Kadına şiddetle sistemli mücadeleyi öngören İstanbul Sözleşmesi 1 Ağustos'ta yürürlüğe girdi. Hükümetin kadınlar lehine atmadığı her adım bu sözleşmenin ihlali anlamına geliyor

Övünüyor ama uymuyor

ÖMÜR ŞAHİN KEYİF - omursahin@birgun.net

Türkiye’de her gün ortalama beş kadın erkekler tarafından öldürülüyor. Kadın cinayetleri 2002- 2009 yılları arasında yüzde 1400 arttı. 2002’de, AKP iktidara geldiğinde Adalet Bakanlığı istatistiklerinde öldürülen kadın sayısı 66’ydı. Bu sayı 2003’te 83, 2004’te 164, 2005’te 317, 2006’da 663, 2007’de 1011, 2008’de 806 olarak tespit edildi. 2009'un ilk  altı ayında sayının 963 olduğu biliniyor. Sonrası yok.

Bugün Türkiye'de erkeklerin öldürdüğü kadınlara ilişkin istatistikler ancak gazete haberlerinden yapılan derlemelerle saptanabiliyor. Cinayetlerdeki dramatik yükseliş ilgiyi ölümlü vakalara çekse de; fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik, dijital şiddet ve fırsat eşitsizliği konusunda da durumun iç açıcı olmadığı açık.

GÜLBAHAR: 'MÜNFERİT DEĞİL'

Avukat Hülya Gülbahar'ın açıklamalarında altını çizdiği üzere, 2002-2009 arası veriler erkek şiddetinin münferit olmadığını kanıtladığı için, Adalet Bakanlığı takip eden beş yıl boyunca -tabi eğer tutuyorsa- hiçbir veriyi kamuoyuyla paylaşmıyor.
Hükümet sadece bilgi saklamıyor, aynı zamanda kamuoyunu yanlış bilgilendiriyor. Bianet'in yine gazete haberlerinden derlediği üzere, 2014’ün ilk 6 ayında koruma kararı altında öldürülen 11 kadına rağmen, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam'ın “Koruma altında öldürülen kadın yoktur” açıklaması bunun en çok konuşulan örneklerinden biriydi.

HAKLAR 'FİİLEN' GASP EDİLİYOR

Ancak Türkiye'nin ilk imzacısı olmakla övündüğü, 1 Ağustos'ta yürürlüğe giren ve İstanbul'da imzaya açıldığı için bu isimle anılan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, şiddetle mücadele sorumluluğunu hükümete veriyor, şiddeti toplumda kadın ve erkek arasındaki güç eşitsizliğine bağlıyor ve 'Veri topla, bu verileri düzenli olarak kamuoyuyla paylaş' diyor.

Aslında, Türkiye'de 2012 yılında yürürlüğe giren ve kadına şiddetin önlenmesi için bir dizi tedbir içeren 6284 Sayılı Kanun dahi uygulanmıyor. Kanunun takibi yapılmıyor, kamu görevlileri bilgilendirilmiyor, kadınlar hem şikâyet hem de yargı aşamalarında tekrar tekrar mağdur ediliyor. Bu gerçekler Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı'nın mayısta yayınladığı 6284 Sayılı Kanunun Uygulamalarına Dair İzleme Raporu'nda yer alıyor. Başka bir deyişle rapor, 1 Ağustos'tan sonra atılmayan her adımın, İstanbul Sözleşmesi'nin de ihlali anlamına geleceğini de ortaya koyuyor.

İstanbul Sözleşmesi'nde yer alan bazı maddeleri Mor Çatı raporundan aldığımız verilerle yan yana getirince, içinde bulunulan durum berraklaşıyor:  

>>Sözleşme, “Taraflar, kadına yönelik şiddet eylemlerinde bulunmaktan kaçınır;  devlet adına faaliyet gösteren yetkililerin bu yükümlülüğe uygun hareket ettiklerini temin eder” diyor. Ancak devletin en üst kademeleri, kadınları hedef gösteren, güçsüzleştirmeyi hedefleyen açıklamalar yapıyor. Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığı sürecinde sarfettiği “Kadın-erkek eşit değildir” ifadesi devletin tüm kurumlarına sirayet etmiş durumda. Dün, Cumhurbaşkanı olarak yaptığı konuşmasında yer alan  “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, fıtrata terstir” ifadeleri şiddet ve ayrımcılık uygulayıcısının 'başına bir şey gelmeyeceği' konusundaki inancını güçlendirerek, onu buna teşvik ediyor.

