Pandemi gelecek kaygısı yaratıyor

Namık ALKAN

Psikiyatrist Doç. Dr. Tolga Binbay, pandeminin gelecek kaygısı yarattığını ifade etti.

Binbay, "Yaşamdan kopmak için mazeret aramaya bile gerek bırakmadı salgın düzeni. Tüm bunların etkisini yavaş yavaş görüyoruz. Tablonun psikiyatrik açıdan ve toplum psikolojisi açısından tam olarak ne olduğunu ise sanırım toz duman kalktıktan sonra göreceğiz" diye konuştu.

>> Bir yıldır pandemi önlemleri ile yaşıyoruz. Pandeminin toplum sağlığına etkilerini değerlendirebilir misiniz? Toplum olarak ruh sağlığımızda bir bozulma var mı?

Olmaz mı! Sanırım bunu herkes etrafını saran salgın havasından, o psikosferden de algılayabiliyor. Salgın bir kere korku, endişe ve panik ile başladı. Filmi geriye, bir yıl öncesine saracak olursak gece yarıları açıklanan ‘rakamları’, sesi titreyen bakanları, tek bir hastanın ölüm haberini endişe ile bekleyen milyonları hatırlayabiliriz. Salgın bir toplum sağlığı sorunu olduğu kadar daha en başından itibaren iç dünyalarımızı da vurdu.

Birçok araştırma da yürütüldü. Yani salgından, hastalık tehdidinden ve uygulanan kısıtlamalardan nasıl etkilendiğimize dair. İşsizlik, evlere kapanma, gelirin düzensizleşmesi, iflaslar gibi doğrudan etkileri de ekleyebiliriz. Yani bir tek salgın değil salgının getirdiği olağanüstü hâl de hepimizi etkiledi. Henüz Türkiye’ye dair araştırma sonuçları yok elimizde ama geçen yıl Mayıs ayından bu yana binlerce araştırma sonucu yayımlandı. Genel toplum üzerine, sağlık çalışanları üzerine, yaşlılar ve gençler üzerine. Ve tüm bu araştırmalar ‘olağan’ dönemlere göre 3-4 kat artan depresyon, kaygı bozuklukları ve diğer psikiyatrik sorunlara işaret ediyor. Ve tabii ki bu artışlara travmatik kayıpları da eklemek gerekiyor. Salgından önce insanların zaten kayıplarıyla baş edecek kaynakları azalmıştı; giderek belirginleşen, ağırlığını hissettiren ekonomik zorluklar nedeniyle. Şimdi bu yatkınlığa yeni ve önlenemez kayıplar eklendi.

>> Pandemi nedeniyle her gün ölüm haberleri geliyor. Salgının ne zaman biteceğine dair umut verici açıklamalar da görülmüyor. Bu durum farklı toplum kesimlerinde bir gelecek kaygısı yaratıyor mu?

Kesinlikle yaratıyor. En çok da büyük kentlere yığılmış, emeği dışında bir geliri olmayan, genç işçi sınıfını etkiliyor. Olağan dönemlerde yüzde 25’lerde olan işsizliğin yüzde 35’lere tırmandığına işaret ediyor sayılar. Devasa bir hizmet sektörü boşa düşmüş durumda. En az altı aydır. Milyonlarca genç ve güvencesiz çalışan işçiden bahsediyoruz.

Tabii ki burada özellikle beyaz yakalılar üzerinden garip bir algı da yürüdü: İşte evden çalışmanın konforu vb gibi. Ve bazı şirketler de kalıcı olarak bu çalışma biçimine geçtiklerini açıklıyorlar. Büyük bir fırsatçılık ve kazıktır bu! İstihdam biçimleri tartışmaları geçtim: Pandemi zaten mekânları daraltmıştı, şimdi sermaye emekçi evlerinizi de işgale hazırlanıyor. Bunun, yani bu değişikliğin keyfi uzun sürmedi ve beyaz yakalılar üzerindeki sonuçlarını da yavaş yavaş görüyoruz. ‘Bir Başkadır’ boşuna patlamadı yani salgın sırasında. Her türden emekçiyi vurdu.

Öğrenciler de keza benzer durumda. Milyonlarca genç insandan ve hatta çocuktan bahsediyoruz. Okulların bu kadar uzun süre kapalı tutulmasının psikososyal sonuçlarını bilmiyoruz. Ama göreceğiz.

