Ovacık komünizmi yarayı sarar mı dersiniz?

HAYDAR KARATAŞ @Karatash20

Nedense yeninin peşinde koşan insan, gerçek hayatta eski duyguları arar. Eskiden izlediğimiz filmler, çocukluk arkadaşlarımız, eski günler, eski masalar, o eski hayatlar... o eski sevgili... o eski dost, ah o eski İstanbul, İzmir böyle sürer gider. Edebiyatta dahi ilk okuduğumuz romanların tadını ararız.
Belki de yeninin kalıcılığına duyduğumuz şüphedendir bu, kim bilir ya da aradığımız o yeninin bu olmadığına inandığımızdan, artık her neyse...
Ama ben, o eski Yeşilçam filmlerini dahi özlerim. Öyle bir özlerim ki, sıradan bir filmini izlerken dahi, oradaki saflık ve şeffaflığın nasıl da yürek burktuğunu görürüm. İşin doğrusu geriye dönüp baktığımda ne de “komünist” filmlermiş derim. Hiç bir filmde para kazanmazdı, fakir oğlan ve fakir kız mutlaka kazanır ve hep mutlu biterdi.
Hollywood sinemasında ise kötü adam akıllıydı, ama filmin sonunda o kötü adam ne yaparsa yapsın devlet aklına yenilirdi. Hani bazen de insan güzel bir rüya görür. O öylesine güzel bir rüyadır ki, ebemkuşağı salıncaktır altınızda, zıplar bir bulut kümesine oturursunuz, kelebek olur bir ovada uçarsınız, bir mavi açarsınız, öyle bir mavidir ki o, ova maviden boğulur sanırsınız, bir sarı açarsınız ve böyle deli divaneyken ve böyle mutluyken, bu güzel rüyanız bir kabusa döner ya...
İşte 1971 senesinde komünizm fikri Dersim’e geldiğinde bu kadar güzel bir rüyaydı. Bir görseniz ne kadar da güzeldi, hele biz çocuklar o devrimcileri gördüğümüzde nasıl da mavi açardık.
Açlığın masalını unutturmuşlardı bizlere ve yerine yeni bir dünya hayali getirmişlerdi. Nasıl oldu bilmem, kimine göre darbe zehirledi... ben inanmam... kimine göre ideolojik cinnet geçirdi... kimine göre içi dışı ideoloji oldu ve 1990’lara vardığında insanı unuttu...
Daha öncesi de vardır elbet, ama bin dokuz yüz doksan iki senesini yani Veli Kahraman biri on bir, biri on üç yaşında iki kızıyla beraber iple boğularak öldürülmesi sonrası Dersim’de gökyüzü bir daha hiç mavi açmadı, ebemkuşağı görünmedi. Ve 1938’de devletin bu köyler sürülmeli diye işaret koyduğu Dersim’in 451 köy ve mezrası sürgüne gönderildi. Şimdi hepsi sürgündedirler, yürekler Dersim diye ağlar, aaynen Anadolu Ermenileri gibi.
Geçenlerde 24 Nisan Anmaları için gittiğim doğu İsviçre’nin o küçük kilisesinde tanık oldum. Papaz Trabzonlu bir Rum, cemaat Ermeni, kimi Ordu’dan, kimi Kayseri, Sivas, Van’dan.
Sordum papaza,
“neden bu kadar azsınız,” diye.
Ah çeker gibi derin bir acıyla,
“eskiden üç yüz aile vardık, kiliselere sığmazdık.”
“Ya şimdi, nereye gitti o üç yüz aile,” dedim.
“Çoğu öldü, kimi huzur evlerinde. İlik gelenler evlenmiş, aynen Anadolu’daki gibi beş altı çocuk yapmışlar. Çocuklar birer ikişer doğurmuş, torunlar evlenmedi.” Bir şeyi söylemek istermiş gibi, “gençler evlenmek istemedi,” dedi. Anlamadım, sandım genç ahali var da Laz Papaz efendi, onların evlenmemesinden şikayetçi.
“Evlenmeyen o gençler nerede,” diye üsteledim.
