Nihai olarak süper bir bölgesel Kürt devleti kurulması muhtemel değil. Böylesi bir ihtimal mevcut bölgesel güçler için kâbus niteliğinde

Ortadoğu’da Kürdistanlar

Bilal Wahab

‘Bağımsız bir Kürdistan devleti olmalı mı’ sorusu yaklaşık bir asırdır Orta Doğu’nun üzerine çökmüş durumda. ABD güçlerinin 1991 Körfez Savaşı sonrasında Saddam Hüseyin’i kuzey Irak’tan çıkarmasının ardından bu konu öncelik kazandı ve bölgede bağımsız bir Kürt yönetiminin oluşturulması için gereken ön koşullar da etkin bir şekilde yaratılmış oldu. 2003 yılında ABD tarafından gerçekleştirilen Irak işgali ve ardından gelen savaş ise Kürtlerle ilgili süreci daha da hızlandırdı.

Ancak bugün Suriye’nin çöküşü ve Irak’ta hala devam eden kargaşa nedeniyle artık asıl sorular ‘bağımsız bir Kürdistan olup olmayacağı’ ile ilgili değil, bölgesel çatlaklar sonucunda ‘kaç tane Kürdistan’ın ortaya çıkacağı’ ve kimler tarafından yönetileceğine dayalı.

İki yıl kadar yakın bir zaman önce Ortadoğu’daki Kürtler, İslam Devleti’nin varoluşlarına yönelik tehdidi ve aynı zamanda da Irak, Suriye ve Türkiye’deki halklarına yönelik tehditler neticesinde daha önce hiç tecrübe etmedikleri oranda bir dayanışma içerisine girmişlerdi.

İslam Devleti 2014 yılının yazında, Irak’taki Kürt bölgesinin başkenti Erbil’in kapılarına dayandığında buradaki halkları korumak için seferber olanlar Türkiye ve Suriye’deki Kürt savaşçılardı. Bundan bir iki ay sonra, Kürt kardeşlerinin Kobani’de gücü ele geçirmesi için Suriye’ye yardıma gidenler ise Irak’taki meşhur peşmerge güçleriydi. Kürtler o dönemde kısa süreliğine ve baş döndürücü bir şekilde de olsa, onları birbirlerinden ayıran Osmanlı sonrası çizilen sınırları aşarak birliktelik sağlamışlardı.

Ancak İslam Devleti’nin yükselişi nasıl ki Kürtleri bir araya getirdiyse, şu an yaklaşan düşüşü de onları parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor.

Ve bu, maalesef ki Kürtler için alışılagelmiş bir hikaye. Her ne kadar Kürtlerin hayali çok uzun bir süredir bir devlet kurma yönünde olmuş olsa da, gerçekte yaşanılan genellikle dışarıdan empoze edilen bölünmeler kadar kendi aralarında süregelen rekabet ve yıkıcı gruplaşmalar olmuştur. Eskiden beri var olan bu durum şimdi tekrar devrede.

Kürtler arasındaki güç savaşının bugün en önemli dinamiği Irak’ta baskın olan Mesut Barzani tarafından yönetilen Kürdistan Demokratik Partisi ile Abdullah Öcalan liderliğindeki Türkiye merkezli Kürdistan İşçi Partisi (PKK) – aynı zamanda da Suriye’deki güçlü kolu PYD - arasındadır.

Bu gruplar arasındaki rekabet eskiye dayanır. İdeolojik anlamda keskin bir şekilde farklıdırlar. Iraklı Kürtler hala geleneksel kabile yapılarına sahipken, çeşitli reform çalışmalarına rağmen PKK ise hala Marksist-Leninist köklerini değiştirememiştir. Ve her bir grup kendisini Kürt hareketinin asıl lideri olarak görüyor. İslam Devleti’nin geri dönüşüyle beraber bu farklılıklar daha da keskinleşiyor ve batı Irak ve kuzey Suriye’deki İslam Devleti teröristlerinin ellerinden kurtarılan bölgeleri kimlerin yöneteceği sorusunu gündeme getiriyor.

Suriyeli PYD militanlarının İslam Devleti’ni mağlup ettikten sonra kontrol altına aldığı, Yezidilerin çoğunlukta olduğu Irak’ın batısındaki Sincar kentinde bu durumu gözlemlemek mümkün: o dönemden bu yana, Kürtler bu bölgede kendi yönetimlerini kurma niyetinde olduklarını açıkça belirttiler. KDP ise misilleme olarak PYD kontrolü altındaki kuzey Suriye’ye ticaret ve seyahat yasaklamaları getirdi.

