Bu ülkede kadınların ve feminist hareketin gündemini ortaya koymak, dayanışmayı büyütmek ve memleketin dört bir yanında örgütlenmek adına otuz dört yılı aşkın süredir binlerce kadın omuz omuza hareket ediyor. Bizim tarihimiz, emeğimizin görünmez kılınmasına ve haklarımızın yok sayılmasına karşı savaştığımız mücadelemizin, emek temelli örgütlenmemizin tarihidir. Biz, memleketteki insan hakları mücadelesinin, hareketimizin tarihini oluşturan anneannelerimiz ve annelerimizin yansımalarıyız.

Pandemi ve patriarka

TRICONTINENTAL

ÖNSÖZ

8 Mart’tın üzerinden sadece birkaç hafta geçmişken zorunlu bir önlem olarak sosyal izolasyon ilan edildikten sonra LGBTQIA+ ve kadın hareketi politik gündemlerini ve taleplerini bir kez daha masaya yatırdı. Bu gündemin temel meselesi, yaşamın her alanında karşımıza çıkan toplumsal cinsiyet temelli şiddetin ve eşitsizliğin ortadan kaldırılmasıdır.

Covid-19 salgını ile birlikte feminist ve sosyalist hareketin uzunca bir süredir dile getirdiği talepler iyice görünürlük ve açıklık kazanmış oldu. Bunların en başında, içinde yaşadığımız sistemin daha önce görülmemiş düzeyde eşitsizlik, dışlayıcılık, nefret ve ayrımcılık içermesi ve bunların sanki ‘normalmiş’ veya ‘doğalmış’ gibi algılanması geliyor. Bu ‘normalleştirmenin’ önüne geçmedikçe gezegenin ve insanlığın yok oluşuna gün be gün biraz daha yaklaştığımızı söylemek abartı olmayacaktır. Ayrıca, salgın küresel düzeyde devletin ve devlet müdahalesinin –herhangi bir müdahale değil, halk sağlığını ve yaşamı korumak için gerçekleştirilen müdahalelerin- önemini bir kez daha ortaya çıkardı. Son olarak, salgınla beraber tarih boyunca kadınların omuzlarına yüklenen, sosyal ve ekonomik olarak değersizleştirilen ve giderek güvencesizleşen bakım emeği meselesi de hiç olmadığı kadar gün yüzüne çıkmış oldu.

Mevcut eşitsizlikler hâlâ gün gibi ortada. Karantina koşullarının; evlerde ve gecekondularda; çalışanlar ve işsizler arasında; internet, temiz su ve ulaşım gibi altyapılara sahip olanlar ve olmayanlar arasında; kadınlar ve erkekler yahut cis ve trans kadınlar için eşit ve tek bir biçimde deneyimlenmediği açık. Normalleştirilen ve politik anlamı yok sayılan bu eşitsizlik, toplumun her bir kesiminin şiddetle hissettiği mevcut sağlık krizinin vahametini önümüze seriyor.

Eşitsizlik ve baskıyla şekillenen bu ‘normal’, kadınlar ve LGBTQIA+ için toplumsal cinsiyet temelli şiddetin yükselmesi, yoksulluğun derinleşmesi ve bakım emeği yükünün artması anlamına geliyor.

Dolayısıyla, bugün önümüzde duran zorlu görev; mevcut krizi çözme ve çözmenin ötesine geçme stratejilerini belirlemek ve salgın koşullarının bizi olduğumuzdan daha yoksul, şiddete açık ve sömürüye tabi kılmasının önüne geçecek yolları bulmak için çalışmaktır. Bir yandan da bu şiddet ve eşitsizliği yeniden üreten iktidar ilişkilerini yerle bir edecek yapısal değişimler için mücadele etmek zorundayız.

Sahip olduğumuz tüm yükümlülükleri yerine getirirken asıl olanın feminist karakterimiz olduğunun altını iyice çizmek gerekir. Bu ülkede kadınların ve feminist hareketin gündemini ortaya koymak, dayanışmayı büyütmek ve memleketin dört bir yanında örgütlenmek adına otuz dört yılı aşkın süredir binlerce kadın omuz omuza hareket ediyor.3 Bizim tarihimiz, emeğimizin görünmez kılınmasına ve haklarımızın yok sayılmasına karşı savaştığımız mücadelemizin, emek temelli örgütlenmemizin tarihidir. Biz, memleketteki insan hakları mücadelesinin, hareketimizin tarihini oluşturan anneannelerimiz ve annelerimizin yansımalarıyız.4