“Gençler aha bunlar,” dedi. Döndüm baktım kiliseye. İçeridekilerin çoğu yetmişinde, yani genç diye seçmeye kalksanız kırk yaş altı bulamazsınız. Bunun neden böyle olduğunu sordum.
Dedi,
“İnsanlar çocuklarına bir gelecek vadedebilirse evlenir, biz burada kuruduk. Üstünde kültürümüzü kurduğumuz, yeşerdiğimiz toprak ayaklarımızın altından kayıp gitti. Gelenekleri de öldürdük, gençler çocuklarına hangi kültürü verecek?”
Böyle bir soruyla bundan bir iki yıl önce İsrail’de küçük bir Alevi Yahudi topluluk olan bir kadından duymuştum. Kökleri olan Anadolu Aleviliğini merak ediyordu, pek çok alevi derneğine gitmişti. Bana da geldi, Alevilerde kültürel aktarım yok, bayramları yok çocukların, özel günleri yok. Özel günleriniz nedir diye sorduğumda 2 Temmuz, Maraş, Gazi diye cevap verdiklerini söyledi.
Dersimlilerin evlenme yaş ortalamasının neden Türkiye ortalamasının çok üstünde olduğu o kadar basit olmasa gerek. Türkiye ortalaması 21, Dersim 37. Benim kuşak toptan evsiz bahtsız. Hadi biz içeri girdik derim, ama dışarıdaki arkadaşlarım da evlenmemiş, sevmemiş, mutlu bir yuva hayali kurmamıştı. Adını değiştirmiş, Hüseyin Rojhat olmuş, Dilif Kardelen, yeryüzünde insanoğlu özlediği ismi çocuğuna vermeyi hayal eder, onlar anne babanın kendilerine verdiği adı değiştirmekte bulmuş çareyi, öylesine küsmüş!
Ama her nasıl olduysa Ovacık’ta eski türden, bir komünizm doğdu. İnsana dokunan, o özlediğimiz eski Fatsaları, Dikili’yi bizlere hatırlatan...
Dersim söz konusu olduğunda, bu komünizm çok ama çok geç gelmiş bir komünizm. Orada 1976’ı sonrası silahın devri kapanmış halk sol fikriyatı kabul etmişti. İnsan böyle bir yeri göz nuru gibi korumaz mı? Dünyanın her yerinde sol fikir bir yerde hayat bulmuşsa devletler oralara müdahale etmek için gerekçeler aramışlardır, o yerleri savunanlar ise, ala bildiğine oraları şeffaflaştırmışlardır. Dersim’de silahla propaganda yapılacak insan yoktu. Ki işin aslı Dersimli devletten korkmaz, hani ağaç baltaya der ya, sen beni kesemezdin ama ne edeyim sapın benden diye. Evet o topraklar yenilmezdi, ama evladı ona küstü. Kırk yıldır evladı kendisine küsmüştür Dersim’in. Ta ki Ovacık’a bu komünizm gelene dek. Ovacık Komünizminin en büyük başarısı budur, insana dokunuyor. Yapabilir ve yaşarsa yara da saracak. Ovacık Komünizmi slogan atmak yerine traktör sürüyor, toprağın nemini hissetmek için elini toprağın içine sokuyor.
Onlar iyi çocuklar, belki hedefleri küçük, ama olsun. Kuru fasulyeler hele bir çiçek açsın, nohutlar bir karnını doyursun olur elbet bir şey.
Tabii Ovacık Komünizmi sadece Dersim’e değil Türkiye’deki karanlığa da dokunuyor. Yeter ki özlediğimiz o ‘eski’ sol olarak kalsınlar. Özlediğimiz o eski şarkılar gibi.
Büyük yazar Faulkner güzel demiştir, bu çağda fakirliğin çaresi vardır, yeter ki insan öldürmek yerine yaşatmayı düşünsün, ama kırılmış yürekleri hangi yemek iyileştirebilir ki?
Mesela sürgüne çıkmış bu Dersim geri döner mi dersiniz, yoksa Ermeniler gibi vardığı yerde kuruyup gidecek mi?