Yine neredeyse tüm “haber” kanallarından aynı ses yankılanıyor: “Denizlerimizin kenarlarını, orman alanlarını betona çevirme gayretinde olanlar var. Orman falan kesiyor, götürüyorlar. Dikey mimari yapayım, malı götüreyim.” Tepkileriyse bir dost sohbetinde duyuyorum: “Esas gündemi kamuoyuna taşımayalım diye, bizi oyalamak için yapıyorlar. Orman da, Mozart da, poşet de, Anayasa ihlali de birer oyun. Aman ha bu oyuna […]

Yine neredeyse tüm “haber” kanallarından aynı ses yankılanıyor: “Denizlerimizin kenarlarını, orman alanlarını betona çevirme gayretinde olanlar var. Orman falan kesiyor, götürüyorlar. Dikey mimari yapayım, malı götüreyim.”

Tepkileriyse bir dost sohbetinde duyuyorum: “Esas gündemi kamuoyuna taşımayalım diye, bizi oyalamak için yapıyorlar. Orman da, Mozart da, poşet de, Anayasa ihlali de birer oyun. Aman ha bu oyuna gelmeyelim”.

Anayasanın 94. Maddesi’ni açıkça ihlal ederek TBMM Başkanı olarak belediye seçimlerine girecek olan Binali Yıldırım, “seçim siyasi faaliyet değildir” cümlesiyle hayatımızdaki birçok gerçekliği özetleyivermişti. Özetin açılımı şu: Saray diyor ki, Anayasa ihlal edilecek bir paçavradır, seçimler adil ve güvenli değildir, rejim katılımcı bir demokrasi olmadığından seçimler de artık siyaset değildir.

İlk açıklama da birçok gerçekliği özetliyor. “Götürme” ekonomisi kurduk, diyor. Ormanları kesen malı “götürüyor”. Tek imzalı imar izinleriyle, kamu ihale kanununu delik deşik ederek dağıtılan kamu rantıyla, özelleştirmeleri ihalesiz yapan işletme hakkı devriyle bir dikey ekonomi var ettik, diyor. Öyle dikey ki sadece en tepesindeki aile şirketinin ortakları faydalanıyor. Malı “götürüyor” olanlar açık.

Hakikaten bu söylemi ve eylemliliği gündem değiştirmek için yaptıklarını mı düşünüyoruz? Yoksa kurdukları ve kurmak istedikleri gerçekliğin bu olduğu, bizim de gündemimizin tam olarak bu olması gerektiği gerçeğini görecek miyiz?

Veriler gündemin tam da bunlar olduğunu gösteriyor. Hem de halkın gündemi. Kasım 2018’de takvim etkilerinden arındırılmış sanayi üretimi geçen yıla kıyasla yüzde 6,5 düşmüş. Ağır bir üretim çöküşüne işaret ediyor. 2008-2009 krizine benzer bir eğilim gösteriyor. Üstelik o zaman dünya, bu krizle mücadele için para pompalamıştı da, birçok sorunumuzu halının altına süpürerek bugün yaşanılan kaçınılmaz krizimizi ötelememize fırsat olmuştu. Şimdi bu ihtimal de yok denecek kadar az. Bu sefer kriz daha uzun soluklu olacak, çıkış zor olacak. Sanayi üretimi çöküşü konkordatoların, iflasların, işsizliğin habercileri… Halkın gündemi de burada yatıyor işte. İş bulamamanın ağırlığı, işini kaybetmenin endişesi, üretemeyecek olmanın ağırlığı, bugünün yükü ve yarının karanlığı… Nitekim dün açıklanan resmi rakamlara göre son bir yıl içinde 500 bin kişi daha işsiz kalmış. İşsizlik oranı yüzde 11,6 ile son 20 ayın en yüksek seviyesinde. Gençlerde işsizlik 3 puanlık artışla yüzde 22.3’e çıkmış durumda.

Halkın bu gündemini siyasete taşımak, başta toplumsal muhalefetin paydaşı olan siyasi partiler ile sendikalara ve sivil toplum kuruluşlarına düşer! Peki bu gündem bizi oyuna getirdiklerini düşündüğümüz gündemden farklı mı? Hiç değil. O gündemin ta kendisi!

“Seçim siyaset değildir” diyerek yıkılan demokrasinin olmadığı yerde, Anayasa ihlalini normalleştirerek yıkılan hukukun olmadığı yerde sanayi üretimi böyle çakılır. Doğayı, ormanı yok eden, rantçı anlayışla ekonomiyi dikeyleştiren vahşi kapitalizm ve onun temsilcisi Saray rejiminin ekonomik düzeni değişmedikçe sanayi üretimi de, iş imkânları da, hayatlarımız da böyle çakılır.

Bize düşen halka yaşadığı işsizliğin, endişenin, zamların, ekonomideki eşitsizliğin ve adaletsizliğin işte bu demokrasi, hukuk ve üretim kapasitemizin yıkımının sonucu olduğunu anlatmaktır. Halkı bu mücadeleye ortaklaştırmaktır. Sorun yokmuş gibi yaparak gündemin değişmesine izin vermek değil, gündemin ta kendisinin bu olduğu gerçeğinden bir siyaset kurmaktır.

Seçim siyasidir. Anayasa ihlali siyasidir. Doğayı yok eden, hayatlarımızı güvencesizleştiren rant ekonomisi siyasidir. Gündemimiz tam da budur! Meseleyi siyasileştirip, kamuoyuna taşımak kararlılığı yerine, oyuna geliyoruz, diyerek kaçtıkça kriz büyüyor. Toplumsal muhalefetin “oy”larıyla bu oyunu bozmasının vakti geldi de geçiyor!

“Oy”larımız doğası gereği karşıtlıklar üzerine kurulan siyasette tercihimizi ortaya koyma fırsatıdır. Oylarımızla oyunu değiştirmemiz mümkün. Ancak unutmayalım ki oyunu, oylarımıza indiren anlayışa itiraz edersek, siyaseti gerçek hayattan kopartan tüm aktörleri ve siyaseti değiştirirsek, siyaseti hayatla ve halkla buluşturacak bir dönüşümü var edersek, varacağız o gerçeğe… Oyunu değiştirmemiz mümkün.