İslamcı hareket son 50 yılda kesintisiz biçimde yükselen tek siyasi akım. Bu gerçeğin arkasında İslamcıların düzenin kendisinin içinde yer bulmasının önemli etkisi var. Ancak yine de Türkiye sağının en radikal kanadını temsil eden bu siyasi akım, hâlâ düzen güçleri tarafından mağdur edilebildiğini söyleyebiliyor.

Öz vatanında parya olan ücretli sınıflardır

OZAN GÜNDOĞDU

“Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya”… Necip Fazıl Kısakürek’in Sakarya Türküsü şiirinin içinde geçen bu ifade, Türkiye İslamcılığının da önemli sloganlarından birisi olageldi. Buna göre devlet, halkın Müslüman inancı paylaşan genel çoğunluğunun değerlerinden uzaklaşmış, Müslüman'a sırtını dönmüştü. Müslüman halk kesimleri de böylece mağdur olmuş, öz vatanında parya muamelesi görmüştü.

Bir siyasal akım olarak İslamcılığın mücadele pratiği içinde önemli yeri olan bu ifade, aynı zamanda İdris Küçükömer, Şerif Mardin, Ahmet İnsel gibi ‘İslamcı olmayan’ akademisyenlerce de ele alındı. Buna göre düzenin merkezini elinde tutan Kemalist elitlere karşı, Müslüman geniş halk kesimleri çevreyi oluşturuyordu. Zaten Kemalizmin demokratikleşme gibi bir perspektifi de bulunmuyordu. O halde çevrenin merkeze yürümesi demokratlarca desteklenmeliydi. Zaten Batı’nın aksine Türkiye’de sosyal sınıflardan bahsetmek tartışmalı bir konuydu. O halde çatışma dinamiği kültüreldi. Türkiye siyaseti işte bu merkez-çevre çatışmalarının çıktılarıyla vücut bulmuştu. Bu çizginin devamcıları, AKP’nin iktidara gelişini ve devamında gücünü derinleştirdiği adımlarını, çevrenin, merkeze yerleşmesi olarak okudu ve alkışladı. Alkışladı çünkü anti-demokrat merkezin ancak çevrenin müdahalesiyle çözüleceğini ve böylece demokratlaşacağını düşünüyorlardı. Bu bakış açısı Avrupa tarafından da desteklenince Türkiye’de belirli çevrelerde iyice popülerleşti veya itibar görmeye başladı. 2000’li yıllar hatta 2010’lu yılların da bir kısmı böylece İslamcı bir hareket olan AKP’nin demokrat olduğu zannıyla heba oldu. Bugünden bakıldığında şaşırtıcı gelse de, bundan çok değil sadece 10 küsur yıl önce ülkenin sayılı üniversitelerinin nitelikli sosyal bilimcileri, AKP’den “demokrat” çıkarmak için sayfalar dolusu makaleler kaleme aldı. Bu entelektüel körlük yüzünden, İslamcıların elindeki her ilave güç yoğunlaşması, kendilerine demokrat diyenler tarafından eşine az rastlanacak kadar trajikomik biçimde alkışlandı.

Öte yandan bu entelektüel körlük, bugün tarih önünde mahkûm edilmiş görünüyor. Ancak körlüğe neden olan “AKP ezilen Müslüman geniş yığınların merkeze yerleşmesidir” biçimindeki önerme aynı sertlikte yargılanmıyor. Durum böyle olunca, İslamcı taarruza sessiz kalınabiliyor. Halbuki bugün elimizde bulunan deliller, siyasal İslamcıların Türkiye’nin kurulu düzeninin bizzat merkezinde konumlandığını ortaya koyuyor. Hem de yaklaşık 70 yıldır…

