet transferi yaptılar. Kendi çevrelerine ve tekelci burjuvaziye yönelik büyük bir servet transferi yoksullar üzerinden elde edildi. Seçim döneminde bunu kısmen tadil etmek üzere maaş zammı, çeşitli kanallar aracılığıyla sosyal yardımlar gibi pek çok hamle yaptılar.

Türkiye ekonomisi aslında iflas etmiş durumda. Buradan nasıl bir çıkış arıyorlar diye baktığımızda, ilk hamle yine Körfez monarşisine borçlanma oldu. Oraya dönük ziyaretlerine bakarsak yeni borçlarla Türkiye’nin geleceğini ipotek altına alındığını görebiliriz. Diğer taraftan da daha önce Erdoğan’ın ‘tefeciler’ dediği, Londra, New York gibi merkezlerden sıcak para çekmenin yollarını arıyorlar ve bunun için dövizi serbest bırakıyorlar.

Mehmet Şimşek geldikten sonra ‘mali disiplin’ artacak dedi. Bu ne demek? Klasik tabirle Türkiye’de emekçilerin kemer sıkma, emekçilerin sofrasındaki lokmayı çalma girişimlerinin hızlanacağı demektir. Yani Türkiye’nin önümüzdeki süreci emekçiler açısından bugüne kadarkinden çok daha zorlayıcı bir tabloyla karşı karşıya kalınacağın gösteriyor.

SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi Önder İşleyen

İNİSİYATİF ALMAYA DEVAM EDECEĞİZ

Zamlara ve ekonomideki yıkıma karşı Meclis muhalefeti suskunluğunu koruyor. Bu yıkıma dur demenin anahtarı nedir?

Az önce belirttiğimiz tabloya karşı henüz ne bir politik karşı çıkış ne Türkiye toplumunun sorunlarının emekçilerin cebinden değil, sermayenin kasasından alarak çözülmesine dönük bir programın muhalefet cephesinden geldiğini görüyoruz. Bunu başta da söyledim. Muhalefet, bütün bu neoliberal sömürü düzeni karşısında silahsızlanmış durumda. O yüzden Türkiye’deki emek güçlerine, Türkiye’nin sol sosyalist güçlerine çok önemli bir öncülük görevinin düştüğü, emekçi sınıflarının çıkarlarını koruyacak örgütlü toplumsal mücadelenin sorumluluğuyla karşı karşıya olduğumuz bir tablo var. SOL Parti olarak İstanbul’da başlattığımız eylemleri Ankara İzmir ve ülkenin değişik yerlerinde sürdüreceğimiz eylemleri, bir tür öncü tepkiler olarak görmek mümkün. Bunun bütün emek güçlerinin birleşik mücadelesine dönüştürülmesi ve emeğin haklarını koruyacak bir barikatın açığa çıkartılması noktasında inisiyatif ve çaba içerisinde olacağız.

Kılıçdaroğlu’nun erken seçime gidilebileceği şeklindeki yorumunu nasıl değerlendirir siniz?

Evet erken seçime hazırız dedi. Esas hazır olmaları gereken seçim geçtiğimiz seçimdi. Ekonomik krizler açığa çıktığında, toplum bu derece sefalete sürüklendiğinde otomatikman ‘iktidarlar bunu sürdüremez ve bu iktidarların yenilgisiyle sonuçlanır’ algısı ortaya çıkıyor. Seçim öncesi tablo da biraz buydu. Çok ciddi bir sefalet vardı ve bu sefaletin iktidarı otomatikman yıkacağı düşünüldü. Bunun gerçek olmadığı da görüldü. Toplumsal mücadeleler olmaksızın, örgütlü sınıf mücadeleleri gelişmeksizin krizlerin iktidarları yıkacağını beklemek gerçekçi değildir. Bunun da ötesinde bu tür örgütlü bir toplumsal gücün olmadığı çöküşler, bugünkünden daha farklı faşist gelişmeleri de ortaya çıkartabilir ki bütün dünyada yeni faşist akımların güçlenmesinin arkasında da böylesi bir alternatifsizliğin olduğu unutulmamalı. Bu bakımdan önümüzdeki süreçte bu görevlerinin burjuva muhalefeti eliyle gerçekleşemeyeceği açıktır. Dolayısıyla da toplumsal muhalefet alanının sorumluluğunun altını bir kez daha çizelim.

İktidar için bu yönetim krizleri sürdürülebilir mi?

Şunu da vurgulamamız lazım. İktidar için seçim mutlak bir zafer değil. Birkaç nedenle değil. Birincisi, karşısında mücadeleye kararlı büyük bir kitle durmaya devam ediyor AKP’nin. İkincisi Türkiye’ye gerçekten böyle bir ekonomik, sosyal krizin AKP eliyle bu kadar baskılanarak sürdürülebilme olanaklarının sınırları var. Dolayısıyla önümüzdeki dönem, AKP’nin bütün bir ülkenin kaderini elinde tutarak her şeyi yapabileceği bir dönem olarak da düşünülmemeli.

Bunun değiştirilmesi noktasında toplumda yükselecek olan tepkilerin açığa çıkabileceği bir dönem olarak görmemiz gerekir ve buna hazırlanan, bunu örgütleyen, bunun bir siyasal alternatife dönüştürülmesi için mücadele eden bir çizginin gelişip, güçlendirilmesi gerekiyor.

