Bugün hem liberal hem de İslamcı çevrelerce Cumhuriyet, “din düşmanı” gibi gösterilmeye çalışılsa da tarih bize bambaşka bir hikâye sunuyor. Modern laik bir ulus devlette, din ve ulemanın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki konumunu muhafaza edemeyeceği açıktır

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kuran

OYA GÖZEL DURMAZ

Ah inananlar ne çektiler şu Kemalistlerin elinden! Camiler ahıra çevrildi, ezanlar susturuldu, Kuran okunamaz hale geldi bu Müslüman memlekette!

Yukarıda zikrettiğimiz argümanlar Cumhuriyet düşmanlığının abc’si halinde yıllardır İslamcı çevrelerce ağızlarda gevelenir durur, peki gerçekten böyle mi olmuştur? Halk gerçekten kutsal kitabını okuyamaz hale mi gelmiştir tek parti döneminde?

Aslına bakarsanız bugün herkesin evinde Kuran varsa ve yurttaşlar Kuran’ı anadilinde okuyup anlayabiliyorlarsa; bu, tam da bugün “din düşmanı” olarak gösterilmeye çalışılan Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının çabalarıyla olmuştur. Şimdi Osmanlı’nın son dönemlerinden başlayarak Kuran’ın matbaada basılması ve Türkçeye çevrilmesinin serüvenini inceleyelim ve halkın kutsal kitabını okumasını engelleyenler kimlermiş, karar verelim!

Öncelikle bazı tespitler yapalım:

• Osmanlılar dönemine sıradan insanın okuyup anlayabileceği bir Türkçe Kuran çevirisi yoktu.

• Ayrıca okuduğunu anlayamayacak olsa da sıradan insanın el yazması Arapça bir Kuran satın alma imkanı da yoktu çünkü 1870’lere kadar Kuran’ın matbaada basımı yasaktı ve el yazması Kuran’lar halkın satın alamayacağı kadar pahalıydı.

Kuran’ın matbaada basımı Müslüman nüfusa sahip İran, Rusya, Hindistan gibi ülkelerde Osmanlı İmparatorluğu’na göre çok daha erken tarihlerde başlamış ve basılan Kuran’lar 1850’lerden itibaren bahsi geçen ülkelerden kaçak yollarla Osmanlı’ya getirilmiştir. Fiyatının ucuz olması dolayısıyla, halktan oldukça yoğun bir talep gören kaçak Kuran’lar karşısında Osmanlı yöneticileri öncelikle yasaklama yoluna gitmiş fakat engellemeler başarısız olunca, 1873’te Kuran’ın matbaada basımına izin vermek durumunda kalınmıştır. Açıktır ki bu değişim Osmanlı yöneticilerinin inisiyatifiyle değil, halkın talebinin zorlamasıyla gündeme gelmiştir. Bu talep ise yönetici sınıflardan olmayan okur-yazar bir kitlenin ortaya çıkmasıyla doğrudan alakalıdır. Bu yeni kuşak artık Kuran’ı başkasından dinlemek değil kendi okumak istiyordu.

Arapça Kuran’ın matbaada basımı ve dağıtımı bu tarihten itibaren başlamış olsa da, çeviri konusundaki yasağın sürdüğünü hatırlatmak gerekir. Abdülhamit döneminde Kuran’ın Türkçe’ye çevrilmesi yasak olduğu gibi bu konudaki girişimler de engellenmiştir. 1908’de Hürriyet’in ilanı ise Abdülhamit istibdadına son vererek yeni bir dönemin önünü açmıştır. Bu devrimci süreç Kuran’ın Türkçeye çevrilmesi girişimlerinin de gündeme gelmesine olanak sağlayacaktır.