Arıtma Partisi, İslam Koruma Partisi, İdealist Parti, Türk Muhafazakar Parti, Serbest Demokrasi Partisi… Bunlar çok partili hayatın başlamasıyla birlikte 1945 ile 1950 arasında kurulmasına müsaade edilmiş ve Türkiye’nin laik düzenini eleştiri konusu yapmış İslamcı/muhafazakâr partiler. Aynı dönemde Türkiye Sosyalist İşçi Partisi Mayıs 1946’da kuruldu ancak aynı yılın aralık ayında yasaklandı. Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi’nin de 1946 Aralık’ında kapısına kilit vuruldu. Ülkenin müesses nizamı o yıllar için laiklik karşıtı hareketleri tehdit olarak saymak bir yana asıl tehdit olan komünizmle mücadelede kullanışlı buluyordu. Devamında 1948’de 10 ay süreli imam-hatip kursları açıldı. CHP’nin açtığı bu gediği Demokrat Parti genişletti ve 1951’de yedi ilde ortaokul seviyesinde dört yıllık imam hatip okulları öğretime başladı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’nin de Said Nursi’yle yakın ilişkisi kaynaklarda bulunuyor. Nitekim aynı yıl imam hatip okullarının çoğaltılması amacıyla İlim Yayma Cemiyeti kuruluyor. İlerleyen dönemde 100’ü aşkın imam hatip okulu açan İYC’ye, ilerleyen yıllarda kamu yararına dernekler statüsü verildi. 1976 yılında imam hatip okullarına kız öğrenciler de alınmaya başlıyor ve eğitim birliği tümüyle rafa kalkıyor.

Sadece bunla sınırlı değil. Çevrede olduğu iddia edilen İslamcı hareketin bu yıllar içinde iki güçlü cemaat kurmasına müsaade de ediliyor. Nurcular ve Süleymancılar… Her iki yapı da düzenin sınırları içinde örgütleniyor. Her iki yapının da henüz 70’li yıllarda sayısı yüzlerle ifade edilen öğrenci yurdu olduğu biliniyor. Bunun dışında Nakşibendi tarikatının çeşitli kollarının ileri gelenleri de siyasete giriyor. Örneğin Süleymancıların lideri Kemal Kaçar aynı zamanda Adalet Partisi’nden milletvekili yapılıyor. O kadar ki, bu kollardan biri olan Gümüşhanevi Dergâhı, Milli Görüş hareketinin ilk partisi olan Milli Nizam Partisi’nin kurulmasına ön ayak oluyor. Necmettin Erbakan’ın aynı dönemde Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı olması ise bir başka konu.

Milli Nizam Partisi, Türkiye’nin düzeni tarafından tasfiye edilmişse de ardından gelen Milli Selamet Partisi iki hükümette koalisyon ortağı olabiliyor. Bu süreçte İslamizasyonun ateşleyici gücü imam-hatipler tüm yurda yayılmaya devam ediyor. 1974-75’te Ecevit 29, Demirel 1975-78 arasında 233 adet imam hatip okulu açıyor.

İslamcı hareket son 50 yılda kesintisiz biçimde yükselen tek siyasi akım. Bu gerçeğin arkasında İslamcıların düzenin kendisinin içinde yer bulmasının önemli etkisi var. Ancak yine de Türkiye sağının en radikal kanadını temsil eden bu siyasi akım, hâlâ düzen güçleri tarafından mağdur edilebildiğini söyleyebiliyor.

Son örnek İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un eşi Fatmanur Altun’dan geldi. Altun’a sosyal medyada bir kişi “İslam’la ilgisi yok bu aç köpeklerin” diyor ve Altun bu kişiye hakaret davası açıyor. Mahkeme ise davayı beraatla sonuçlandırıyor. Altun’un mahkeme kararına verdiği cevap düşündürücü: “İslam’la ilgileri yok bu aç köpeklerin” ifadesi hakaret değilmiş. Ayrıca bu ifadenin “olgusal temeli” varmış. Yani “deney/gözlemle doğrulanabilecek kadar doğru” bir ifade imiş “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” Söyleyecek başkaca da söz bulamıyorum. Çok ama çok üzgünüm" Fatmanur Altun siyasi iktidar tarafından kollanan TÜRGEV’in başkanı. Aynı zamanda THY’nin yönetim kurulu üyesi. Eşi, İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a en yakın isimlerden. Ancak yine de “öz yurdunda garip, öz vatanında parya” olduğunu iddia edebiliyor. Buna belki kendisi de inanıyor. Ne de olsa faşizmin en önemli marifeti kitlelerin gerçekle bağını koparmasıdır.

Fakat Altun’un bu absürt veryansını, geçmişe ilişkin de fikir vermiyor mu? 70 yıldır, sınıf siyaseti üzerinden yükselen sola karşı, ordunun, TSK’nin ve sermayenin taşeronu olagelmiş siyasal İslamcılar, ülke sağının en radikal kanadı olarak iktidara hiç doyamadılar. Cumhuriyet tarihinin en güçlü iktidarını kurdular ancak yine de öz yurtlarında garip olduklarını iddia edebiliyorlar. Neyse ki, geçmişteekinin aksine buna inanan kalmadı.