Gezi’de ve her fırsatta söylediğimiz gibi: İstanbul’un sonunu hazırlayan, plansızlığın ve altyapı sorunlarının kaynağı, bilirkişilerin de siyaseten ve rant amaçlı olarak dayatıldığını zımnen kabul ettiği mega projelerdir.

Planlama, hukuk ve hoyratlık
3’üncü Köprü projesiyle Kuzey Ormanları tahrip edildi ve talana açıldı.

Tayfun Kahraman
Ş. Can Atalay*

Gezi Direnişi, tüm yönleriyle daha fazla konuşulmayı, daha fazla değerlendirilmeyi hak ediyor. Gezi, Recep Tayyip Erdoğan’ın dokuz yıldır onca karalama girişimine karşın kirletilemedi, aksine her zaman tertemiz kaldı. Ancak hem ‘‘memleketin eşitlik, özgürlük, adalet ve demokrasi mücadelesinin sönmeyecek umudu’’ oluşu hem de artık 9’uncu yaşına giren tarihsel bir olgu niteliği ile yeteri kadar tartışıldı mı? Biz, Gezi 10’uncu yaşına doğru ilerlerken her düzeyde daha fazla tartışılmasının; hem hangi nesnel koşulların Gezi’ye yataklık ettiğinin hem de o günlerde hangi öznel katkı ve kısıtlılıkların belirleyici olduğunun konuşulmasını çok yararlı görüyoruz. Bu tartışma geleceğimizi kazanmak için olduğu kadar tarihin doğru yazılması için de zorunludur. Geçmişe baktığımızda 1968’in tarih yazımı ne De Gaulle’e ne de Demirel’e bırakılmadı. 1789’un ya da 1848’in hâlâ esin verici oluşu onun hakkında ısrarla konuşulması/yazılması sayesindedir. Bu anlamda bizim tartışmaya başlayacağımız nokta, ‘‘direnişin hukuku’’ olacaktır.

Fakat, hukuk birden fazla anlama sahip, birden fazla alanı kapsayan geniş bir sözcük. Hem hakkın çoğulu, haklar demek hem yürürlükteki kanun ve kurallar toplamını ifade eden bir bütünlük. Hem de toplumların siyasal, sosyal ve ekonomik ilişkilerin belirleyicisi ve bu ilişkilerin gerçekleştiği mekânın da düzenleme aracı. Gezi hukukuna baktığımızda ise, toplumsal mücadelenin karanlıkta parlayan bir ışığa dönüştüğü mekânın hukukunu ele alalım öncelikle.

AKP’NİN VAADİ DAHA ÇOK BETONDU

Gezi’nin hemen öncesinde 2011 genel seçim sürecinde AKP iktidarının, bugün de olduğu gibi, topluma bir yenilik olarak dillendirdiği vaadi daha çok beton dikecekleriydi. İktidar genel seçimlerdeki vaatleri ile adeta İstanbul yerel seçimlerine hazırlanıyordu. 3’üncü Köprü, 3’üncü Havalimanı, şehir hastaneleri, çılgın proje Kanal İstanbul ve Topçu Kışlası mega projeleri ‘Büyük Türkiye’yi inşa ediyoruz’ söylemi ile müjdeleniyordu. Bu mega projelerin ne daha adil bir toplumsal düzen ve kalkınmayla, ne kapıya dayanan küresel iklim kriziyle, ne üretim ve istihdamın artırılmasıyla, ne de yapısal sorunlara çözüm getirmek ile ilgili bir önerisi olmadığı açıktı. Peki, 2011 seçimlerine damga vuran bu projelerin hukuki durumu neydi?

Gezi Direnişini karalama kampanyasının en fazla telaffuz edilen argümanı büyük/mega projeleri istemiyorlar oldu. Oysa ne Kanal İstanbul’un, ne 3’üncü Köprü’nün, ne 3’üncü Havalimanı’nın ne de Gezi Parkı’nın Topçu Kışlası adı altında AVM yapılmak suretiyle yapılaşmaya açılmak istenmesinin hukuki bir dayanağı bulunmuyordu. Ne kanunlara ne de mevcut üst ölçek planlara uymayan bu projelerin hepsi meslek odalarınca dava konusu edildi. Hukuken dayanaksız projelere karşı mücadelenin ilk sözü ‘hukuka uyun, üst ölçekli planlara aykırı işlem yapamazsınız’ oldu.

