Paine’i yok ettiklerini sananların çoğu süslü görkemli mezarlarında ölü. Paine’in düşünceleri ise bütün engellemelere karşın geç de olsa dünyanın her yerinde özgürlük ve bağımsızlık adına filizleniyor. Şimdi Akıl Çağı’nın ışığında gerçekleri görme zamanı

Özgürlük adına filizlenen düşünceler

YAŞAR ÖZTÜRK

Dünyayı derinden sarsan ve artçı sarsıntıları ya da dalgaları bütün küreyi etkileyen Amerikan ve Fransız Devrimi’nin yarattığı şaşkınlık içinde “İnsan hakları, ortak akıl-sağduyu, akıl çağı” diyerek insanlığı yeni bir sayfa açmaya çağıran Thomas Paine’in bu sesi 250 yıl sonra Türkçe olarak yankılanıyor. Monarşi, Aristokrasi, Teokrasi... gibi egemenliklerin yerini hızlı ya da yavaş demokrasiye bırakmaya başladığı akıl çağı.

Gençliğinde İngiltere’de akıldışılığa karşı takındığı kuşkucu tutumu, Amerikan ve Fransız Devrimleri sırasında da sürdüren Paine ‘sıradan olmayan bir zekâya sahip sıradan bir insan’dı ama ‘sıradışı bir yurttaş’ yani ‘sivil’di. Aydınlanma, devrim ve yeni demokratik devlet yapılanmalarının kol kola ilerlediği bir sürecin başlangıcıydı. Çürüyen yapıların, geleneklerin, göreneklerin, düşünememelerin, kuşkunun, sorgulamanın kapı dışarı edildiği inançların hapishanesindeki kilitleri açacak anahtarlar sunuyordu, Paine.

Soylu, eğitimli biri değildi. Lider olmak gibi bir düşüncesi, hırsı da yoktu. Tayfa, kâtip, danışman, vergi memuru, korse üreticisi, öğretmen, gazeteci, köprü tasarımcısı, asker, savaş muhabiri... Girip çıkmadığı iş kalmamış, hayatı bütün parçalarıyla tanıyan bir deneyim deposuydu. Onu en çok etkileyen Fransız Devrimi’ydi. Yeni bir çağın başladığını sezdi. Köleliğin kaldırılmasını, eşitlik, özgürlük ve adaletin egemen olmasını istedi. Özellikle din ve devlet işlerinin ayrılması ve bunlar adına yapılan zorbalığın kaldırılmasını savundu. Yüksek sesle düşündü. Halktan gelen biri olarak onların anlayabileceği biçimde yalın ve anlaşılır bir dil yeğledi.

Toplumsal yaşamda huzurun egemenliğini istiyordu. İtaatkâr değildi. Kafasındaki sorulara yüksek sesle yanıtlar arıyordu. Devlet, onun temeli anayasa, din ve devlet ilişkileri ana konulardı. Önce ‘halk, ulus’ adına kullanılan sahte tanrısallık maskelerini indirmeye girişti. Yeni dönemde ona göre hedef, dünyanın sistemi olması gereken ‘cumhuriyetçi demokrasi’ düzeniydi. Ailesinden çevresinden aldığı sıkı dini eğitimle, inançlı yetişen Paine, “Dogmalar olmadan hayat mümkündür” gibi inançları sarsan düşünceler içindeydi. Düşünen ve bu uğurda doğmalara savaş açan, Paine dine/dindarlığa değil din tüccarlarına karşıydı. Toplumu inançsızlığa itmiyor tersine dincilerin dinsizliğe mahkûm ettiği insanlık için ‘Din özgürlüğü’nü savunuyordu. Kişisel ahlakı ile yetiştirilen bireylerden oluşan bir toplumu arzuluyordu.

Çağının önde gelen kozmopolitlerinden Paine, imparatorluklardan yana değildi. Ulusların kendi kaderini kendilerinin belirleme hakkına sahip olmasını istiyordu. Devlet yönetiminin tek bir el ya da grupların tekeline girmemesi için erkler ayrılığının oluşturulmasını savundu. Düşü kozmopolit, barışçı, eşitlikçi, adil ve demokratik bir dünya düzeninin oluşmasıydı.

Adam Smith, Rousseau, Voltaire, Kant, Madame De Stäel, Edmund Burke, Pietro Verri ve Paine’in döşediği raylarda yol alarak hız kazanan demokrasi treni dünyayı dolaşmaya başladı. Türkiye’de 1949’da Vakur Versan yazdığı bir makale dışında Paine’in adı yok ama düşünceleri her taraftaydı. İnsan hakları, sağduyu ve sonunda başyapıtı Akıl Çağı Türkçeye çevrildi.

