Bugün, tam da bu zamanlarda yaşadığımız küresel salgın ve insanlığın geldiği bu insanlıkdışı durumun sorumlularından birinin, eğitimin ta kendisi olduğunu düşünmenin tam zamanıdır.

Pandemi, ezilenlerin pedagojisi ve uzaktan eğitim

Ayşe Alan

“Kim ezilenlerden daha iyi anlayabilir, ezenlerin korkunçluğunu?”
Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi

Küresel bir salgın yaşıyoruz. Evlerimize kapandık. Günlük hayatımızdaki sıradan uğraşlarımız ulaşılamaz oldu ve bu durum daha ne kadar sürecek bilmiyoruz. Hem eğitimciler hem de anne babalar için eve kapanma ile yeni bir dönem başladı: Uzaktan eğitim ki bu da halihazırdaki eşitsizlikleri daha da derinleştirek yaşatmaya başladı. Sürece hızlı adapte olan özel okullar yoğun bir eğitim programı devam ettiriyor. Ancak birçok çocuk internete erişimi, kendine ait bilgisayarı ve kendine ait bir odası olmadığından ayrımcılığa uğruyor. Sonuç olarak ortak paydanın derslerin devamı olduğunu söyleyebiliriz. Okulu eve taşıdık, öğretmeni online olarak eve bağladık. Küçük penceler arasından çocuklarımızı 'eğitmeye' devam ediyoruz. Ne mutlu bize! Çocuklar, hayat bilgisi derslerinde topluma, yaşama dair ne öğrendilerse tam olarak tersi yaşanıyor ama bir yandan hayat bilgisi soruları çözmeye devam ediyorlar. Peki, biz öğretmeye devam ederken çocuğa neler oluyor? Biz öğretmeye devam ederken bize neler oluyor? Neleri yıkıyoruz ve hangi fırsatları kaçırıyoruz? Böyle bir dönemde dersleri devam ettirmiş olmak başarı mıdır?

Çocuklarımızın bu dönemde en çok ihtiyaç duydukları şey sosyal, duygusal destek. Okullarıyla, sınıf arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle kurdukları bağlara ne kadar ihtiyaç duyduklarını, bunun onlara ne kadar iyi geldiğini gün geçtikçe daha çok fark edeceğiz. Aslında, günlük rutinlerinin devam etmesi açısından da uzaktan eğitimin faydası büyük oluyor. Ancak nedir bu müfredat devam etsin telaşı? Bu telaş çocukların üzerinde büyük bir baskı yaratıyor. Hiç hazır olmadıkları, daha önce deneyimlemedikleri bir yolla yapılmaya çalışılan dersler, verilen onca ödev ve proje etkili bir eğitim yöntemi olamıyor. Çünkü biz bile isteye evlerimize kapanmadık. İnsanlar ölüyor, maskesiz sokağa çıkamıyoruz, iyi değiliz. İnsanlık tarihinin en büyük acılarından birini yaşarken iyi olamayız, olmamalıyız zaten. Çocuklar da bir şey öğrenecekse bu dönemde bu deneyimi yaşayarak öğrenebilirler. Bir yandan nasıl güçlendiklerinin farkında mıyız? Böylesine zor bir durumla çocuk yaşlarında karşılaştılar ve kendilerince baş etmeye çalışıyorlar. Bizler ise onlardan sorumlu yetişkinler olarak, yine onlar adına doğru olanı yapıyor, derslere devam ediyoruz. Bugün, tam da bu zamanlarda yaşadığımız bu küresel salgın ve insanlığın geldiği bu insanlıkdışı durumun sorumlularından birinin eğitimin ta kendisi olduğunu düşünmenin tam zamanıdır. Okulu eve taşıdığımız kadar, okulu eleştirmenin de yollarını aramalıyız. Çocukların olup bitene dair konuşmaya, tartışmaya, dinlemeye, izlemeye ihtiyaçları ve hakları var. Ekolojiye, toplumsal tarihe, beşeri coğrafyaya, insan haklarına, toplumsal sorumluluklara, dayanışmaya, okulda da yer açamadık, evdeki eğitimde de. Bu yok sayma hali hem onlara hem de kendimize haksızlık. Bu yüzden başka bir pedagoji üzerine düşünmenin, adımlar atmanın yollarını aramamız gerekiyor. Tabii önce “Kral çıplak” demekle başlamalıyız. Çünkü okuldaki başarısızlığımız doğal olarak ve daha görünür bir şekilde evdeki eğitime de yansıdı.