Ortadoğu genelindeki Kürtler parçalara bölünürken, Irak içerisindeki Kürt grupların bölünmeleri de yoğunlaşıyor. Petrol fiyatlarının küresel çapta düşüşü ve bununla birlikte gelen mali kriz, Erbil’deki Kürt siyasal partiler arasındaki zaten kıl ipine bağlı olan güç paylaşımı düzenlemesini daha da sarsıyor. Siyasal anlamda daha çoğulcu bir yaklaşım için on yıldan fazla bir süredir çabalayan Irak Kürt parlamentosu bir yıldan fazla bir süredir kapalı. Ve bu, bölgenin nadir rastlanan demokratik başarı öykülerinden bir tanesinin zehirli bir güç savaşı nedeniyle tehlike altına atılışının sonucudur.

Kürt çözülmesi ayrıca bölgedeyi çevreleyen rakipler tarafından da körükleniyor. İran, Türkiye ve Arap devletleri Irak ve Suriye üzerinde baskı kurmaya çalışırken, Kürtler arasındaki bölünmeler de onları bu dış güçler için çekici temsili savaş noktası haline getiriyor. Farklı Kürt gruplar farklı dış destekçilerle işbirliği yapıyor ve bu işbirlikçiler de onlar arasındaki iç münakaşaları daha da körüklüyor.

Bu karmakarışık Kürt siyasetiyle ilgili olarak Amerikalıların şu soruyu sorması olağandır: ‘Bu konu ABD’nin ulusal güvenliği açısından ne kadar önemli?’ Cevap: çok!

Gerek Irak gerek Suriye’deki Kürt militan güçlerinin bölgede İslam Devleti’ne karşı yürütülen savaşın kazanılmasında büyük rolü oldu. Ancak İslam Devleti sonrasında bölgede barışın kazanılması hususunda Kürt siyaseti elzem rol taşıyacak. Kürtler bölünme ve iç savaş eğilimlerine devam ederlerse, İslam Devleti’nin yeniden hareketlenmesi için yer açılmış olacaktır. Böylesi bir durum, gücünü genişletmek ve etkisini arttırmak adına İslam Devleti’ne karşı yürütülen mücadeleyi kullanan İran’a da daha fazla güç verecektir.

ABD’nin her bir Kürt gruba olan yakınlığı bu grupların birbirlerine olan yakınlığından daha fazla. Dolayısıyla Washington sorunları çözemese dahi bu rakipler arasındaki muhalefeti dindirip İslam Devleti sonrasındaki Kürt yapılanmasının nasıl olacağına dair uzlaşmaya varmalarına yardımcı olabilecek konumda olan iyi bir arabulucu pozisyonunda.

Nihai olarak süper bir bölgesel Kürt devleti kurulması muhtemel değil. Böylesi bir ihtimal mevcut bölgesel güçler için kabus niteliğinde. Ayrıca Kürtlerin kendi aralarındaki siyasal bölünmeler de zaten böylesi bir oluşumu imkansız kılıyor.

Diğer taraftan, her ne kadar başarılması güç olsa da hedeflenebilecek bir çözüm mümkün: Irak ve Suriye’de güvenli, başarılı ve özerk yönetimleri, sabit sınırları ve sadece Kürt olmayan komşuları ile değil, daha da önemlisi Kürt komşularıyla ilişkileri de barışçıl olan iki ayrı Kürt yerleşim bölgesi kurulması. Kürtler tarafından yönetilecek olan sözkonusu bölgelerde güdülen siyasetin de kapsayıcı olması gerekecektir. Güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü ve demokratik hesap verme zorunluluğu gerçek istikrar ve güce ulaşılması için gereken koşullar olacaktır.

Kürtlerin, siyasal sorunlarını bir şekilde kendi başlarına halledebileceklerini varsaymak ya da her hangi bir çözümün İslam Devleti’nin mağlup edilişinin sonrasına – yani ABD’nin de bölgedeki etki ve hareket gücü de azaldığı bir döneme – ertelenebileceğini düşünmek felaketin davetçisi olur. ABD’nin, Irak ve Suriye topraklarında İslam Devlet adı altında oluşturulan totaliter rejimi sonlandırabilecek askeri kapasiteye sahip olduğundan kimse şüphe etmemeli. Ancak ABD’nin büyüklüğünü ölçecek olan asıl test, bu enkaz altından makul ve sürdürülebilir bir şekilde nasıl çıkılabilineceğiyle ilgili stratejik kapasitesini ortaya koymasıyla alakalı. Kürt stratejisini doğru ayarlanması başarının elde edilmesi açısından muazzam önem taşıyor.

* Washington Post’tan çeviren Burcu Gündoğan