Edebiyatımızın değerli “usta”sı Orhan Kemal’i, 104. doğum gününde oğlu Işık Öğütçü ile yaptığımız söyleşiyle anıyoruz. Öğütçü, “usta”ların Orhan Kemal’in kitaplarının aydınlık tipleri olduğuna dikkat çekerek, “Bu karakterler üzerinden insanlığa çok önemli mesajlar verir. Sadece bunların okunması bile insanlığın çektiklerinin nedenlerini çok doğru olarak ortaya koyar,” diyor

Orhan Kemal, bu ülkenin vicdanıdır

KADİR İNCESU

Hayatımızı güzelleştiren isimlerden birisidir Orhan Kemal… Okuduklarınız size hiç yabancı gelmez. Kahramanları da, anlattıkları da tanıdıktır. Bir de Orhan Kemal’in yaşamını bilirseniz, yazdıklarına bakışınız da değişir.

“Vukuat Var”dan söz edeyim size… “Vukuat Var”ı uzun uzun anlatmaya gerek yok sanırım. Birbirlerini seven Güllü ile Kemal, aileleriyle de mücadele etmek zorundadırlar. Bu ortamda tek dayanakları aynı atölyede çalıştıkları Muhsin Usta’dır. Muhsin Usta, “Bekardı. Ama kimsenin karısında kızında gözü yoktu. Dolu kitapları vardı. Boş zamanlarında kitap ya da gazete okurdu.”

Kemal de Muhsin Usta için şunları diyor: “Bir de okumuş. Okumuşluğu siyaset üstüne. Bilmediği yok. Karşısına kim çıksa baş edemiyor.”

Güllü’ye âşık Kemal ile aynı atölyede çalıştıkları Muhsin Usta arasında bir konuşma geçiyor.

Muhsin Usta, Kemal’den Güllü’yü bırakmasını ister:

“Değer mi? Bir kız için mahvolmaya değer mi evladım?”

“Değmez mi? Sevdiğin, yandığın bir kız için vurmak, vurulmak değmez mi usta?”

“Değmez Kemal. Çünkü dünyada, uğruna mahvolmaya değecek kadar büyük, şerefli başka tutkular var!”

“Ben henüz o tutkuları tanımıyorum.”

“Gün gelecek tanıyacaksın.”

“Hem neden mahvolayım?”

“Çünkü sen onları vurup hapse gireceksin ya da onlar seni mezara yollayacaklar. İkisi de aynı kapıya çıkar: Mahvolmak!”

(…)

“Usta,” dedi

“Hı?”

“Hiç sevdin mi?”

Usta sanki bu soruyu bekliyordu. Acı acı güldü, başını sallamakla yetinmek istediyse de, Kemal bırakmadı.

“Ha? Sevdin mi hiç?”

“Sevdim yavrum.”

Kemal bunu beklemiyordu işte. Demek yüzü kupkuru baştan aşağı sinir bu adamda da sevecek bir yürek vardı?

“Kimi sevdin?”

“Kimseyi, ama herkesi.”

“Anlamadım.”

“Anlayamazsın da. Bir kadını sevmek kolaydır, ama bütün kadınları, bütün çocukları, bütün insanları sevmek, sevebilmek…”

“Mümkün mü bu?”

“Pek çok yürek için mümkün olmayabilir henüz, ama öyle yürekler vardır ki, insanlığı topyekûn severler, sevebilirler, sevmeden edemezler.”

“Nasıl?”

“Nasıl değil mi? Haklısın. Benim sevmemde, daha doğrusu bu türlü seven yüreklerde tek kadını olduğu gibi, kucağına oturtup okşamak yoktur. Öyle bir düzen için çaba sarf ederler ki, insanlar kadın kadın, erkek erkek, çocuk çocuk mutlu olsunlar, dünya nimetleri önlerine bir kardeş sofrası gibi açılıp saçılsın. Bilmem anlatabiliyor muyum?”
(…)

orhan-kemal-bu-ulkenin-vicdanidir-510583-1.

Orhan Kemal’in roman ve öykülerinde adı ilk anda hatırlanacak pek çok karakter var. Benim ise en çok dikkatimi çeken kahramanları “usta”lar… 15 Eylül 1914’de doğan Usta’nın 104. doğum gününde Işık Öğütçü ile Orhan Kemal’in “Usta”larını konuştuk.

>> Orhan Kemal Adana günlerinde dokuma fabrikalarında da çalışmış. Usta olabilmiş mi?

Hayır. Sadece fabrikada işçilik, yol işinde amelelik etmiş. Daha sonra Adana’da başladığı yazı dünyası işçiliğinde usta olmuştur. Çeşitli işlerde çalışırken oralarda görev yapan ustaları tanımış, gözlemlemiş ve bu ustalardan eserlerinde müthiş karakterler yaratmıştır.

>> Gelelim edebiyata… Bursa Cezaevi dönemi öncesi “usta”ları kimdi Orhan Kemal’in?

Babamın ilk ustası 17 yaşında ailecek zorunlu sürgün olarak gittikleri Beyrut’taki matbaanın ustasıydı (Dimitri Usta). Kâğıt kesme makinasının ustasını şöyle tanımlar, “Vişneçürüğü fesini daima sol kaşına doğru yıkan ustam, zayıf, uzun boylu, dehşetli şakacıydı. Herkese takılır, sık sık kahkahalar atardı. Makinenin demirine takılı ceketinin iç cebinde daima rakı şişesi bulundurdu. Kesilecek kâğıt yığınlarını makinenin demir tablasında düzeltir, bıçağın altına sürer, sıkıştırır, bana ‘Yallaaah!’ dedikten sonra rakısını cebinden alır, dikerdi.”

