Gelenek sosuyla sunulan din istismarı yaşam hakkımızı gasp ediyor. Bu nedenle özgür ve onurlu bir yaşam için laiklikten daha aydınlık bir yol yok. Özgür, eşit, onurlu bir yaşam için laikliğe sarılmanın zamanıdır şimdi.

Özgürlüğün yolu laiklikten geçer

Özge YÜCEL
Doç. Dr., Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi

Yaşam hakkı yalnızca öldürülmemek anlamına gelmediği gibi işkence ve kötü muamele yasağı da yalnızca darp edilmemek değildir. Devlet görevlilerinin bir kişiyi öldürmemesi yaşam hakkının korunması için bir teminat oluşturmaz. Kötü muamele ve dolayısıyla şiddet, hangi araç kullanılırsa kullanılsın yöneldiği kişiyi baskı altına almayı, korkutmayı, o kişi üzerinde iktidar ve otorite kurarak onu bağımlı kılmayı hedefler. Bu nedenle aşağılamak da tehdit etmek de onu çevresinden uzaklaştırmak da ekonomik araçlarla bağımlı hale getirmek de kişiyi özgür biçimde karar alma olanağından yoksun bırakmaya yöneliktir.

Beden bütünlüğüne, sağlığa, bağımsızlığa zarar vermeye elverişli eylemlerle şiddet faili, esas olarak özgürlüğü hedef almaktadır. Sağlık sadece fiziksel anlamda iyilik değil, psikolojik ve sosyal anlamda da iyilik halini ifade etmektedir. Bu nedenle fiziksel olarak kişinin acı çekmesine neden olabilecek eylemlerin yanında kişinin kendini tanıyabilmesini, özgürce ifade edebilmesini engelleyebilecek, kendini değersiz ve bağımlı hissetmesine yol açabilecek eylemleri ve ailesiyle, arkadaşlarıyla, komşularıyla, iletişim kurmak istediği başka kişilerle bağlarını zayıflatabilecek ve kişiyi yalnızlaştıracak eylemler de sağlığı tehdit eder. İnsan psikososyal bir varlık olduğu için kişiyi huzursuz, tedirgin, korku içinde bırakmaya yönelik eylemler yani şiddetin farklı görünümleri, kişinin kendini gerçekleştirmesinin, bugününü ve geleceğini kendi isteklerine göre biçimlendirmesinin önünde ciddi bir engeldir.

ŞİDDETİN MAKBUL OLMAYAN MAĞDURLARI

Şiddetin topyekûn tüm toplumu kuşattığı, tüm canlı varlıkları öyle ya da böyle etkisi altına aldığı, kültürel kodlarla ve politik söylemle yayıldığı, bulaştığı dikkate alınırsa, yalnızca toplumsal cinsiyetin değil, etnik kimliğin, dilin, inanışın, göçmenliğin, sınıfın da ayrımcı şiddetin zeminini hazırladığı görülecektir. Bu nedenle şiddetle mücadelenin yolu kimlik politikası olmayabilir ama toplumsal cinsiyet körlüğü de şiddeti önleyemez. Toplumsal cinsiyet normlarının atanmış cinsiyetiyle uyumlu olanlar gibi uyumlu olmayanları da ezdiğini bilmek gerekir. Ama meşrulaştırılan şiddet biçimlerini, daha doğrusu mazur gösterilen şiddetin makbul olmayan mağdurlarının hayatta kalmak için çok daha fazla çaba gösterdiğini bilmek, görmek zorundayız. Ayrımcı şiddetin fiili ve potansiyel mağdurları toplumun zararlı gelenekleriyle yalnızlaştırılır. Boşanmış olmaya, yalnız yaşamaya, gece çalışmaya ya da yalnız bir ebeveyn olmaya cinsiyet kimliğine göre yüklenen farklı yargılar normalleştirilen ve mazur gösterilen şiddet olarak mağdura yansıtılmaktadır.

Eğer akşam vakti dışarı çıkarken tanımadığınız bir kişi tarafından yolda yürürken sırf cinsiyet kimliğiniz sebebiyle saldırıya uğrama endişesiyle kıyafetinizi gözden geçirme ihtiyacı duymuyorsanız, regl olduğunuz için okuldan alınma korkusu yaşamıyorsanız, atanmış kimliğiniz nedeniyle çocuk yaşta çocuk kalma hakkınız tanınmadan evlendirilmemişseniz, cinsiyet kimliğiniz aile yapısı için tehdit olarak algılanmıyorsa mazur görülen şiddetin makbul olmayan mağduru olmamışsınız, şanslısınız.

