'Pişman' değildi
SEBAHAT KARAKOYUN senyaprak@gmail.com
12 Eylül dönemindeki idamlarla Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamları için oy veren siyasetçilerle konuşmalarını 'Yargılı İnfazlar' adıyla kitaplaştıran gazeteci Türey Köse’nin konuştuklarının arasında Süleyman Demirel de vardı. Denizlerin idamı için Meclis’te olanca gücüyle çalışan Demirel’in 'arkasından' yaşanan tartışmalara ışık tutması açısından Köse ile kitabı için o günlerde yaptığı görüşmenin ayrıntılarını konuştuk.
> Demirel bu konuda konuşmaktan hoşlanmazdı. Nasıl bir görüşme oldu?
İdam cezası 2002’de kaldırıldı, ben de 'ölüme oy veren' siyasetçilerle konuşmuştum, elbette Demirel’in de kapısını çaldım. Güniz Sokak’taki eve gittiğimde konuya girmek kolay olmadı. Randevu istediğimde konuyu söylemiştim. Ancak lafı istediği yerde dolaştırmayı çok iyi bilen Demirel’in yarım saatlik bir sivil toplum örgütleri 'beyanatından' sonra, “12 Mart döneminde idam cezalarının infazı yönünde oy kullandınız. Bugün, bu konuda ne düşünüyorsunuz?” diye araya girmeyi başardım.
> Ne yanıt verdi?
Aynen şöyleydi: “Devirler değişiyor, bundan 30 sene evvelin şartları bugün yoktur. (...) Bugünkü şartları düne götürerek düşünemezsiniz. Ayrıca, Türkiye demokratik, laik, üniter bir devlet. Demokrasinin birtakım imkânlarından yararlanarak üniter laik devlet zorlanmıştır. 1970’li yıllar anarşi yılları, 80’li yılların ortasından itibaren aşağı yukarı 2000’li yıllara kadar da terör yıllarıdır. Anarşi yıllarında 6 bin, terör yıllarında da 40 bin vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Şimdi bunların cereyan ettiği bir Türkiye ile etmediği bir Türkiye farklıdır.”
> Hiç 'pişmanlık' algıladınız mı?
Hayır. Oysa konuştuğum birçok AP’li siyasetçi açıkça pişmanlıklarını dile getirmişti, mahcuptular, hatta “oy vermedim” diye inkâra kalkışanlar bile oldu. Örneğin Zeki Çeliker, “Elim hiç idama kalkmadı, hiç oy vermedim” demişti. Tutanakları incelediğimi söylediğimde, “Unutmuşum, yanlış yapmışım” diyebilmişti! Çok hazindi. Demirel ise bir pişmanlık tavrı içinde değildi. Ne de olsa “Dün dündür, bugün bugündür” sözünün sahibiydi ve 'dün'ü kendine göre 'o dönemin koşulları' diye rasyonalize ediyordu.
> Zaman zaman verdiği bazı demeçlerden 'pişmanlık' duyduğunu iddia edenler oldu.
Evet, bunu iddia edenler vardı. 60 günü aşan ölüm oruçlarıyla ilgili “1971’de de yine gençler bir hiç uğruna ölüme gittiler. Biz 30 sene bu olayın etkisini silemedik” demişti. Bu sözleri de anımsatmıştım kendisine. “Doğru. Gençler bir hiç uğruna gitti. Altı bin genç insan öldü” dedi. “Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını kastetmediniz mi” diye üsteledim. “Hayır, hayır... İnsani tarafını düşündüğünüz zaman, binaenaleyh kimsenin, karıncanın incinmesine razı olmayız. Fakat bir olay var. Hikmet-i idare devletin bekası gibi kavramlar bizim geleneklerimizde vardır. Padişahlar kardeşlerini, çocuklarını astırmıştır” dedi. “Pek gurur duyulacak bir gelenek değil herhalde...” diye araya girdiğimde de, “Ama de facto. Kanuni Sultan Süleyman oğlu Mustafa’yı boğdururken herhalde severek yapmadı, isteyerek yapmadı. Ama yaptı” karşılığını verdi. Israrla “Sizin siyasal çizginiz bir başbakanını, iki bakanını idam sehpalarında kaybetti. Sonra, 12 Mart döneminde üç gencin idamına onay verdiniz. Bu, bir çelişki değil mi” diye sordum. “Hayır. Parlamento 1972’de öyle karar vermişse, onun teker teker üyelerini bugün suçlu tutmak fevkalade yanlıştır” dedi.
EN BÜYÜK SİYASİ GÜNAHI
> Deniz’ler asılırken AP sıralarından “3-3, intikam” çığlıkları yükselmiş. Bu konuda ne diyordu?
Onu da kabul etmiyordu. “Hiçbir alakası yok. Orta yerde işledikleri suçlar var. Mahkemeden geçmiş, mahkeme karar vermiş. Aslında rahmetli Adnan Menderes’i, Fatin Rüştü Zorlu’yu, Hasan Polatkan’ı asan, astıran o çocuklar değil ki. Onlar asıldığında o çocuklar daha ancak ilkokula falan gidiyordu. O günün şartları, günün şartları dışına hiç çıkmamak lazım” yanıtı verdi bu konudaki sorularımıza.
> Demirel’in “arkasından” o dönemi yakından izleyen gazeteciler arasında farklı değerlendirmeler dikkati çekti, bazı tartışmalar yaşandı. Siz ne diyorsunuz?
Gazeteci olarak Demirel dönemine yetiştim! Bugün özellikle AKP’li siyasetçilerle kıyaslandığında gazetecilere çok yakın davranırdı, espriliydi, ortamı yumuşatmayı bilirdi. Ama sadece “kişisel” olarak size ya da meslektaşlarınıza karşı davranışından yola çıkarak bir siyasetçi -hele de Demirel gibi çok uzun bir döneme damgasını vurmuş bir lider- hakkında konuşamazsınız. Ben yolları, barajları değil; MC’leri, “üç fidan”ı anımsayanlardanım. Süleyman Demirel’in en büyük siyasi günahı “üç fidan”. Bu konuda en azından bir pişmanlık cümlesi duyabilmek isterdim.