Daha sonraki ustası İzzet Usta’dır. İzzet Usta’nın babama verdiği en büyük ders de şudur: “Çok kimse kendindeki kusurun farkındadır, fakat açığa vurmaktan çekinir. Kendindeki kusurları görebilmek bir özelliktir, bu kusurları söyleyebilmek ikinci özellik, hele kendi kendisiyle alay edebilmek zekâ işidir.” Ustalar yaşamında arka arkaya akar. Bunlar eserlerinde ses bulur. Benim de çok sevdiğim iki ustanın sözü vardır. İlyas Usta, “Gerçek olan öğrenmektir. Nerden, nasıl öğrenirsen öğren. Nereden, nasıl öğrendiğin, diploman, hatta neler bildiğin de önemli değil. Ne yaptığın önemlidir,” derken; Tonyalı Kılıç Usta ise, “Olma kula kul, öpme el ayak, kirlenmesin ağzın. Ya olmalı insan, vermeli canını insan için yahut etmemeli kalabalık dünyamızda,” der. Birkaç kitabından örnek verdim. Ustaların göründüğü eserlerden bazıları ise Arkadaş Islıkları, Hanımın Çiftliği, Bereketli Topraklar Üzerinde, Cemile, Eskici ve Oğulları, Kanlı Topraklar, Gurbet Kuşları’nı sayabilirim. Keza öykülerinde geçen ustalardan daha söz etmedim bile. Bu ustalar kitaplarının aydınlık tipleridir. Bu karakterler üzerinden insanlığa çok önemli mesajlar verir. Sadece bunların okunması bile insanlığın çektiklerinin nedenlerini çok doğru olarak ortaya koyar. Ve düşünülmesi halinde çözümlerin de var olduğu görülür. Usta karakterleri öylesine yazılmamıştır kitaplarında.

>> Babanız, Bursa Cezaevi günlerinde yaşananları “ Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl” adıyla kitaplaştırdı. Bu dönemle ilgili –en azından sizin ulaştığınız- yazılmayan neler var?

Senin de belirttiğin gibi babamın Nâzım Hikmet’le olan anı kitabında olan bilgiler çok değerli. Hatta 1946 yılında polis babamı götürmek için eve geldiğinde, hapishane notlarını da alıp götürür. Ve bu anı kitabını bu notlar olmadan aklında kalan o güzel anları yazarak ortaya çıkarır. Oysa Bursa Cezaevi’nde onlarca defter tutmuş, bunlar götürüldüğü için Nâzım Hikmet’e sevgisini ancak bu kısa eserle ifade edebilmiştir. Ben daha sonraki baskılarda babamın tuttuğu günlüklerden ve mektuplardan eklemeler yaparak, Nâzım Hikmet’i biraz daha detaylandırmaya çalıştım. Araştırmalarım devam ediyor. Belki bir gün bu not defterlerini bulabilirim. O zaman en mutlu ben olurum zannediyorum.

>> Orhan Kemal’in öykü ve romanlardaki ustalar da sanki Nâzım Hikmet’e bir gönderme…

Babam bir röportajında, “Nâzım Hikmet bana bakmasını öğretti” demektedir. Bu da aktif realizmdir. Bu bakış açısı romancının toplumsal gerçekliği birebir yansıtması anlamına gelmez. O konuyu işler, çözümler ve senteze varır. İnsan toplum ilişkilerini yalın bir anlatımla, gerçekçi bir dille yazmıştır. Bu hareket sanatsal estetikle okuyucuya aktarmıştır. Bu aktarma da yazar görüşlerini ne kadar açık etmezse, eser için o kadar iyidir. Amaç anlatılan konudan kendi kendine doğmalıdır. Böylece yazar ortaya atılıp okura, gösterdiği toplumsal çatışmaların gelecekteki tarihi çözümlemelerini anlatma zorunluluğunu duymaz. Bu bakış açısı yazılarının temelini oluşturur. Bazı eserlerinde olumlu tipleri tarif ederken sarı saçlı ve mavi gözlü diye yazar. Burada da ustasına bir selam göndermeyi unutmaz. Biliyorum ilerici ve aydınlık düşünce yapısında ve kaleminin namusunda Nâzım Hikmet’e ihanet etmemiştir.

>> Orhan Kemal’in cenazesini İstanbul’a getiren araca işçiler tarafından 'Biz İşçiler Hatıran Önünde Saygı İle Eğiliriz,' dövizinin asılması “usta”nın yazdıklarıyla okurlarının bilincinde/yüreğinde yer ettiğini de gösteriyor.

Orhan Kemal romanlarında anlatılan dönemin ekonomik, siyasal ve kültürel yapısını ve bu alanlarda gerçekleşen dönüşümleri yakıcı ve etkileyici bir şekilde okura aktarır. Tanıklıklar ve deneyimler eserin gerçekliğini ortaya koyarak, okuyucuyu o eserin içinde olayları yaşıyor hissini uyandırır. Yazdığı kişiler halkın tüm kesimidir Herkes mutlaka bu eserlerde kendini bulur. Bu kadar derin yüreklere işlemiş olan bir yazarın Babaeski’de cenaze arabası durdurularak bu dövizin arabaya asılması boşuna değildir. Çünkü cenaze arabasındaki yazar Türkiye’nin vicdanı, merhameti ve insan sevgisidir. Kısaca Türkiye’nin kendisidir...