Pandemi boyunca iktidarın başarısız politikalarından kuşkusuz en çok etkilenen sektör sanat dünyası oldu. Herkesin gözü müzisyenler üzerindeyken o müzisyenlerin sahneye çıkmalarını, konser vermelerini, her türlü teknik işinin görülmesini sağlayan koskoca bir teknik ekip hem iktidar hem de iktidar karşıtlarınca görmezden gelindi.

Pandeminin görmezden gelinenleri: Sahne emekçileri

RECEP YILMAZ

Pandemi sürecinden iktidarın politikalarından hiç kuşkusuz en çok etkilenen sanat dünyası oldu. Her müzisyenin arkasında ses mühendisinden ışık tasarımcısına, rodisinden kablolama yapana kadar kocaman bir teknik ekip var. Peki bütün bu süreç boyunca bu insanlar ne yaptı? Birçoğu kayıt dışı çalıştırılmak durumunda bırakılan emekçiler ne durumda? Müzisyenler kendilerine bazen seslerini duyurma alanı bulabilse de teknik ekiplerde çalışan insanlar ne yazık ki böyle bir alan bulamıyor.

Yok sayılan bu insanlara en çok destek vermesi gereken müzisyenlerin bir kısmı ise iktidarın bu saldırısını bambaşka bir taraftan ele alıp zaten tam olarak itelenen alanlarda gitarlarıyla şarkı söyleyerek protesto gerçekleştirdiğini zannediyor. Bütün bu süreç içerisinde emekçiden söz etmekten çok sanki müzik yasaklanmış gibi bir yaklaşım sergiliyor. Parkta bahçede protesto elbette güzel bir durum ama protesto ve eylemlilik hali hizmet ettiği unsurlara göre kötü sonuçlara da yol açabilir. Sahne emekçilerinin durumları konuşulmadan neredeyse self PR’a varan, bireyselciliğe çanak tutan ve demokrasi neferi gibi hareket eden güruhların söylemleri boşa düşmek zorundadır. Konserlerin sadece sahnedeki müzisyeni bağlamadığı, teknik ekipleri, mekânları hatta psikolojik açıdan ise dinleyiciyi kapsadığını unutarak yapılan bütün hareketler iktidarın isteğine hizmet eder. Bunu unutmadan oluşturulacak dayanışma ise müzik emekçilerinin sesini büyütür, kimsenin cebine ya da kişisel dertlerine hizmet etmez. İktidarın sigara içmeyi bile artık politik bir unsur haline getirdiği bu dönemde politik olarak boşa düşecek hareketlilik oluşturmak daha zor, bunu unutmadan hareket etmek bütün müzik emekçilerine fayda sağlayacaktır. Bu hafta sahne emekçilerinin sorunlarını onlara sorduğumuz birkaç soru ile sizlere sunmak istedim.

Bu yazıda sahne emekçilerine; “Reel olarak işsiz durumdasınız, geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?” “Mesleğinize dönme isteğiniz kaldı mı?” “İktidarın müzik sektörüne karşı olan tutumu gözünüzü korkutuyor mu?” “Geleceğe bakışınız nedir?” “Pandemi krizlerden sadece biri, ekonomik ve politik kriz sizi nasıl etkiliyor?” “Kayıt dışı olmak bir tercih mi, değilse buna zorlayan etkenler nedir?” Ve “Pandemiyle birlikte bütün sektör aynı gemideymişcesine hareket ediyor, sahne teknisyeni-mekan sahibi-menajer-müzisyen gerçekten aynı gemide mi?” sorularını yönelttim.

Sahne Amiri Ali Akdemir:

Geçimimi ailem sayesinde sağlıyorum. Onların yanındayım bir süredir. Her şeye rağmen mesleğe dönme isteğim var. Yeter ki sahneler yeniden açılsın. İktidarın kendi gibi düşünmeyen herkese karşı bakışı beni korkutuyor. Müzik sektörüne karşı bakış açılarını da pandemi boyunca gördük. Bu sektöre bakış açıları fazlasıyla ideolojik. Yine her şeye rağmen başta sektörün geleceğine sonra da genel anlamda geleceğimize olumlu bakıyorum. İktidarın pandemi krizini yönetiş şekli, politik ve ekonomik krizle de paralel. Zaten ekonomik bir krizin içindeydik. Pandemi ile beraber bu kriz çok daha görünür hale geldi sadece. Politik kriz de aynı şekilde. Kayıt dışı kalmak elbette bir tercihtir. Öte yandan sadece benim, bizim gibi sahne emekçileri ya da müzisyenlerin ara ara ses çıkardığını gördüm tüm pandemi boyunca. Sahne sanatlarının ürettiği şeyleri tüketen dinleyici-izleyici artık her kimse ses çıkarmadığı sürece bu işin bir yere varacağını düşünmüyorum. Soruya cevap vermek gerekirse bir şeylerin değişeceğine olan inancın azlığı insanları kayıt dışı kalmaya itiyor olabilir. Bence hiçbir zaman kimseyle aynı gemide değiliz.