>>Sözleşme, “Mağdurun ihtiyaç ve haklarının yanı sıra ikinci kez mağdur olmamasının nasıl engelleneceğine ilişkin uygun eğitimi sağlar veya bu eğitimi takviye eder” diyor. Ancak şiddet yaşantısından uzaklaşmak isteyen kadınların muhatap olduğu kurumların bilgisizliği nedeniyle kadınların mağdur edildiği biliniyor. 

>>Sözleşmede, “Şiddet sonrası iyileşmelerini kolaylaştıracak hizmetlere erişimlerini sağlamak üzere gerektiğinde, yasal ve psikolojik danışmanlık, mali yardım, konut, eğitim ve iş bulma desteği gibi tedbirleri” deniyor. 6284 Sayılı Yasa'da öngörülmesine rağmen, geçici maddi yardım, mesleki danışmanlık, iş bulma desteği, geçici barınma yeri desteği, psikolojik destek, kreş desteği gibi desteklerin etkili biçimde sağlanmadığı görülüyor.

BARINMA İMKANI SAĞLAMAK ZORUNDA

>>Sözleşmede, “Mağdurlara güvenli barınma imkanı sunmak ve yeterli sayıda, kolay erişilebilir ve uygun sığınma evleri kurmak üzere tedbirleri alır” deniyor. Şu anda 2 bin 190 kapasite ile toplam 123 kadın sığınağı bulunuyor. Oysa, Belediyeler Kanunu’na göre büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50 bini geçen belediyelere kadın ve çocuklar için sığınak açma görevi veriliyor. Kadın sığınağı için bu kanunun gerekli gördüğü 50 bin nüfus, yenilenen belediyeler kanununda 100 bine çıkarılarak ihtiyacı karşılayamayacak kadar yükseltilmiş durumda.

>>Sözleşme “Taraflar herhangi bir ziyaret veya velayet hakkının mağdurun veya çocukların haklarını ve güvenliğini tehlikeye düşürmemesini sağlamak üzere tedbirleri alır” diyor. Oysa şiddet uygulayanın çocuklarla kişisel ilişkisine sınırlamalar getirilmesinde sıklıkla sıkıntılar yaşandığı görülüyor. Öte yandan sınırlama getirilmiş olmasına rağmen, okul idarecileri tarafından, 'gizli kayıt' edilen çocuklar hakkında şiddet uygulayana bilgi verildiği vakalar görülüyor.

POLİS BARIŞTIRMAYA ÇALIŞIYOR

>>Sözleşme “şiddete ilişkin arabuluculuk ve uzlaştırmanın, alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerinin yasaklanmasını” öngörüyor. Ancak Mor Çatı'nın dayanışmada olduğu kadınlar karakolda arabuluculuk yapılıp şiddet uygulayanla tekrar bir araya getirilmelerine çalışıldığını, katta kendilerine barıştığını taahhüt eden kağıt imzalatıldığı belirtiyor.

>>Sözleşmede yetkili makamlara şiddet failinin, mağdurun ikametini 'yeterli zaman içinde' terk etmesini emretme ya da failin mağdurla irtibata geçmesini yasaklama yetkisi veriliyor. Mor Çatı'nın raporunda şöyle deneyimler bulunuyor: “Uzaklaştırma kararı talebinde bulunan bir kadın, savcının 'Bir tokat için uzaklaştırma mı verilir' diyerek kararı reddettiği belirtti. Şiddet uygulayan eşini evden uzaklaştırmak için savcılığa başvuran bir kadına 'Ben nerden bileyim şiddet gördüğünü belki de kocanı uzaklaştırıp sevgilini eve alacaksın' denildi ve talebi reddedildi.”

Sadece bazı maddelerini burada özetleyebildiğimiz, İstanbul Sözleşmesi, Anayasa 90. maddesi uyarınca artık Türkiye iç hukukunun bir parçası. Yani artık Türkiye, kadına şiddetle mücadele için bir dizi önlem sıralamanın yanı sıra şiddete karşı sistemli bir mücadele yürütülmesini zorunlu kılan sözleşmeye uymak zorunda. Yani hükümet, yaşanan kadın katliamı konusunda Meclis'in olağanüstü toplanmadığı; kadın örgütleriyle temasa geçerek, onların talepleri doğrultusunda bir acil eylem planı yapmadığı ve kadınlar aleyhine politikalarından vazgeçmediği her dakika, bir uluslararası sözleşmeyi ihlal ediyor.