Ülkemizde son aylarda yaşanan sıradan faşizm örnekleri giderek büyüyor. Keyfi tutuklamalar, devletin bakanının fütursuzca yanlarında yer aldığı nefret kusan ırkçı gösteriler, medyadaki genel otosansür uygulamaları derken, “ileri demokrasimiz” inanması güç bir kara sayfaya daha şahit olmakta...

Yarın kadınlar günü ve ne tesadüftür ki bu sabah, ülkemizin en önemli feministlerinden Pınar Selek’in üç kez beraat ettiği Mısır Çarşısı patlaması davasının yeni bir duruşması var. On dört sene önce başlayan hukuk saçmalığı hala sürüyor. Ve Pınar Selek bugün yaşanan insan hakları ve ifade özgürlüğü ihlallerinin simgesi olmaya devam ediyor.

1998 yılında henüz Fransa’ya göçmemiştim. Pınar’ın aydınlık yüzünü ilk kez gazetelerin baş sayfalarında gördüğümde, bu anti-militarist feministin birçok insanın yaşamına mal olmuş bu şiddet olayından sorumlu tutulmasını kötü bir şaka olarak algılamıştım. Genç yaşına rağmen, o dönemde pek kimsenin dokunmak istemediği “kenardakiler”i inceleyen araştırmalarını tutuklandıktan sonra keşfetmiştim. Üstelik, genelde akademik camianın noktayı koyduğu yerde kalmadığını, araştırmalarının konusu olan gruplarla proje geliştirdiğini, her biriyle önce proje ortağı, ardından da dost olduğunu öğrenmiştim. Ve okuduğum tüm bu yazılardan sonra, bağımsız ve koşulsuz bir şiddet karşıtı olduğuna bir kez daha kanaat getirmiştim.

Pınar’ın uzun hukuki savaşını uzaktan takip etmiş, kendisine yüklenmek istenen suçlamaların tümünü dehşet içinde izlemiştim. Karşılaşmamız için 8 Mart 2010’u beklemem gerekti. Pınar Fransa’da Türkiye sezonu çerçevesinde düzenlenen bir toplantıya davet edilmiş, Oya Baydar ile birlikte “Sürüne Sürüne Erkek Olmak” kitabını tanıtmaya gelmişti. Aynı gün, Pınar’ı dinlemeye gelen birkaç feminist ile birlikte Pınar Selek Fransa Destek Komitesinin kuruluşuna şahit oldum. O günden itibaren, Pınar’ın yayınladığı hemen herşeyi okudum. Direnme gücünün yakın tanığı olma şerefine nail oldum.

Bildiğiniz gibi geçen yıl, 9 Şubat 2011’de İstanbul 12. Ağır Ceza mahkemesinin verdiği üçüncü beraat kararını ertesi gün Savcılık makamı temyiz etmişti. Normal şartlar altında, 7 Mart duruşması sadece usul eksikliklerinin tamamlanmasıyla sonuçlanacak. 

Sonuçta, Pınar’ın bugün yaşadığımız baskı ve yıldırma ortamında, on dört yıl önce olduğu gibi bugün hala simge olduğunu düşünüyorum. Tutuklamaların büyük bir bölümü Kürt meselesine “dokunanlar”, yani ülkemizde Kürt sorununun siyasi çözümü için çaba sarfedenleri hedef aldığına göre, Pınar Selek’in simgeselliği hala baki. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu başta, onlarca fikir emekçisi tıpkı Pınar gibi “Terör örgütüne üye olmakla veya yardım etmekle” suçlandığına göre, Pınar Selek davası sembolik değerinden hiçbir şey kaybetmedi ne yazık ki. 2006’da daha da sertleştirilen terörle mücadele yasasının ve uygulamalarının kurbanlarının başını hala o çekiyor.

Kısacası, on dört yıl önce başlayan Selek davasından beri değişen bir şey yok. Hatta bugünkü durum daha da vahim, zira Türkiye’yi yönetenler ülkeyi demokrasi prensipleri içinde yönettiklerini iddia ediyorlar. Ve çekinmeden, ülkeyi iç savaş girdabından çıkartmak için çaba gösterenlere karşı karalama ve sindirme kampanyası yürütebiliyorlar.

Masumiyetinin tanıkları olarak, sonuna kadar ihtiyatı elden bırakmadan, Pınar’ın hukuk savaşının takipçisi olmayı sürdüreceğiz.

Ve Selek davası Türkiye’deki hukuki ve siyasi baskıların barometresi olmaya devam edecektir.