DİYALOG YOKSA DAYATMA VARDIR

Eğitim filozofu Paulo Freire’in 'Ezilenlerin Pedagojisi' kitabında yazdıkları, bugün eğitimdeki sorunlara dair çok önemli şeyler söylemesi açısından çok kıymetli. Hayatını yetişkin eğitimine adayan Freire, Brezilya’da yetişkinlere okuma yazma öğretmek için bulduğu metotla ama daha çok eleştirel pedagoji alanına yaptığı katkılarla bilinir. Tahmin edebileceğimiz gibi sadece okula değil, siyasete dair de pek çok şey söyler çünkü zaten sistemden bağımsız okulu konuşmak meseleyi eksik bırakıyor.

Freire’e göre halihazırdaki eğitim, öğrencileri yardım etmemiz gereken nesneler olarak görür. Çocuğun (ezilenin) yaratıcılığını önlediğini, dünyadan kopardığını, bilincini evcilleştirdiğini söylediği bu sisteme 'Bankacı Eğitim Modeli' der. Aslında öğretmen ve öğrencinin karşılıklı öğrenenler olduğunu, diyaloğa önem vermemiz gerektiğini, diyaloğun olmadığı bir sistemde olsa olsa dayatmanın var olabileceğini savunur. Ona göre öğretmenin özne, öğrencinin nesne olduğu bu sistem, vatandaşların (ezilenlerin) nesne, siyasi liderlerlerin (ezenlerin) özne olması ile aynıdır. Bu sistemin sonucu olarak dayatmalara maruz bıraktığımız öğrenciler kaderci ezilenler olur, özgürlükten kaçarlar. Bu dönemde biz de çocuklarımıza aynı şeyi yapıyoruz. Onları içinde yaşadıkları bu sürece yabancılaştırarak, müfredatı dayatıyoruz. Ayrıca okulda gibi sosyalleşme imkânları da yok. Sosyalleşme, en azından onlara bu ağır yükle başedebilme imkânı sunuyordu. Öğretmenler de aynı şekilde. Sınıfa girdiğinde üzgün gördüğü bir çocuğun başını okşayan ya da çocukların dünyaya, ülkeye dair taşıdığı sorular ve sorunlar üzerinden onlarla diyaloğa giren öğretmenin olmadığı uzaktan eğitim, bankacı modele çok daha fazla ve acı bir şekilde benziyor.

PROBLEMİN ANAHTARI YARATICI EĞİTİM

Freire’in bu modele karşı önerisi çocuğu eleştirel düşünür haline getiren 'problem tanımlayıcı' eğitim. Kitabında şöyle yazmış: “Problem tanımlayıcı eğitim, yaratıcılığa dayanır, gerçek düşünceyi ve gerçeklik üzerinde eylemde bulunmayı teşvik eder. Böylece de insanın, sadece sorgulayıcı ve yaratıcı dönüşüme katıldığı zaman özgün bir varlık olma yetisine karşılık verir.”

Bu satırlarda insanı güçlendiren, özgürleştiren bir eğitime dair çok önemli ipuçları buluyorum. Pandemiyi (problemi) tanımlayıp üzerine konuşmak, okumak, tartışmak ve Freire’in önerdiği gibi diyaloğa önem vermek ne kadar iyi olurdu. Bir yandan teknolojik olarak inanılmaz bir ilerleme kaydettik; bu sayede online dersler yapılabiliyor. Bir yandan da eğitimin içeriğinde şeklen ilerlemeci, içerik olarak aşırı derecede muhafazakârız çünkü okulu herşeyden önce çocukları kontrol altında tutma mekanizması olarak görüyoruz. Bu yüzden evde de aynı kontrolü istiyor ve devam ettiriyoruz. Burada çocukların iki kere şanssız olduğunu söylemek gerek. Ailenin arızaları ve okulun arızaları aynı mekanda yaşanıyor. En çok da bu yüzden nefes almaya ihtiyaçları var.

Görsel: Gökhan Hançer