Cevabı belli soruları açıklamak zorunda kaldığımız kara propaganda günlerinden geçiyoruz. O nedenle söyleyelim: Bütün bunlardan sorumlu olduğunuz için korktunuz. Unutulmaması gereken bir şey var ki biz birbirimizin çaresiyiz ve bir aradayız. Özgür ve eşit bir gelecek laik bir ülke kadınların yan yana gelişinde saklı.

Özgür ve laik ülke bizde saklı

Gizem Gül KÜREKÇİ

Tüm ülkede büyük bir tepkiyle karşılanan İstanbul Sözleşmesi’nin feshi kararı, başta kadınlar olmak üzere tüm toplumun geleceği için iki önemli noktaya işaret ediyor. İlki, kendi bekası için yaşamlarımızı hiçe saymaktan geri durmayacak kadar köşeye sıkışmış ve en başından beri varoluşunun temelini oluşturan dinci gericiliğin temelleri arasına gerici bir toplumsal cinsiyet rejimi inşasını yerleştiren siyasal İslamcı bir iktidar tarafından yönetiliyoruz. Geleceği belirleyecek ikinci nokta ise yaşamlarımıza sahip çıkabilmek için eşit, özgür ve laik bir ülke mücadelesinde yan yana gelecek dayanışmamız var.

Geleceğimiz için ne anlam ifade ediyor belki bunu konuşmak durumundayız. Kendi iktidarının ve koltuğunun geleceği için kadınların yaşamlarını hiçe saymaktan geri durmayan bir iktidar tarafından yönetilmeye çalışılıyoruz ve yönetilemiyoruz. Kadınlar gericilikle beslenmiş bir erkek egemenliği altında yaşamaya çalıştığımızı uzunca bir süredir dile getiriyor. İstanbul Sözleşmesi eşitlik temelinde bir toplumsal dönüşümü hedeflemesi, bunun sorumluluğunu eğitimden, medyaya, yerel yönetimlerden yasal düzenlemelere kadar geniş bir perspektifte bu eşitliği sağlamak için yönetenleri sorumlu tutuyor.

Kadın cinayetlerini tüm toplumun gündeminde olduğunu biliyoruz peki ya gerici vakıflara mahkum edilen çocuklar, Ensar Vakfı istismarları, eşitsizliği ders kitaplarına kadar indiren müfredat, ya da erken yaşta evlendirilen kız çocukları, karma eğitime dönük saldırılar, hergün televizyonlardan izlediğimiz şiddet görüntüleri, bin bir indirimle serbest bırakılan tacizciler, tecavüzcüler şiddet failleri ve nihayet medeni kanunla koruma altındaki haklarımız? Bütün bunların bir bütün olduğunu ve imzacı devletlerin bütün bunları engellemekle, önlemekle yükümlü olduğunu söyler İstanbul Sözleşmesi. Geçtiğimiz hafta sokaklardan yükselen bir soru vardı ‘İstanbul Sözleşmesi’nin nesinden korktun?’ Cevabı belli soruları açıklamak zorunda kaldığımız kara propaganda günlerinden geçiyoruz; o yüzden söyleyelim. Bütün bunlardan sorumlu olduğunuz için, şiddet yalnızca iki kişinin ‘münasebeti’ olmadığı için korktunuz. İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmaması da yürülükten kaldırılış biçimi de ancak buna işaret ediyor.

Üstelik kadına yönelik şiddeti bitireceği iddiasının üzerinden on gün bile geçmeden ve bir grup dinci gerici azınlığın isteği üzerine... Koltuk sevdalarının, toplumun sırtından inmeyen bir grup rant avcısının ikbali her bir kız kardeşimizin yaşamı karşısında bir hiçtir, ve atılan imzayla kaybettiğimiz her kız kardeşimizin sorumlusu bellidir. Kadınların yaşamlarını savunmayacaklarını açıkça söylemiş olmaları kazanılmış tüm haklarımıza da dönük bir tehdit içerdiği için de bir önem taşıyor. AKP eliyle örgütlenen dinci gerici toplumsal cinsiyet rejimi inşasının medeni kanundan çocuk istismarını önlemeye yönelik yasanın ortadan kaldırılmasına kadar bütünlüklü bir saldırının parçası olma niteliği taşıyor. Üstelik İstanbul Sözleşmesi’nin feshi konusunda yanlız olmadıklarını anlatmak için o kanaldan bu kanala dolaştkları günlerde bir de sözleşemeyi kaldırmaya çalışan ülkeleri anlatırken kendilerine dayanak olarak Polonya’yı alıyorlar. Polonya’nın ne yazık ki uzunca bir süredir kadın haklarına saldıran ve karşısında büyük bir kadın direnişiyle karşılaşan benzer bir sağ gerici iktidar tarafından yönetiliyor olduğunu da İstanbul Sözleşmesi’nin feshine giden süreci daha da berraklaştırıyor. Evet, kadınlar küresel çapta ve kadınların hayatlarını hedef alan sağ gerici iktidarların toplum kurgularının bir parçası olarak saldırıya uğruyor ve bu iktidarların örgütlediği gerici toplum düzeni doğrudan yaşamlarımızı hedef alıyor. AKP sırtını Polonya’ya yaslamakta haklı ancak unutulmasın ki geleceği belirleyecek olan da kadınların sağ gerici iktidarlara teslim olmayan dünya çapındaki direnişi olacaktır. Polonya veTürkiye iktidar partilerinin yollarının kesişmesi tesadüf olmadığı gibi tüm dünyada neoliberal gerici iktidarlara karşı süren yeni bir gelecek ve eşit özgür bir dünya direnişinin en önünde kadınların olması da tesadüf değil.

İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin anlamının yeni bir toplum mutabakatı isteği olmadığını anlatmak için daha çokca örnek verilebilir ancak esas önemli olan kadınların bunun karşısındaki direnişi olacaktır. Evet yaşamlarımızın onlar için bir şey ifade etmediğini beyan ettiler ancak unutulmaması gereken bir şey var ki biz birbirimizin çaresiyiz ve bir aradayız. Özgür ve eşit bir gelecek laik bir ülke kadınların yan yana gelişinde saklı, şimdi her yerde, şimdi hep birlikte deme zamanı.