Öte yandan yaşı ileri olan yurttaşlarımızın durumu da ayrı sıkıntı değil mi? 65 yaş üstü olmak ayrı bir eziyete dönüşmüş durumda. Zaten her yer kapalı. Zaten hastalık ve ölüm riski var. Üstüne milyonlarca ‘yaşlı’ birey evlere tıkıldı. Yaşamdan kopmak için mazeret aramaya bile gerek bırakmadı salgın düzeni. Tüm bunların etkisini yavaş yavaş görüyoruz. Tablonun psikiyatrik açıdan ve toplum psikolojisi açısından tam olarak ne olduğunu ise sanırım toz duman kalktıktan sonra göreceğiz. Yaz ve sonbahar ayları gibi.

>> Pandemiyle birlikte bir yoksullaşma da söz konusu. İşini kaybeden işçiler, işyerini kapatmak zorunda kalan esnaf vb. Yurttaşlar geçim derdinde. İntiharlara bile rastlanıyor. Bu derin yoksullaşma toplumsal sağlığımızı bozucu bir etki yaratıyor mu?

Ekonomist değilim ama ülke ve dünya ekonomisini takip ediyorum. Toplumsal bir sorumlulukla. Türkiye ekonomik göstergelerde 2004 ayarına kadar gerilemiş durumda. Yani 2021 yılında 2004’ün koşullarını yaşıyoruz. Nüfusumuz da artmış durumda. Katmerli bir yoksullaşma yaşıyoruz. Bunun gündelik yaşama ve toplum sağlığına yansımalarını görmek mümkün. Sayıları artmasa bile ‘sarsıcı intiharlar’ arttı. Pandemi zaten hepimizi ölümle burun buruna getirdi, aklımıza ölümü soktu. İntiharlar ise ‘son zamanlarımızı yaşadığımız’ algısının altını çiziyor. İntihar oranları arttı mı, bunu henüz bilmiyoruz. Haziran ayında TÜİK açıklayınca göreceğiz. Ama toplum olarak ‘intiharları’ daha çok gözettiğimiz, haberlerinden daha çok etkilendiğimiz sanırım bir veri.

Öte yandan yoksullaşma ve toplumsal sonuçları için bir gösterge daha var. Türkiye’nin nüfusu sanırım 40-50 yıllık dönemde ilk kez beklenenin çok çok altında arttı. Son yıllarda yıllık 900 bin kadar artarken bu yıl nüfus sadece 450 bin arttı. Bu sayı çok ilginçti. Nedenine dair sağlam açıklamalar da yok. Ama yoksulluk arttıkça ölümler ve yurtdışına göç artıyor olabilir. Ve tabii ki doğumlar da azalıyor. Hem de dramatik biçimde. Ayrı bir yıkım yaşıyoruz.

>> Özellikle pandemiden eğitim büyük yara aldı. Bir kayıp kuşaktan söz ediliyor. Pandeminin eğitim çağındaki çocuklarımıza ve gençlerimize etkilerini ayrı bir başlık olarak değerlendirebilir misiniz?

Çok boyutlu bir değişim yaşanıyor. Bu ‘online eğitim’ işi büyük bir fırsat olarak görülüyor. Doğrudur, müthiş olanakları var ama hangi düzende yaşıyoruz ki? Eşitsizlikçi yapıyı göz önüne almadan bu konuda atılıp tutulması ne kadar da vahim! Ömründe hiç belediye otobüsüne, minibüse binmemiş adamların, kadınların büyükşehirlerde toplum taşıma üzerine ahkâm kesmesi gibi bir şey bu. Emekçi çocukları kaybetti bu süreçte. Kadınlar kaybetti. Genç ve yoksul çocuklar kaybetti. Bu sınıfsal farkı görmeden konuşan herkes eğitim başlığında “Evet, hepimiz, herkes etkilendi” yaklaşımı hatalıdır. Eğitimin aksamasından kentlerdeki ve kırlardaki yoksul haneler etkilendi. Yoksul derken Türkiye’deki yoksulluğu halen ‘gecekondu’ olarak düşünen sosyologlara da selam olsun. Bugün Türkiye’nin yoksulları kentlerin göbeğinde, Kadıköy’de, Beşiktaş’ta, Konak’ta, Alsancak’ta, Çankaya’da yaşıyor.

Tüm bu koşullar altında tablo zaten net değil mi? AVM’ler çoktan açıldı ama okullar bir yıldır kapalı. Bu, devlet tarafından sunulması gereken çok yaşamsal bir kamu hizmetinin daha rafa kaldırılmasından başka bir şey değildi. Ve çocuklara, gençlere, ebeveynlere ciddi külfeti oldu.