Soma’da yaşanan facia, AKP’nin tesis ettiği hegemonyada, hayatında gördüğü en sert kırılmaya yol açtı. Soma, işçileri canı pahasına, kurulu sömürü çarkını bütün boyutlarıyla afişe etti.

Otoriterleşme ve özgürleşme kıskacında işçi hareketi

ZAFER AYDIN- @zaferaydin63

2014, AKP eliyle yürütülen neoliberal dönüşümün tahribatlarının iyice ortaya döküldüğü ve direniş dinamiklerinin ucundan bile olsa kendini belli ettiği bir yıl olarak geride kalıyor. Geride bırakılan bir yıl değil aslında Nadir Göktürk’ün “Galata Köprüsü’nün Şarkısı”nda “günler çoğaldıkça azalıyor” dediği gibi, yıllar geçtikçe- tersini iddia edenler olsa bile- AKP’nin etkisi de, gücü de, ömrü de azalıyor. Otoriterleşme eğiliminin giderek yükselmesi de bu durumun göstergesi bir bakıma. Sadece uzun süre hükümet etmenin yorgunluğu değil söz konusu olan. Meşruiyeti, yarattığı üstünlük duygusu kayboluyor. Temsil ettiğini ileri sürdüğü değerlerle bağının, sadece ajitasyondan ibaret olduğu fikri yaygınlaşıyor. Sandıktan yüzde kaç oy alırsa alsın bu yıpranma hali giderilemiyor. Eski şaşalı günleri, “demokrasi kahramanı” olarak caka sattığı dönemleri artık çok geride kaldı. Liberallerin ve kendine “solcu” diyen bazı zevatın katkı ve desteği ile içeriğinden koparılarak dolaşıma sokulan “devrim”, “değişim”, “reform” gibi kavramlarla oluşturulan hegemonya büyük bir kırılma içinde. Gezi ile başlayan üstünlüğü kaybetme süreci Soma gibi dramatik bir olayla, 2014’de zirve yaptı. Galiba 2015 de,  emek cephesi ve emekçilerin hayatı açısından, 2014’te yaşanan bu kırılmanın etkisi altında şekillenecek.

Soma’da yaşanan facia, AKP’nin tesis ettiği hegemonyada, hayatında gördüğü en sert kırılmaya yol açtı. Soma, işçileri canı pahasına, kurulu sömürü çarkını bütün boyutlarıyla afişe etti. Türkiye’nin her tarafında yaşanan ve herkesin bildiği, gördüğü ama yeterince anlatılamayan bir melanet, bütün yönleriyle deşifre oldu. Propagandif büyüme rakamlarıyla anlatılan ekonomik gelişmenin insanlık dışı geri planı, açığa çıktı. Soma’dan yansıyan sadece, pür piyasa mantığının oluşturduğu sömürü çarkının gözler önüne serilmesi olmadı; AKP’nin neoliberalizmle olan bağının, temsil ettiğini ileri sürdüğü ve topluma uymasını önerdiği değerlerden daha önde olduğunu da gösterdi. Yaygın bir kanaat olan “Bunlarda Allah korkusu var, kimsenin hakkını hukukunu yemezler” anlayışı parçalandı. Ağızlarından düşürmedikleri “komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadisinin tersine komşuların aç yatırarak, ölümüne çalıştırarak servet sahibi olmakta, beis görmedikleri iyice belli oldu. İyice anlaşıldı ki, para söz konusu olduğunda din, hak, hukuk, adalet, vicdan, ahlak, etik onlar için sadece teferruatmış. Soma’da yaşanan katliam sonrasında yaptıkları açıklamalar, madenci yakınlarının bizzat dönemin başbakanı tarafından tartaklanması, danışmanı tarafından tekmelenmesi gösterdi ki, dini hassasiyetleri gereği, kendilerinin temsil ettiğini ilan ettikleri insani ve vicdani değerlerin hayatlarında bir karşılığı yokmuş. Bu, 17-25 Aralık operasyonları sonrasında “hırsız” damgası yiyerek yaşadıklarından daha büyük bir sorun yarattı. Soma’da ortaya çıkan vahamete rağmen hala top çevirmeleri, doğrudan çözüme yönelik adım atmak konusundaki isteksizlik ve bunu takip eden Torunlar ile Ermenek hadiseleri sorunu/kırılmayı daha da büyüttü. Bu sorunun yarattığı ezikliği, 17-25 Aralık sürecini imal ettiği argümanlarla atlattığını sandığı gibi, kolay atlatamayacaklar.

