Hafta sonuyla birlikte, Cannes festivalinde film seçkisi de çeşitlendi.

Hafta sonuyla birlikte, Cannes festivalinde film seçkisi de çeşitlendi. Bir yandan iki kez Altın Palmiye alan Jean-Pierre ve Luc Dardenne kardeşler, diğer taraftan ilk resmi yarışmaya ilk uzun metrajlı filmin kabul ettirme başarısı gösteren Avusturyalı yönetmen Markus Schleinzer, diğer taraftan siyah beyaz sessiz film yapma cesaretini gösteren Fransız komedi filmleri yönetmeni Michel Hazanavicius…
Dardenne kardeşlerin ‘Le gamin au vélo’u (Bisikletli Velet) babası tarafından terk edilen 12 yaşındaki bir oğlanın sevgi arayışının öyküsü. Belçikalı yönetmenler, alametifarikaları olan yalın dilleriyle bir kez daha toplumun en altındakilere, en zordakilerine el atıyor. Bir çocuk barınağına yerleştirilen Cyril’in tek amacı, bu yuvadan kaçıp babasını bulmaktır, buna karşılık önüne çıkan tüm engellere büyük bir fiziksel şiddetle yanıt vermektedir. Bir gün tesadüfen karşılaştığı bir kuaför kadın çocuğun dilinden konuşur ve oğlanı hafta sonları yanına alır… Rosetta, Oğul, Bebek gibi filmlerinden sonra günlerce etkisinde kaldığımız Dardenne’ler bu kez vasatın biraz üzerinde bir film çıkartmışlar. Senaryoda gedikler var, en önemlisi de Cécile de France’ın oynadığı kuaförün oğlana neden bu denli sahip çıktığını anlatamamış olmak. Yönetmen kardeşlerin üçüncü Altın Palmiyesi başka bir bahara…

İKİNCİ PEDOFİLİ FİLMİ
Film dünyası, özellikle de Cannes’da yansıtılan seçkiler, bazen çok rahatsız edici bulsak da, günümüz dünyasının tüm çehrelerini aktarma sorumluluğunu üstleniyor. Bu sene “Polisse”den sonra ikinci pedofili konulu film Markuz Schleinzer imzalı “Michael”. Yönetmen Michael Hanecke’nin son yıllardaki filmlerinde casting yönetmeni olarak görev aldıktan sonra, “Michael” ile ustasının izinden gittiğini ispatlıyor. Filmin konusu elbette çok rahatsız edici: Michael, yalnız yaşayan, kendi halinde, sigorta şirketinde çalışan 30 yaşlarında bir genç adam. Bu “sorunsuz” adamın evinin bodrumunda ise 10 yaşlarında küçük bir oğlan çocuğu kilitli yaşamaktadır. Bize bir pedofilin dünyasını “içeriden” aktaran Schleinzer, taciz sahnelerini göstermeden öylesine bir gerilim yaratıyor ki, tacizciyi “insan”lanştırmasına kızamıyoruz. Teknik olarak tertemiz bir işçilik sergileyen yönetmen, günümüz toplumunun en iğrenç yönlerinden birini ahlak dersi vermeden aktarıyor… Ve ilk fillere verilen Altın Kamera adayları arasında başa geçiyor.
Resmi yarışmanın ikinci Fransız filmi, önceleri yarışma dışı gösterileceği açıklanan, son anda yarışma seçkisine alınan Michel Hazanavicius’un “The Artist” filmi. Hazanavicius Fransa’da “OSS 117” filmlerinin yönetmeni. Ajan filmleri parodisi olan bu dizi, Fransa’da ve yurtdışında büyük bir izleyici beğenisi almıştı. Yönetmen “The Artist” ile yine komedi türünde ama farklı bir film sunuyor. Siyah-beyaz ve retro görüntünün ötesinde, çok sevdiği sessiz sinemaya büyük bir saygı niteliğinde, zira film son kareleri hariç gerçekten sessiz film. Konusu da 20. Yüzyılın başlarındaki tüm filmler gibi iyi biten bir trajik aşk filmi. Ucuz komedilerden sonra ilk kez Bertrand Blier’nin “Le bruit des glaçons-Buz Sesi”nde beğendiğimiz Jean Dujardin “The Artist”de de komedyenlikte ustalaştığını ispatlayan büyük bir performans göstermiş. Bu sempatik film ödülsüz gitmez, örneğin Dujardin’e En İyi Erkek Oyuncu ödülü gelebilir.

RASOULOF İYİ Kİ SEÇİLMİŞ
Cannes festivalinin İran’da film yapma yasağı konulan ve yargılanmakta olan Jafar Panahi ve Mohammad Rasoulof’un filmlerini seçkilere aldığını duyurmuştuk. Rasoulof’un “Bé Omid é Didar-Görüşmek Üzere” filmi böylece “Belli bir Bakış” bölümünde yarışmaya alınmıştı. Yönetim iyi ki böyle bir karar almış, zira film resmi seçkide gördüğümüz bazı filmlerden—hatır işi olmadığını kanıtlarca—kat kat üstün. Üstelik Rasoulof bu filmi yarı gizli şartlarda yapmış olduğu göz önünde bulundurulursa, başarısı daha da anlam kazanıyor. Filmde Rasoulof Tahran’daki genç bir avukat kadının, önce elindeki işlerden el çektirilmesi, ardından izlenmesi ve evinin aranması, ülkeden kaçmak için vize almak için çabalaması, (ülkenin güneyinde iş aramaya gittiği için) kocası yanında olmayan bir kadın olarak İran toplumunda tüm baskılara rağmen var olma çabasını büyük bir ustalıkla sergiliyor. Genç kadın filmde kocasına acı acı “Kendi ülkende yabancı gibi yaşamaktansa, gurbette yabancı olmayı yeğlerim” derken, kendimizi “yönetmen bizlere bir mesaj mı gönderiyor?” demekten alıkoyamadık. Bazı sahnelerin yer yer fazla uzun tutulmasına rağmen, başroldeki Leyla Zareh’in son derece başarılı yorumu ile “Görüşmek Üzere” bu yılki festivalin en iyi filmlerinden biri.