1908’den itibaren -her ne kadar tercüme ismi kullanılmasa da- çeşitli dergilerde Kuran ayetleri “tefsir” adı altında çevrilmeye başlanmıştır. Bu dönemde tercüme ismi kullanılmadığı için konu üzerine pek bir tartışmanın da çıkmadığını görüyoruz. Bu sakin ortam 1912 yılında Musa Carullah Bigiyev isimli bir Rusya Müslüman’ının Halk Nazarında Bir Niçe Mesele adlı kitabında Kuran’ın tercüme edilmesini savunan görüşlerini yazmasına kadar sürmüştür. Adı geçen kitap Şeyhülislam tarafından “inanca aykırı fikirler” savunduğu gerekçesiyle yasaklanmış; ancak kitap yasaklanmış olmasına rağmen özellikle medrese öğrencileri arasında çok ses getirmiştir.1 Bigiyev’in kitabının çektiği ilgi ulema içinde muhafazakâr ve reformcu iki ayrı kanadın oluştuğunu da net bir şekilde gösteriyordu.

1914 yılına gelindiğinde İbrahim Hilmi adlı bir yayınevi sahibi tarafından Kuran-ı Kerim Tercüme ve Tefsiri adı altında Kuran’ın bazı kısımlarının Türkçe çevirisini içeren bir baskı yapılmıştır. Fakat çevirmenin Suriyeli bir Hıristiyan Arap olduğunun anlaşılması üzerine Şeyhülislamlık bu baskının dağıtımını yasaklamıştır. Anlaşılacağı üzere, bu gibi girişimler reform karşıtı ulemanın büyük tepkisini çekiyordu. Bu grubun en önemli temsilcisi son Osmanlı Şeyhülislamlarından Mustafa Sabri’ydi ve özellikle Türkçe Kuran’ın ibadetlerde kullanılabileceği kaygısıyla bu girişimlere karşı çıkıyordu. Sabri’ye göre sıradan Müslümanlar ayetleri anlamak istiyorlarsa, bu konuda ehliyet sahibi birine danışmalıydı.2 Mustafa Sabri’nin sözlerinin meali şuydu: Sıradan halk Kuran’ı anlayacak ehliyete sahip değildir, dolayısıyla bu ehliyete sahip insanların-yani ulemanın- halka dini anlatması gerekir. Mustafa Sabri bir bakıma egemen sınıf refleksi gösteriyor, ulemanın mevcut sınıfsal pozisyonunu koruması gerektiğini savunuyordu.

Oysaki aydınlanma ve modernleşme başkalarının anlatımına veya aktarımına bağlı kalmayı reddeden, kendi aklını kullanmaya cüret eden yeni bir insan tipini doğurmuştu. Reformcu kanadı temsil eden din adamları da muhafazakârlara karşı bu yeni insan tipinin ihtiyaçlarını savunuyordu. Mesele artık sadece inanmak olmamalıydı. Bakın reformcu kanadın temsilcilerinden Ubeydullah Efendi, Mustafa Sabri’yi ne şekilde eleştiriyor:

Siz Kuran’ın herkesin fehmine takrip olunmasını, tercümeyi tecviz etmeyerek, imkansız görerek, tercümeleri beğenmeyerek caiz görmeyen Müslümanlardansınız, bizler ise Kuran’ın hitabı umumidir, her Müslüman onu anlamakla mükelleftir, kim olursa olsun, her Kuran’ı anlayan elinden geldiği, dilinin döndüğü kadar o kitab-ı celili istediği lisana tercüme edecek, herkese anlatacaktır diyen Müslümanlardanız…

Bu mücadelede asıl mahalli niza nedir, bilir misiniz? İşte ben işin orasını ağzımda gevelemeden açık açık söyleyeceğim, dikkat:

Bilecek miyiz? İnanacak mıyız?

İşte mahalli niza budur. Bizim istediğimiz bilmektir. Herkes evvela bilmeli, sonra şayan-ı kabul olanı, yani hakkı alınır, batılı atılır.