Prodüksiyon Amiri Çağrıhan Yapıcı:

Pandemi boyunca devlet toplamda 2.100 TL yardımda bulundu. Aya böldüğünde aylık 29 TL’ye denk geliyor. Böyle yaşıyoruz işte. Mesleğime ilk fırsatta seve seve dönmek istiyorum. İktidarın müzik sektörüne karşı tutumundan çok daha insani konularda korkularım var. Kadın cinayetleri, tecavüzler, insan hakları gibi. Sektöre 2003 girişliyim. Bu krizler ne bitti ne azaldı. Bu coğrafyada bu krizlerin azalacağına dair de pek bir ümidim yok. Yani en azından biz göremeyiz. Z kuşağına inşallah. Daha önce bir yere üye olmayı kayıt altına girmeyi tercih etmedim. Şimdiki gibi hedeflerim yoktu, zaman içerisinde resmi olarak var olmak planlarım arasında. Kriz yönetimi konusunda daha bilinçli hareket etmeliyiz. Fikir ayrılıkları olması çok doğal, şu dönemde tek yumruk olmak gerektiğini düşünüyorum.

Işık Tasarımcısı Ali Soner:

Geçimimi zorlukla sağlıyorum. Konsersiz geçen süre 1,5 seneyi buldu, birikimim tükendi, aile-eş-dost desteğiyle bugüne kadar gelebildim. Yoğun konser temposunda nasıl bir hayatımız olduğunu biraz unuttum. Harika geçen bir konser yapmanın hissiyatını özlüyorum. Bir yandan da, sahne sanatlarına emek vermiş çoğu insan gibi, bu süreçte yeterli maddi/manevi destek görememekten dolayı çok üzgünüm. Artık alıştığımız kültür karşıtı politikalara, aman konserler yapılmasın diye uğraşan bir yaklaşıma karşı mücadele ediyoruz. Seyircinin büyük desteği ve ilgisiyle yapılabiliyordu zaten etkinlikler. Geleceğe kaygıyla bakıyorum sanırım ama tünelin ucunda ışık olduğunu da biliyorum. Büyük bir yönetim krizi yaşanıyor ve her şeyi etkiliyor. Hayat çok pahalı, emekçilerin kazandığı paralar komik bir hale geldi ve her gün ülkede olup bitenler ruhumuzu karartıyor. Direniyoruz. Sistem serbest çalışan insanları içine alabilecek çözümler sunmuyor pek. Müzik sektöründe dönen para da görece az olduğu için, kayıt altında bir ekonomik tablo kurmak kolay değil belki ama mümkün. Mevcut durumda, devletin bana son aylarda yaptığı sembolik yardımın üstüne para ekleyerek kendi sigortamı ödeyip, hemen iade etmiş oluyorum. Garip yani. Herkes bu süreci aynı şekilde yaşamadı tabii. Rahat da geçiren oldu, varını yoğunu satan da. Zaten her sektör gibi, işveren-çalışan arasında ciddi bir uçurum var ve müzik dünyasındaki patronlar da, hiçbir örgütü, güvencesi olmayan sahne emekçilerine haklarını vermek konusunda pek hevesli değil. Yeni normalin eskisinden daha adil olabilmesi adına ortak bir çözüm buluruz diye umuyorum.

Rodi Ahmet Can Batmaz:

Bu süreçte yardımlarla ve eşim çalıştığı için geçinebiliyorum. İktidarla ilgili hiçbir şey gözümü korkutmuyor. Bu iktidarın kısa zaman sonra olmayacağını düşünüyorum. Geleceğe bakışım gayet umut dolu. Hem ekonomik hem de politik kriz bizi çok kötü etkiledi. Çalıştığım sektör zaten her krizden en çok etkilenen sektör. Ama yakın gelecekte Türkiye'nin normalleşeceğini düşünüyorum. Kayıt dışı olmak tabii ki tercih değil ama mecburiyet. Buna zorlayan en büyük etken bence eğlence sektöründen ve alkollü içecek satışından alınan yüksek vergiler neticesinde işverenlerin daha fazla maddi külfetin altına girmekten imtina etmesi. Birkaç istisna dışında ben aynı gemide olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü sektördeki herkes eskisine nazaran daha fakirleşmiş durumda.