Kadın hareketi bugün sesi her yerde yankılanan bir güce sahip. Arjantin sokaklarında patlak veren Ni Una Menos (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) Hareketi, beş yıldır toplumsal cinsiyet temelli şiddetin engellenmesi ve şiddete maruz kalan kadınlara destek sağlanması için, “Bizi öldürmekten vazgeçin!” talebini dile getiriyor. Cambiemos Partisi'nin icraatları ile palazlanan neoliberal atmosferde bu talepler her seferinde yeniden, ısrarla ortaya kondu. En çok kadınları ve LGBTQIA+’ları vuran ve eşitsizliği derinleştiren ekonomik krizler, yoksulluğun ve neoliberalizmin feminist yöntemlerle çözümlenmesini ve bu yolla yürütülecek bir mücadele ihtiyacını da beraberinde getirir. Arjantin’deki kadın hareketi, tam da bu noktada krize örgütlü bir direnişle cevap vermeyi başardı. 2016’da kadın hareketi tarafından örgütlenen ilk ulusal kadın grevi ve 2018’de kürtaj tartışmalarına cevaben gerçekleşen kitlesel “yeşil dalga” eylemleri, kadın ve LGBTQIA+ hareketinin zamanımızın en dinamik politik aktörü olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Bizden önce gelenlerin, Patria Grande (Büyük Anavatan)5’daki ve tüm dünyadaki kızkardeşlerimizin bize emanet ettiği mücadeleyi omuzlayarak; bu krizden şimdi olduğumuzdan daha güçlü çıkma hedefiyle; tüm meseleleri tartışmaya açıp, bu tartışmadan kitlesel, ilerici ve feminist bir fikir birliği doğana dek çalışmaya ve mücadele etmeye devam edeceğiz.

ElI Gómez Alcorta
Arjantin Kadın, Toplumsal Cinsiyet ve Çeşitlilik Bakanı

BAKIM EMEĞİ VE PANDEMİ

Bakım emeği, emektir. Toplum olarak insani gelişmişliğimize ve temel gereksinimlerimizi karşılamamıza hizmet eden maddi ve psikolojik koşulları sağlamayı içerir. Çevreyi, bedeni, varlığı, yaşamın ve yeniden üretimin devamı için gereken karmaşık ilişkiler ağının bütününü sağlamak ve iyileştirmek için yerine getirilen tüm faaliyetleri kapsar. Bunlar arasında yemek yapma, bulaşık yıkama ve temizlik gibi gündelik işlerin yanında; çocuk, yaşlı ve fiziksel veya akli engelliliği bulunan insanların bakımı da yer alır. Sermaye için temel bir meta olan emek gücünün yeniden üretimi için zaruri olduğu halde, bakım emeğine genellikle ya düşük ücretler ödenir ya da ödeme bile yapılmaz ve neredeyse hiçbir zaman varlığı tanınmaz.

Yakın zamanda yayımlanan Oxfam raporu (2020), dünya üzerindeki karşılığı ödenmemiş bakım emeğinin yüzde 75’inden kadınların sorumlu olduğunu gösteriyor. Bu da, gezegendeki kadınların ve kız çocuklarının bu türden işler için her yıl 12.5 milyar saatten fazla zaman harcadığı anlamına geliyor. Rapora göre, küresel ekonomiyi sübvanse eden bu karşılığı ödenmemiş emeğin yıllık karşılığı yaklaşık 10.8 trilyon dolar, bu da küresel teknoloji endüstrisinin toplam büyüklüğünün üç katı demek.

Kırsal bölgelerde ve az gelişmiş ülkelerde, kadınlar günün yaklaşık 14 saatini ücretsiz bakım emeğine harcıyor. Bu, erkeklerin bakım emeğine harcadığı zamanın beş katına denk geliyor. Güney Afrika’da kadınların ev içinde harcadıkları bakım emeği erkeklerinkinin yaklaşık üç katı. Brezilya’da bakım emeğinin yüzde 90’ı ev içinde gerçekleşiyor, yüzde 85’ini ise kadınlar üstleniyor. 2019’da kadınlar haftada yaklaşık 21.4 saatlerini bakım emeğine harcamışken, erkeklerin yalnızca 11 saat harcadıkları biliniyor. Dışarıda çalışan kadınlar, dışarıda çalışan erkeklere oranla bakım emeğine haftada 8.2 saat daha fazla vakit ayırmışlar.

Bakım emeği ve ev içi emeğin yelpazesi salgın boyunca iyice genişledi. Karantina ve fiziksel mesafe önlemleri ile beraber insanlar evlerinde daha fazla vakit geçirmeye ve yalnızca evleri için değil, kendilerinin, ailelerinin, sevdiklerinin, komşularının ve hatta mahallelerinin bakımına daha çok özen göstermeye başladıkça bakım emeğinin gerekliliği giderek daha görünür hale geldi.

