Şeyler ve insanlar başlangıç aşamasında hep kendilerini gizlemeye zorlanırlar, gizlenmek durumundadırlar. Başka ne yapabilirler ki?

“Şeyler ve insanlar başlangıç aşamasında hep kendilerini gizlemeye zorlanırlar, gizlenmek durumundadırlar. Başka ne yapabilirler ki? İçine düştükleri kümeye henüz ait değillerdir ve dışarıda bırakılmamak için, o kümeyle paylaştıkları ortak nitelikleri öne çıkarmak zorundadırlar. Bir şeyin özü asla başlangıç aşamasında belirmez, ortalarda, gelişmesinin akışı içinde, kuvvetleri pekiştiğinde ortaya çıkar.” (Bergson)

Bu haftaki yazımda niyetim; Bergson’un tezinden yola çıkarak bir deneme yapmak. ‘Şeyler’ yerine fotoğrafı, ‘insanlar’ yerine de çocukları koyarak yol alacağım. Bergson’a hakkını verip, postmodern dünyaya tırnaklarımı çıkaracağım.

Başlangıç aşamasından bahsediyor Bergson... Soru şu; başlangıçta fotoğraf doğal algılanımını taklit etmiş midir? Evet, fotoğrafın keşfi ve hemen sonrası yıllarda pelikülde görünenin doğal olanın bire bir taklidi olduğu kanısı yaygınken, fotoğraf ‘gerçek’ olanın yansımasıydı. Toplumdaki kabul buydu, diyelim. Ancak öznelliğin (fotoğrafçının) katkısının, görünendeki anlamı belirlediği çok geç olmadan anlaşıldı. Fotoğraf, gelişmesinin akışı içerisinde kuvvetleri pekiştiğinde görsel küme (grafik, resim, fotoğraf, sinema) içindeki yerini belirginleştirdi.

Göstergeler herhangi bir nesnenin karşılığı olduğu sürece, semantiğe (anlambilim) göre gösterge aracılığıyla tanımlanan nesneyle sürekli bir ilişkiyi içerir. (örn; gerçek ağaç, fotoğraftaki ağaç) Sanatçının amacı herhangi bir nesneyi yalnızca yansıtmak değil, onu anlam taşıyan bir duruma getirmektir.

Durum böyleyken fotoğrafın ya da başka bir değişle fotoğraf dilinin yüklendiği ‘anlam’ fotoğrafın kuvvetini pekiştirdi ancak, aynı zamanda ‘anlam’ da manipülasyona açıldı. Teknoloji ve iletişim ağlarını elinde bulunduranlar ‘anlam’ı kendi lehlerinde değiştirme oyunlarına girdiler. İşte bu aşamada fotoğraf araçsallaştırıldı...

Tıpkı çocuk oyunlarında ve oyuncaklarında olduğu gibi...

Şimdi de Bergson’un sözünde geçen ‘insanlar’ yerine ‘çocuklar’ı koyup değerlendirirsek şöyle bir düzleme ulaşabilir miyiz?

Yetişkinler gibi çocuklar da ilk bulundukları ortamda kendilerini gizlerler. İçinde bulundukları küme ile iletişim kurmaya çalışırlar. Genellikle oyunlar ve oyuncaklar ilk temasın araçları olur. Başlangıç aşamasında özünü ortaya çıkaramayan çocuk, ortalarda, gelişmenin akışı içinde kendini gösterebilir. Ancak ‘geleneksel oyun kültürü’ içerisinde bu gerçekleşirken, ‘modern’de durum farklılaşmıştır. Şöyle ki; daha çok grup oyunlarının olması, oyunların genelde açık alanlarda oynanması, çoğu oyunun hareket içeren özelliklere sahip olması, oyun arkadaşlıklarının birlikte olması ve iyi tanımlanmış sosyal ilişkilerin varlığıyla karakterize olan ‘geleneksel oyun kültürü’ günümüzde giderek değişmekte. Sokaklarda görebildiğimiz çocuk oyunları giderek ortadan kaybolmakta, hatta çocuk oyunları düşüncesi zihnimizden yavaş yavaş silinmekte... Eskiden sosyal oyunlar ön plandayken, çocuklar oyun kültürünü kültür aktarımıyla edinirken ve daha doğal aynı zamanda kendi yaratıcılıklarını ön plana çıkaran bir oyun kültürüne sahipken -ki bunda geleneksel toplumların paylaşımcı ve birleştirici yapısı etken olmaktadır- modern oyun kültüründe örneğin bilgisayar oyunlarının etkisi farklı oldu.

‘Modern oyun kültürü’nü karakterize eden özelliklere baktığımızda ise; -daha az grup oyunu, yaratıcılığın körelmesi, sosyal oyunların dolayısıyla özgürce kurulan oyunların yok oluşu, çocukların ve oyunların iç mekânlara taşınması, farklı yaşlardaki çocuklarla daha az ilişki, bireyselleşme ve değişen sosyal ilişkilerle farklılaşan günlük yaşam- kent kültürü ve tüketim kültürünün sonucunu görürüz.

Eskiden basit tel parçasıyla yaptığımız tekerlek, kibrit kutularından tren, kağıttan yaptığımız çatapatlar ve uçurtmalar, gazete kağıtlarını çoraba doldurarak ürettiğimiz top gibi oyuncaklar -daha da sayabilirim/z/- ve tek bir mıhla toprağa çivi saplama, sopalarla çelik-çomak vd. oyunlar yaratıcılığımızdı ve gelişmemizi pekiştirdi. Genelde benzer ekonomik düzeylerdeki çocuklar aynı ya da benzer oyunları ve oyuncakları biliyorlar. Küreselleşmenin oyun ve oyuncak pazarı ile ilişkisi ise çocukların oyun ve oyuncak kültürlerini etkiliyor.

Sonuç; hazır oyun ve oyuncak kültürü/modern oyun kültürü döneminde çocukların özünü ortaya çıkartacağı eylem kimbilir belki de Hegel’in sözünde gizlidir; “Bir çocuğun oyuncaklarına yapacağı en iyi şey, onları kırmaktır.” Böylece gelişmesinin akışı içerisinde ortak kümedeki kuvveti pekişecektir, ne dersiniz?