Ses Mühendisi ve Stüdyo Sahibi Refet Taşal:

Pandeminin başlangıcından bu yana geçimimi müzik dışı işlerle sağlıyorum; çok kötü koşullarda çalışmak zorunda kaldım diyemem ama esas işime dönme isteğim tabii ki başka her şeyi gölgeliyor. İktidarın müzik sektörüne bakışı beni korkutmuyor. Gezi'den bu yana geçen yıllar boyunca iktidar zavallıca bir hırsla kendi ideolojisinin paralelinde bir kültürel hegemonya inşa etmeye çalıştıysa da bunda başarılı olamadı. Türkiye'nin hızla değişen nüfus yapısı zaten bu saatten sonra müziğin muhafazakâr kalıplara girmesini imkânsız kılıyor.

Müzik piyasasında pandemi öncesi var olan tüm bozukluk ve eşitsizlikler pandemi süresince de dimdik ayakta durdu; o yüzden kimse rodilerle organizatörlerin, müzisyenlerle menajerlerin, meslek birlikleriyle yapımcıların aynı gemide olduğunu iddia edemez. Bu bozukluklar zaten bugüne kadar birçok müzisyenin ve teknik elemanın kayıtsız olarak iş yapmasına yol açtı. Tabii "kayıtsız" derken neyi kast ettiğimizi açıkça dile getirmek gerekiyor; bunu yapan bile çok az maalesef. Kayıtsız demek bordrolu çalışan ya da vergi mükellefi olmadan bu piyasaya iş yapmak demek.

Vergi ve çalışma kanunlarına tabi olarak bu işleri yapmak isteyenlerin önündeki engel hep sektör üzerindeki ağır vergi yükü oldu. Ancak tek sorun bu değil, yapımcı ve organizatörlerin kayıt dışı insan çalıştırma tercihinin ardında elbette kâr maksimizasyonu var. Piyasanın en yukarılarından yapılan bu tercih basamaklardan aşağı doğru indikçe vergi yükünden kaçmak isteyen sahne emekçileri ve müzisyenler tarafından da sürekli yeniden üretildi ve dönüp dolaşıp piyasanın en zor koşullarda çalışanlarını vurdu. Herhangi bir meslek birliğine üye olmayan, vergi mükellefi olarak devlette kaydı olmayan veya çalıştığı yapım/organizasyon şirketinde bordrolu olmayanlar, belki de 15 yıldır icra ettikleri mesleklerini resmi olarak ispat edemeyecekleri gerçeğiyle karşı karşıya geldiler. Piyasanın iyi zamanlarında "serbest" ve kayıt dışı çalışmanın sağladığı mali avantajlar bir anda devasa bir dezavantaja dönüştü.

Yapımcılar art arda yayınlanan dijital eserlerle, büyük organizatör ve menajerlerse geçen sene suyu çıkana kadar tekrar edilen sponsorlu online müzik etkinliklerinden gelen paralarla çarklarını döndürmeye devam ettiler. Bunlar olurken tabii müzisyenlerden duruma göre %60'lara varan komisyonlarını da kesmeyi ihmal etmediler. Tüm bunlar piyasadaki herkesin gözlerinin önünde yaşanırken kalkıp "hepimiz aynı gemideyiz" palavrasını tekrar eden menajer, organizatör ve yapımcıların sözlerine itibar edilmemesi gerekir. Gel gelelim müzisyen ve sahne emekçilerinin bu patronaj kılıfını yırtıp kendi seslerini çıkaracak bir özgüvene sahip olmaması bu "patronların" ellerini kollarını sallayarak ahkam kesebildikleri bir ortam yaratıyor.

Prodüksiyon Menajeri Melih Soysal:

İçinde bulunduğumuz sektörde pandemi öncesi de siyasi/toplumsal olaylar nedeniyle birçok iptal/erteleme yaşadığımızdan eşimle hep bir acil durum planımız vardı. Neyse ki zor da olsa bugüne kadar ayakta kalabildik. Ama yarını kestirmek zor artık. Aslında işsiz değilim, değiliz. İşimizi yapmamıza engel olan siyasi bir tavır olduğunu düşünüyorum. Hâlâ işimden vazgeçmiş değilim. Daha güzel günlerde çok daha güzel etkinliklerde görev alacağıma eminim. İktidarın tutumu elbette ki korkutmuyor. Ne mesleğim ne de ülkem için umudumu hiç kaybetmedim.