LAİKLİĞE SAHİP ÇIKMAK GEREKİYOR

Bir diğer nokta gerici kuşatma. Ülkede laikliğin son kalan kırıntıları da süpürülüyor. Düzen muhalefetinden buna karşı bir çıkış da görmedik.

AKP bu seçimden belirli bir hamle gücü elde etti. Yani bu güçle önümüzdeki dönem kısmi özgürlük alanlarını da ortadan kaldıracak, laiklik gibi Cumhuriyet’in birikimlerinin kırıntılarını da yok edecek. Ve rejimi geri dönüşsüz bir yola doğru sokmaya çalışacak bir hamleler dizisini göreceğiz. Bunun birkaç tane ipucunu zaten görmeye başladık.

Okulların bir gerici tarikat kuşatmasına tümüyle teslim edilmesi, bütün konser yasaklarıyla birlikte özgürlük alanlarının kapatılması, bir taraftan da sömürü rejimini daha da kurumsallaştıracak ve kuvvetlendirecek bir bütünlükle anayasa değişimi gibi bir stratejiyi ortaya koymuş durumda. Dolayısıyla da bu stratejiyi görerek, bu yukarıdan aşağı kurumsallaşma sürecine itirazı örgütleyecek, ona geçit vermeyecek bir direnişi örgütlenme ihtiyacı ortaya çıkıyor.

Nasıl yapılacağı meselesi var. Birincisi laikliğe sahip çıkmak gerekiyor. Hatırlarsınız başörtüsü meselesi Kemal Kılıçdaroğlu tarafından seçimler öncesinde AKP’ye bir manevra alanı da yaratacak şekilde uzatılan bir toptu. Erdoğan da ‘Bu topu ben gole çeviririm’ demişti. Şimdi bu golü atmanın peşinde. Bir yandan başörtüsü dediği mesele de toplumda baskı unsuru oluşturmak bir taraftan da aile çerçevesinde hem HÜDAPAR’ın hem Yeniden Refah’ın ittifak içerisine girme koşulu olarak öne çıkan mesela LGBTİ+’nin eylemlerin de baskılanmasında gördüğümüz bir çizginin Anayasa'ya taşınması.

Burada bütünlüklü bir laiklik mücadelesinin örgütlenmesi, özellikle okulların açılmasıyla birlikte ekim ayında planlanan anayasa değişikliğini de gören birleşik bir laiklik mücadelesi çizgisinin hızla derinleştirilmesine ve örgütlenmesine ihtiyaç olduğunun altını çizelim.

DEVRİMCİLERİN ESAS SORUMLULUĞU

Siyasetin bugünkü sıkıştığı düzlemden nasıl çıkabilir?

Bütün seçim döneminde memleketin kaderi ve geleceği değil, esas olarak kişisel ihtirasların, iktidar paylaşım planlarının damga vurduğu bir süreç yaşadık. Kaybedilmenin nedenlerini burada da aramamız lazım. Şöyle düşünün. Henüz bir, bir buçuk yıl öncesinden seçimin kazanılacağına ilişkin bir. genel kanaat oluştu. Bunu sürekli besleyen anketler. Ve bunun üzerine bina edilmiş, kişisel hırslar üzerine şekillenmiş siyaset. Bunu şu Cumhurbaşkanı adayının belirlenme sürecinde atılan adımlardaki tartışmalarda da görebiliriz. Bunu daha başka bir düzeyde, bir iktidar dönüşümünde kimin hangi koltuğa oturulacağı konusunda başkalarının hesaplarında da görebiliriz. Bunu bir başka düzlemde parlamento seçimlerinde birbirinin üstüne basa basa parlamenter olmak meselesini ön plana alan yaklaşımlarda da görebiliriz.

Sonuçta bunların hepsi bu rejime karşı mücadelenin odak olması gereken bir seçimdi. Ama rejime karşı mücadeleyi ikinci plana attı. Şimdiki durum da aslında pek farklı değil. Herkesin bir statükosu oluşmuş. Herkesin siyaset dediği şey bürokratikleşmiş, topluma, üyelerine, onların sözüne, onların dönüştürücü gücüne kapatılmış, yukarıdan aşağı ve siyasi partiler yasasının da genel başkanlara verdiği tek adam yetkisine dayanan siyaset alanı var. Muhalefet de bundan azade değil. Bugünkü tartışma da esasında farklı bu tür bir öbeklerin birbiriyle çatışması olarak şekilleniyor.

Siyaset güç sahibinin, para sahibinin, koltuk sahibinin, yetki sahibinin oyuncağına dönmüş durumda. Toplum bütünüyle siyaset dışında ve seçim sürecinde de izleyici konuma getirildi. Halka hep ‘Sandığı bekleyin’ denildi. Bu siyaset düzleminden dönüşüm çıkmaz. Eğer toplumun enerjisi, insiyatifleri, yaratıcılığı, fikirleri ve eylemi belirleyici değilse ona alan açılmıyorsa siyaset bugünkü sıkıştığı düzlemde kalmaya devam edecek. Becermemiz gereken aslında bütün bu statükoya karşı başka bir siyaset düzlemini inşa etmek. Bu da Türkiye devrimcilerinin esas sorumluluğudur.