Ev içinde harcanan bu emek, süreklilik arz eden bir emek olmanın yanında dikkate alınması gereken başka değişkenleri de barındırır. Bakım emeğini üstlenen kişi aynı zamanda çevresindekilerin davranışları ile de ilgilenmek durumundadır –üstelik sadece bakmakla yükümlü olduğu kişileri değil, dışarıdan gelen sesleri, dikkat dağıtıcı başka unsurları ve ilgi görmeyi bekleyen diğer her şeyi düşünmek zorundadır.- Sevgi ihtiyacının zihinsel yükü ve duygusal emek de kadınlara özel yaşamlarında yüklenen roller arasındadır. Dolayısıyla, kadınlar salgından önce de omuzlarında taşıdıkları bakım emeği ve duygusal emekle ilgili görevlerini aynı şekilde yerine getirmeye devam ediyor –ancak bu görevler salgın ile birlikte daha yorucu ve meşakkatli bir hal almış durumda.-

Ücretsiz emek ve ev içi emeğin getirdiği ilave sorumluluklar üzerlerine yıkılmışken, küresel boyutta kayıtsız işlerin büyük bir çoğunluğunu kadınların yapıyor olması tesadüf değildir. Oxfam raporuna göre dünya çapında kadınların yaklaşık yüzde 42’si zamanını bakım emeğine ve ev içi emeğe ayırdığı için iş bulamazken, erkeklerin yalnızca yüzde 6’sı aynı sorunla karşılaşıyor.

Üstüne üstlük, bakım emeğinin kadınların sosyal görevi olduğuna yönelik tarihsel algı, bakım emeğini işçi sınıfı ve orta sınıf kadınların üstlendiği bir tür meslek tanımı doğmasına yol açıyor. Brezilyalı sosyolog Heleieth Saffioti’nin ilk defa 1967’de basılan Women in Class Society (Sınıflı Toplumda Kadınlar) başlıklı kitabında belirttiği üzere, “ikinci sınıf, düşük ücretli ve gelişime kapalı” olan bu tanım, kadınları düşük prestijli ve sosyal anlamda varlıkları tanınmayan bir konuma hapsediyor (Saffioti, 1978, sf. 64). Böylece Saffioti, “meslekleri değersizleştirilen kadınların emek piyasasında sendikalar aracılığı ile pazarlık edecek konuma gelmeye çabalamak için ne motivasyonları ne de yeterli zamanları” olduğu sonucuna varıyor. (Saffioti, 1978, sf. 66).

Brezilya Coğrafya ve İstatistik Kurumu (IBGE), 2050 yılına gelindiğinde ülkede bakıma muhtaç çocuk ve yaşlı sayısının 77 milyonu bulacağını öngörüyor (bu da toplam nüfusun üçte birinden fazlası demek). Tarihsel sürecin bakım emeğini kadınların sırtına yüklemeye devam etmeye meyilli olduğunu düşünürsek, bu sorumluluğu kimin üstleneceği toplumsal olarak şimdiden düşünmemiz gereken bir problem olarak karşımızda duruyor. Kuşkusuz, benzer bir senaryo tüm dünya için geçerli.

Bu krize getirilebilecek acil çözümleri bulmak o kadar da zor değil. Oxfam’ın belirttiği üzere6, dünya üzerindeki en zengin yüzde 1, önümüzdeki 10 yıl boyunca gelirleri üzerinden fazladan yüzde 0.5 vergi verirse, bu para ile eğitim, sağlık ve yaşlı bakımı alanlarında 117 milyonluk bir istihdam alanı oluşturulabilir. Ancak –sınıf ilişkilerinin hâkimiyeti göz önüne alındığında- bunun yakın bir gelecekte gerçekleşemeyeceği aşikâr. Aksine, kapitalist devletler salgın süresince inanılmaz miktarlarda finansal fonu büyük bankalara ve şirketlere akıttı. Arjantin ve Şili’de olduğu gibi gelir vergisi düzenlemeleri üzerine tartışan hükümetler ise bugüne kadar gelir vergisi ödemeyi reddetmeyi başarmış elitlerin güçlü direnciyle karşı karşıya kaldılar.

Buradan bakıldığında, Alexandra Kollontai gibi feministlerin yaklaşık bir asır önce anlatmaya çalıştıklarını daha iyi anlamaya başlıyoruz: “Kapitalizm kadının omzuna ezici bir yük bindirir: Onu ne temizlikçi ne de anne tanımlarıyla sınırlamadan yevmiyeli işçiye dönüştürür”.


thetricontinental.org’dan kısaltarak çeviren Hande Tuhanioğlu

1The Encuentro Nacional de Mujeres (Ulusal Kadın Kongresi) 1986’dan beri her yıl düzenli olarak gerçekleşmektedir.

2Bakınız: Plaza de Mayo (Buenos Aires) Anneleri.

3The Encuentro Nacional de Mujeres (Ulusal Kadın Kongresi) 1986’dan beri her yıl düzenli olarak gerçekleşmektedir.

4Bakınız: Plaza de Mayo (Buenos Aires) Anneleri.

5Bu terimle hem tüm Hispanik Amerika ile Latin Amerika'yı içine alan bölge, hem de Arjantin’deki halk tabanlı örgütlerin ve kitle hareketlerinin geniş çaplı koalisyonu olan Frente Patria Grande kast edilmektedir.

6https://www.oxfam.org.br/justica-social-e-economica/forum-economico-de-davos/tempo-de-cuidar/#:~:text=Em%202050%2C%20o%20Brasil%20ter%C3%A1,85%25%20%C3%A9%20feito%20por%20mulheres.