AKP’nin oluşturduğu hegemonyanın kırılması, çalışma hayatında iyi tasarlanmış bir makine gibi tıkır tıkır işlediğini düşündükleri çalışma rejiminin de yara almasına yol açıyor. AKP’nin 12 yıldır çalışma hayatında tesis ettiği biraz rıza, biraz tehdit, şantaj ve rüşvet ile sağladığı stabil durum sarılıyor. Aslına bakılırsa, neoliberal politikalar doğrultusunda, emek piyasalarını düzenleme konusunda, kendinden önceki iktidarları geride bırakan işlere imza attı AKP. Sosyal hakları önemli ölçüde budamış, taşeronu çalışma hayatının demirbaşı haline getirmiş, sendikal örgütlenmeyi zayıflatmış, işçi ücretlerini baskılamış, grev eğilimini düşürmeyi başarmış bir 12 yıl geride bıraktı. Büyük direnişlerle karşılaşmadan, ulusal ve uluslararası sermeye için mıntıka temizliği yaparak, bugünlere geldi. Ama artık eskisi kadar rahat hareket etme şansı azalıyor.

AKP tabanında yer alan işçilerde de öfke yayılıyor
Soma’dan sonra hem AKP’nin oluşturduğu çalışma rejimi, güvencesizlik düzeni hem de bunun karşısındaki sendikaların tavrı, tutumu sorgulanıyor. Her an büyük bir patlamaya dönüşebilecek bir öfke, hoşnutsuzluk alttan alta yayılıyor. Bu ruh hali sadece AKP karşıtı işçilerde yaygın değil. Sınıfın içinde AKP’nin tabanını oluşturan AKP ile hayatının değiştiğine, hastanede, eczanede kuyruktan kurtulduğuna sevinen, sınıf bilincinden uzak işçiler arasında da AKP’ye duyulan öfkenin arttığı gözleniyor. Bunun dolaysız sonuçlarından biri de tabandaki “sesiz desteği” bahane ederek Hükümetin işçi karşıtı uygulamalarına tepki vermeyen sendikaların yaşayacağı sıkışma olacak. Bu noktada Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışma hayatının sorunlarını görüşmek üzere Türk-İş’e yaptığı ziyareti, bir tür gaz alma ve aşağıdan oluşan tazyik karşısında Türk-İş yöneticilerine oksijen verme, zaman kazandırma gösterisi olarak da anlamak mümkün. Ama bu atraksiyonların şu saatten sonra işe yarayabilme ihtimali hayli zayıflamış durumda.

AKP, 2015’de kıdem tazminatının tasfiyesini, kiralık işçiliği, bölgesel asgari ücreti gündeme getirecek. Bu uygulamalarla güvencesizlik zemini daha da büyüyecek. AKP’nin bu hedefleri gerçekleştirebilmesi için işçilerin ikna edilmesi, sessizce rıza göstermesinin sağlanması artık daha zor. Dolayısıyla AKP, eline sopayı daha fazla alacak, daha fazla otoriterleşecek, daha fazla baskıcı politikalar uygulamaya sokacak. Bunun karşısında sendikaların iktidarın kontrolü ve denetimi altında günü kurtarma şansı pek yok. Ya gözlerini karartıp iktidar karşısında bağımsızlaşmayı, özgürleşmeyi göze alacak bir kopuş gerçekleştirecekler, ya işçilerin aşağıdan kabaran öfkesi onları da aşacak bir niteliğe sıçrayacak…

2014 öfkenin kabardığı, bıçağın kemiğe dayandığı, yeni deneyim ve mücadele imkânlarına işaret edilen bir dönem olarak geride kalıyor. Cam grevi gibi yeni haklar elde etme girişimleri, İnşaat işçilerinin, taşeron işçilerinin kendine alan açan örgütlenme deneyimleri, Sütaş’ta, Nestle’de sendikalaşma girişimleri, Ülker’de sendika değiştirme faaliyetleri, ICF işçilerinin, Maltepe Üniversitesi işçilerinin direnişileri, TPİC işçilerinin sondaj kulelerini işgalleri, çeşitli işyerlerinde oluşturulmaya çalışılan işçi komite- konseyleri gibi örneklerle ve mücadele çabalarının yoğunlaşma ihtimaliyle 2015’e gireceğiz. Bütün bu deneyimleri, eylemleri genel olarak rejimin, özel olarak çalışma hayatının daha da otoriterleşmesine karşı özgürleştirici dinamikler olarak da anlamalıyız. Bu dinamiklerin tamı tamına fonksiyonel olabilmesi, ekonomik taleplerle sınırlı kalmayan, demokratikleşme taleplerini de içeren  somut hedefler doğrultusunda bütünsel bir mücadelenin örgütlenmesine bağlı. 2015’de bunu başarmak çok mu zor?

* Sendika Uzmanı