Erkekler tarafından öldürülen erkekler makbul mağdurdur. Öldürülmüş erkekler için “Orada o saatte ne işi vardı”, “Evinde otursaymış”, “Eşini dostunu düzgün seçseymiş” ya da “Öyle giyinmeseymiş” gibi gerekçelerle cinayetin faillerinin aklandığını duyamazsınız. Hatta öz savunma için bile olsa, kadınlar tarafından öldürülen erkekler de makbul mağdurdur. Kadın failler aklanmaz, kadın faillere hukuk yolları gösterilir. Ama o yollar kadın ölene ya da öldürene kadar hiç açılmamıştır. Görünüşte var olan yollar çeşitli bahanelerle işlemez hale getirilmiştir. Görünüşte uzaklaştırma tedbiri vardır, ama bu tedbirin uygulanıp uygulanmadığı kontrol edilmez, görünüşte karakola başvurmak mümkündür ama karakoldaki polisler korkunun, riskin ağırlığını sorgulamaz da faille yakınlığının derecesini sorgular.

YAŞAMA KASTEDEN GELENEKLER

Toplumsal cinsiyeti doğal bir durum gibi yansıtarak eşitsizliği yaratılışı referans göstererek normalleştirmeye çalışan ataerkil kültür, atanmış cinsiyetiyle uyumlu heteroseksüel erkekler haricinde herkesi ikincilleştiren, tahakküm kuran, zorbalık üreten normlarını ve geleneklerini meşrulaştırmak için dine başvurmaktadır. Çocukların genital sakatlanması gibi, sırf kız çocuğu olduğu için bir çocuğa itaatkâr rol biçilerek fiziksel ve psikolojik şiddetle kontrol altında tutulması gibi, sırf kız çocuğu olduğu için bir çocuğun eğitim hakkının elinden alınması gibi.

Öyle ki bir hukuk profesörü suç olmayan bir eylemi din kurallarını referans göstererek hukuk kitabında suç gibi sayabilmekte, bir hâkim suç olmayan bir eylem için din kurallarını referans göstererek din kurallarındaki cezasını bir hukuk kitabında yorumlamadan, tartışmadan norm gibi açıklayabilmektedir. Öyle ki evlilik içinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle kadının yarattığı artı değer sayesinde erkeğin sağladığı zenginleşmenin denkleştirilmesini mümkün kılan Türk Medeni Kanunu’ndaki düzenlemeler din referans gösterilerek etkisiz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Velayet hakkını elinde bulundurmayan babanın çocuğu için nafaka ödemesini dahi tartışma konusu yapan bu zihniyet esasında velayetin annede olmasını, çocuğa ilişkin bakım ve gözetim, malvarlığını yönetme yetki ve yükümlülüklerinin anne rolünü temsil eden bir kişide olmasını kabul edememektedir.

Öyle ki bugün İstanbul Sözleşmesi’ne düşman olanlar çocukların cinsel sömürüsünün önüne geçmeyi amaçlayan Lanzarote Sözleşmesi’ne de çocuk istismarının cezalandırılmasını öngören TCK hükümlerine de düşmandır. Bu düşmanlıklarını da yine din kurallarını referans göstererek meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Öyle ki cinsel saldırı veya cinsel istismar mağduru kadınların, çocukların saldırganla evlendirilmesini yine din kurallarını referans göstererek meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Gelenek sosuyla sunulan din istismarı yaşam hakkımızı gasp etmektedir. Bu nedenle özgür ve onurlu bir yaşam için laiklikten daha aydınlık bir yol yoktur.

Toplumsal cinsiyet adaletsizliği kendini şiddetle her gün yeniden üretirken yoksulluktan, eğitimsizlikten beslenmekte ve güç almaktadır. Eşitsiz güç ilişkilerinde şiddetin hedefi olan kişilerin yaşama özgür biçimde kök salmasının önündeki en büyük engel olan yoksulluk din istismarına muhtaçtır. Yaşam için, özgür, eşit, onurlu bir yaşam için, yoksulluk ve şiddetle baş edebilmek için laikliğe sarılmanın zamanıdır şimdi.