Muhafazakârlar diyorlar ki: Hayır bilmeğe lüzum yok. Yalnız inanmalı.3

Yukarıdaki satırlar inanmayı ve bilmeyi temsil eden iki ayrı dünya görüşünün mücadelesine karşılık geliyordu. Bu mücadele, 1923’te Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle birlikte, bilmeye cüret edenlerin zaferiyle sonuçlanacaktı.

Cumhuriyet’in devrimci kadroları tabii ki Avrupa’daki reform ve devrim süreçlerinden haberdardı ve kendi ülkelerinin modern bir devlet olması yolunda aracısız bir dini ve dinini anlayabilen nesiller yaratmayı elzem görüyorlardı. Kemalizm’in aydınlanmacılığı geçmiş döneme ait saydığı itaatkâr tebaa yerine, hayatın her alanında olduğu gibi, dinsel alanda da rasyonel yurttaşı yaratmanın peşindeydi. Bu rasyonel yurttaş dinini kutsal kitabından kendi okuyup anlayabilmeliydi.

Cumhuriyet dönemine kadar Kuran’ın Türkçeye çevrilmesi yönünde yukarıda da değinilen çeşitli girişimler olsa da, ulemanın sert tepkisi karşısında hep geri adım atılmak durumunda kalınmıştı. Cumhuriyet’in ilanı ise bu noktada ciddi bir kırılma yaratmış ve bizzat Türkiye Büyük Millet Meclis’inin desteği ile Kuran’ın tercüme ve tefsiri işine girişilmiştir. Elmalılı Hamdi Yazır tarafından üstlenilen tefsir ve tercümeler 1935 ve 1938 yılları arasında basılmıştır.

Bugün hem liberal hem de İslamcı çevrelerce Cumhuriyet, “din düşmanı” gibi gösterilmeye çalışılsa da tarih bize bambaşka bir hikâye sunuyor. Modern laik bir ulus devlette, din ve ulemanın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki konumunu muhafaza edemeyeceği açıktır. Cumhuriyet’in kurucu kadroları da bu çerçevede Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Medeni Kanun’un kabulü ve Şeriye ve Evkaf Vekaleti ile Tekke ve Zayiveler'in kaldırılması gibi devrimci adımlar atmaktan çekinmemişlerdir. Ancak bu adımlar bir dinsizleştirme operasyonu değil, modern devletin oluşumu için elzem değişikliklerdi. Dolayısıyla, bu devrimci dönüşümlere karşı tepkileri de bir “mağduriyet hikâyesi” olarak değil, modern laik ulus devlete muhalefet temelinde değerlendirmek gerekir. Enteresandır, “din düşmanı” tek parti yönetimi Kuran’ı Türkçe’ye çevirmek için bütçeler ayırmıştır, bugün İslamcıların idolü olan Abdülhamit döneminde ise Kuran’ı Türkçeye çevirmek yasaklanmıştır!

osmanli-dan-cumhuriyet-e-kuran-292889-1.osmanli-dan-cumhuriyet-e-kuran-292890-1.

Dipnotlar:

1 Wilson, “The Qur’an After Babel”, ss. 143-148.

2 Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi cilt V (İstanbul: Eser Matbaası, 1977), ss. 1924-1927; Aydar, “Türklerde Kur’an Çalışmaları”, s. 178.

3 Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi cilt V, s. 1925.

4 Yusuf Şevki Yavuz, “Mustafa Sabri Efendi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt 31 (2006), ss. 350-353; Amit Bein, “’Ulama’ and Political Activism in the Late Ottoman Empire: The Political Career of Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi (1869-1954)”, Guardians of Faith in Modern Times: ‘Ulama’ in the Middle East”, ed. by Meir Hatina (Leiden: Brill, 2009), s. 85; Ali Sarıkoyuncu, “Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin Milli Mücadele ve Atatürk İnkılapları Karşıtı Tutum ve Davranışları”, http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-39/seyhulislam-mustafa-sabrinin-milli-mucadele-ve-ataturk-inkilaplari-karsiti-tutum-ve-davranislari