Otobüste hep aynı yolcularla karşılaşıyordum, sabah aynı durakta inen telaşlı bir genç kız, ezilmekten son anda kurtulan yaşlı adama aynı ses tonuyla bağıran kızgın şoför, yolcular arasında geçen önemsiz konuşmalar

Oyun ve ceza*

> KADİR AYDEMİR www.kadiraydemir.com @yitikulke

Her sabah bayat ekmekleri topluyor, önce biraz suya bandırarak yumuşatıp, sonra yırtık olduğunun farkında bile olmadığı bir eski poşete dolduruyordu. Kalın ve inatçı bir poşetti bu, üzerindeki yazılar adeta silinmişti. Oradan her geçişimde saatime bakıyordum, bu adamla akreple yelkovanın hep aynı açıda olduğu bir anda karşılaşmak garibime gitmeye başlamıştı. Ekmeği elinde ufalıyordu, gözlerini göremiyordum ama üzerindeki kıyafetten bir çöpçü olduğunu anlamıştım. Bu fosforlu giysi karşısında sabahın ilk ışıkları öyle cılız kalıyordu ki… Süpürge ve kova ise biraz ilerisinde gelişigüzel bir yere bırakılmıştı. Adamın elleri iriceydi. Onu her sabah aynı anda aynı şeyleri yaparken görmek canımı sıkıyordu. Bu şehre yeni atanmıştım ve işimi seviyordum, ama ters giden bir şeyler vardı sanki.


• • •
Otobüste hep aynı yolcularla karşılaşıyordum, sabah aynı durakta inen telaşlı bir genç kız, ezilmekten son anda kurtulan yaşlı adama aynı ses tonuyla bağıran kızgın şoför, yolcular arasında geçen önemsiz konuşmalar… Her şey birbirinin tekrarıydı adeta. Bu ritmi bozan tek şey yan komşum sanırım; bir fahişe mi değil mi çözemedim. Her gece evine farklı bir adam geliyor ve sevişirken attığı çığlıklar duvarı aşıp kulağımın içine işliyor. Heyecanlanmıyor değilim, tam uykuya dalacakken uyanıp kulağımı duvara yaslıyorum, adeta yanlarındaymışım gibi oluyor. Sesler bir süre sonra hep aynı yerde, aynı uzunlukta yayılıp, tüm nesnelere çarpıp halının altına girerek, duvarın en zayıf yerinde yok oluyor.
• • •
Evet, anlamalıydım; ben geldiğimden beri buralarda garip şeyler oluyordu.
Bir sabah göl kenarından geçerken ansızın durdum. Belki de bunu hiç yapmamalıydım… Ayaklarım beni daha fazla ileri götürmüyordu. Ekmekleri, kararmış elleriyle ufalayıp güvercinlere veren adama doğru yaklaştım. Yaşamını ufalıyordu sanki… Çevremdeki herkesin benimle birlikte durduğunu, bakışların bana doğru çevrildiğini o an sezememiştim. Bu adam kimdi ve neden hep aynı sayıda kuş vardı çevresinde? Yüzünü çok merak ediyordum. İyice sokuldum ona. Kuşlar ayak seslerimden rahatsız olmamışlardı. Göl yavaşça çekilmeye başlamıştı. Hava hızla kararıyordu. Büyük saat kulesinde tek tık yoktu. Bir köpek havlıyordu. Her sabah beni selamlayan gazete bayisindeki adam ilk kez başını dışarı uzatmıştı. Bir pencere açılmak üzereydi. -Onların yaşamına müdahale mi etmiştim yolumu değiştirmekle? Bunun cevabını bilmiyorum.- O an hiçbir şey umurumda değildi ve adamın yüzünü görmek için diz çöküp eğilmiştim. Şaşkındım. Adam kördü. Ekmeği bıraktı. Hafif bir rüzgâr çıkmıştı. Kuşlar kaçmıyordu, adam hiç konuşmuyordu. Saatime baktım, neden sonra etrafımda büyük bir kalabalığın toplandığını anlayacaktım. Birdenbire, çarpık dudaklarının arasından “Oyunu bozdun” diye mırıldandı adam, “Kaç buradan, yoksa benim gibi cezalandırılırsın!” Onu sadece ben duymuştum. Buna yemin edebilirim. Bana iyilik yapmaya çalışıyordu. Güvercinler havalanmaya başlamıştı. Kötü bir şeyler olacağını hissettim. “Kör bu kuşlar! Bu adam kör! Neler oluyor! Hey! Neredeyim ben! Ne yapıyorsunuz? Dokunmayın bana!” diye bağırmaya başladım. Ensemde bir acı hissettim. Etrafımda insanlar vardı. Her şey gittikçe bulanıklaşıyordu. Gözlerim kapanıyordu. Karanlık. Tek hatırladığım bu. Oyundan atılmıştım. Karanlıkta bekliyorum. Kuş sesleri duyuyorum ara sıra. Sadece kuş sesleri.

* Yazarın yakında Yitik Ülke
Yayınları’ndan çıkacak olan
“Ay Yağmurları” adlı yeni öykü
kitabından tadımlık bir öykü.