Jakoben devrimi ve iktidarı önündeki en büyük engellerden biri olarak görülen Paine’in vatandaşlığı, Jakobenler yönetimi ele geçirdiklerinde hemen iptal edildi ve yasama dokunulmazlığı kaldırıldı. Hakkında İngiltere’de yargılamaların sürdüğünü bildikleri halde ‘İngiliz ajanı’ gerekçesi ile tutuklandı.

ozgurluk-adina-filizlenen-dusunceler-428509-1.Olup bitenleri aklı almıyordu. Robbespierre’in düşmanca tutumunun nedenini; Amerikan Büyükelçisi Morris’in “Paine İngiliz yanlısı ve Cumhuriyet düşmanıdır” (jurnal) raporu öğrenince şaşkına uğradı. Paris’te hapishanede Fransa’ya karşı savaşan ülkelerin vatandaşı olarak, İngiltere’de rejimi yıkmak suçlamalarıyla yargılanırken beklenmedik darbeyi ABD’den yedi.

ABD elçisi değişince olumsuz hava değişti. Tutukluluk yılları sona erdi. İşte bu yaşam ile ölüm arasında kıl payı uzaklığın olduğu ortamda Akıl Çağı kitabının ilk bölümünü yazdı. Pek çok insanın aklını yitirdiği ya da aklın egemenliğini din, inanç tefeci bezirgânlarına (vermek zorunda bırakıldığı) teslim ettiği böylesi bir durumda, Paine aklın bağımsızlığını, özgürlüğünü ilan etti. “Klasik Hıristiyanlık, Yahudilik inancı dışında tek yaratıcı düşüncesi üzerinde yoğunlaşan Paine yaratıcının kitaplarda değil, eseri olan doğada aranması gerektiğini; İncil’in yaratıcının konuşmaları olamayacağını” ileri sürdü.

Her anını verimli kullanan Paine bütün dünyayı aydınlatan etkileyen çalışmalarını sürdürdü. Tarımsal adalet ile sosyal devlet çağrısı yaptı. Avrupa’da geçici barış günleri doğunca 15 yıl sonra Amerika’ya dönebildi. Akıl, duygu ve durum sağlığı yerindeydi ama bedeni çökmüştü. Çektiği acıların sorumlusu bir Amerikalıydı ama arkadaşlarının mal varlığını korunduğunu öğrenince çok sevindi. Ancak sevinci kursağında kaldı. Derin tartışmalar ve dışlanmalar kapıdaydı. Aynı görüşlerde olduğu Jefferson’dan Avrupa’daki çabalarından ve çektiklerinden dolayı sıcak bir karşılama beklerken düş kırıklığına uğradı. Gücü ele geçirenler gücün tutsağı olmuş, gücü değiştirmek adına geldikleri noktada gücün değişimine uğramışlardı. Birçoğunun da maskeleri düşmüş, gerçek yüzleri, düşünceleri, duyguları ve davranışları ortaya çıkmıştı.

En büyük sorun Akıl Çağı yapıtıyla topa tuttuğu dindarlık değil, dincilikti, dönüşüne sadece deist cumhuriyetçiler sevinmişti. Amerikan siyasal yaşamının kısır çekişmeleri içinde ve özellikle mezheplerin saldırdığı bir hedefti. Cumhuriyetçiler artık dini görüş olarak aynı safta sıraya geçmeyenlere kapıları kapamıştı.

Giyotinden kurtardığı aklı yeniden başkaldırdı. Vazgeçmesini bekledikleri deist görüşlerini savunmak ve yaymak için halka açık sekiz mektup yazdı. Hiçbir resmi görev alamayan kendisine sırtını dönen başkent Washington’dan New Rochelle’e taşındı. Connecticut cumhuriyetçilerine yardım etti. Kraliyet sözleşmesinin yerine anayasal düzenlemeler getirilmesine ön ayak oldu. Bir kaşık suda boğabilecekleri Paine’i yaşayan bir ölüye dönüştürmek isteyenler onu ekonomik olarak çökerttiler. Jefferson’dan İngiltere veya Fransa ile barışı sağlama, ilişkileri normalleştirme için uygun bir görev istedi. Hem dünyaya hem de kendine soluk aldırmak istiyordu. Hiçbir yanıt alamadı. Yokluk içinde öldü. Ölümünden on yıl sonra bir hayranı ondan geride kalanları ve mezarını, kemiklerini İngiltere’ye götürmek istedi. Taşıma sırasında her şey kayboldu. Artık yattığı bir mezarı bile yoktu.

Onu yok ettiklerini sananların çoğu süslü görkemli mezarlarında ölü. Paine’in düşünceleri ise bütün engellemelere karşın geç de olsa dünyanın her yerinde özgürlük ve bağımsızlık adına filizleniyor. Şimdi Akıl Çağı’nın ışığında gerçekleri görme zamanı. 200 yıl sonra bile sarsıcı bir yapıt.