Kriz öncelikle manevi olarak etkiliyor tabii, toplum olarak huzura ihtiyaç var. Mesleki olarak madden zorlandığımız zamanlar çok oldu. En nihayetinde günlük çalışıyor, kazanıyoruz. Umudumu tüketemiyorlar ama. Kayıt dışı kelimesinin burada tam karşılığını bulmak lazım. Birçok meslektaşım sosyal güvencesini kendi karşılıyor. Zaten dolaylı yollardan ağır vergiler ödüyoruz. Çoğu projede kazancımız karşılığında istenilirse eş-dost vasıtası ile fatura kesip onun da KDV ve stopajını kazancımızdan ödüyoruz. İşin sonunda da elimizde belki mutfak masrafımız kalabiliyor sadece. Buna kayıt dışı diyeceksek diyelim. Kayıtlı olmamız isteniyorsa da adresimiz sistemde var, kültür bakanlığı istese bizi kayıt altına tabii ki alabilir. Vergi düzenlemesi ile de kazancımızı kutsallaştırabiliriz. Hepimiz aynı gemide değiliz. Bu söylem bana biraz romantik geliyor. Bahsedilen tüm meslek dalları arasında görünmez bir kast sistemi ve hiyerarşi var. Ast-üst, usta-çırak , işveren-işçi. Dikkatli okuyunca sanatçı-üretici, teknisyen-yürütücü, mekân sahibi/yapımcı-satıcı oluyor. Kazancın dağılımı ise çoğu zaman haksız. Ülkemizde müzik sektöründe yazılı olması gereken kurallar hala sözle ilerliyor. Böyle olunca da söz ağızdan çıkarken kolayca değişebiliyor ya da ‘aa öyle miydi, unutmuşum ‘ denilerek üstüne yatmaya çalışılabiliyor. Umarım en kısa sürede sektör çalışanları olarak oturup yazılı döneme geçebiliriz. Böylelikle söz uçmaz yazı kalır.

Ses Mühendisi ve Prodüksiyon Amiri Güneş Turaç:

Normal dönemde tam zamanlı çalıştığım mekânın sahibinin kişisel yardımları ile geçinmeye çalışıyorum. Bu aralar mesleğe geri dönmeyi düşünüyor musun sorusunu kendime çok soruyorum... 20 yıla yakın bir süredir içinde olduğum mesleğin - kariyerimin koca bir hiç olduğunu zaman zaman düşünüyorum... Bu da benim hem mesleğime hem sektöre inancımı, geri dönme isteğimi olumsuz etkiliyor. İktidarın tutumu Gözümü korkutmuyor, öfkelendiriyor... Sektörün tüm paydaşları "gerçekten" birlik ve beraberlik içinde hareket etmezse iktidarın siyasi politikalarına kurban edilip tamamen küçültülüp yandaş üç beş sanatçı, organizatör ve yapımcının tekeline kalacağını düşünüyorum. Pandemi, ekonomi, politik tüm bu krizlerde ilk önce müzik sektörü etkileniyor. Kurban ediliyor. Pandemi olur konserler ve mekânlar kapanır, ancak mitingler il toplantıları, toplu cenaze namazları, yemekler devam eder. Ekonomik kriz olur, dolar avro fırlar, müzisyen gitar teli alamaz, stüdyoya mikrofon alamaz. Şehit veririz konser iptal edilir, ama maçlar devam eder, düğünler devam eder lebaleb mitingler devam eder. Tüm yaraları sarabilecek müzik, iktidar tarafından her zaman sistemli bir şekilde engellenmeye çalışılır. Program yoğunluğundan pandemi kısıtlamalarının konuşulacağı kabine toplantısı iptal edilir ama akşamına milli maç izlenir.

Kayıt dışı çalışmak benim için tercih, benim mesleğimi tanımayan bir düzende beni yok sayan bir düzende bir tercih. Sektörün her alanının aynı gemideymişçesine hareket ettiğini düşünmüyorum, konuşan, yazan, çizen üç beş isim var, bunun dışında anlık olarak isin içine giren üç beş popülist isim var. Mış gibi yapanlar var, yarın öbür gün konserler biraz olsun başladığında bu tablo tamamen dağılabilir. Tüm sektörün birlikte yaptığı tek şey bir Whatsapp grubu kurmak ve oradan bir sonucun çıkmaması oldu. Aslında şimdi tam olarak gerçekten birlikte hareket etme zamanı, yoksa çok geç olabilir. Yoksa ne mekânlar kalır, ne sahneye çıkacak müzisyen, ne müzisyeni sahneye çıkaracak teknik ekip...