Tayfun KahramanTayfun Kahraman

Aslında mega projelerin seçim vaadi olarak ilan edilmesinden 2 yıl önce “İstanbul’un Anayasası” yürürlüğe girmişti. 2009 onanlı 1/100.000 ölçekli İstanbul İl Çevre Düzeni Planı dönemin İBB Başkanı Dr. Mimar Kadir Topbaş tarafından “İstanbul’un Anayasası” olarak tanıtılırken, Topbaş aynı tanıtım toplantısında bundan sonra İstanbul’da kimsenin Anayasa’ya aykırı işlem yapamayacağını müjdeliyordu. Fakat İstanbul Çevre Düzeni Planı onaylandıktan sadece 2 yıl sonra planda hiçbiri bulunmayan mega projeler birer birer seçim vaadi olarak Recep Tayyip Erdoğan tarafından ilan edildiler.

PROJELER İSTANBUL’UN TAHRİBİNİ İŞARET EDİYORDU

Oysa 3. Köprü, 3. Havalimanı, Kanal İstanbul ve tabi ki Topçu Kışlası projelerine “Anayasa’da yer verilmezken AKP iktidarı bu projelerle birlikte hukuk tanımazlığını, kendi koyduğu kuralları kendisi ihlal ederek gösterdi. Büyük projeler olarak lanse edilen projelere itiraz ederken elimizde olan somut hukuki dayanaklardan biri de bu plandı. Yürürlüğe girdiğinde itiraz ettiğimiz yönleri olsa da plana aykırı projeler ise İstanbul’un geri dönülmez tahribini işaret ediyordu. Aslında itiraz edilen, yüzlerce uzmanın ortaya koyduğu analizler sonucu ortaya çıkan planın, bilimsel gerçekler ve gereklilikler göz ardı edilerek hiçe sayılması idi. Fakat seçim vaadi olarak gelen Kanal İstanbul, 3. Köprü, 3. Havalimanı, Topçu Kışlası görünümlü AVM projesi ise İstanbul’un doğal alanlarının tamamen tahribine neden olacaktı. Buna karşın 2009 tarihli İstanbul İl Çevre Düzen Planı İstanbul’un kuzeyine kırmızı bir hat çekerek kuzeye doğru büyümenin engellenmesini temel ilke olarak kabul ediyor; İstanbul’un ormanlarının, su havzalarının ve tüm geri kalan doğal varlıklarının korunması şartıyla doğu batı ekseninde bir gelişmeyi öngörüyordu. Elbette sorunları yok değildi; kentin tarım alanlarının yapılaşmaya açılması, sanayi kararları, tarihi çevre üzerinde yarattığı baskı gibi nedenlerle itirazlara ve davalara konu oldu. Fakat İstanbul’un kuzeyi mutlaka korunmalı diyen bu planda çılgın/mega projelerin hiçbirine yer verilmiyordu.

UYGUN YER OLARAK KUZEY ORMANLARI’NI GÖRDÜLER

2011’deki seçim vaatleri ile birlikte bu planda da kısa sürede bir değişikliğe gidildi. Tüm bu projeleri plana işlemektense bir plan notu eklenmesi ile plandaki tüm pürüzler ortadan kalkacaktı. Plan notu ile büyük ölçekli ulaşım projelerine planda yer olmasa da alt ölçekli planlarla karar verilir şeklinde bir ek yapıldı. Böylece tek kalemde tüm projeler meşru olacaktı. AKP iktidarının kafasında tek bir düşünce vardı. Kentsel arsa üretmenin artık çok zor olduğu İstanbul’da, onlar için kalkınma ile eş anlamlı olan inşaat sektörü için yeni alanlar elde edilmeliydi ve bunun için en uygun yer İstanbul’un Kuzey Ormanlarıydı.

Kent bütününe yönelik üst ölçekli kararların alt ölçekli planlara havale edilerek İstanbul’un tehditlere karşı savunmasız bırakılması şehircilik ilkeleri ve planlama tekniğine tamamen aykırıydı. Kamu yararını hiçe sayan plan notu değişikliği ilgili meslek odaları tarafından dava konusu edildi ve bu dava nasıl bir yargısal krizle muhatap olduğumuz gerçeğini ortaya koydu. 12 Eylül 2010 Anayasa referandumu sonrasında idari yargı baş aşağı gitmeye başlamıştı ve bu davalar yaşanacak hukuk felaketinin habercisi oldular. Uzun yıllar kamu yararını korumak konusunda önemli kararlar veren, hukuka aykırı her idari işlem sonrasında verdiği kararlar ile “yargı vesayeti” ile yaftalanan Danıştay’ın üzerinden 2010 referandumu geçmişti. Bu sürecin ardından plan notu davasında bilirkişi incelemesi dahi yapılmadan, yargı makamı “olur böyle şeyler, hiçbir sakıncası yoktur” kararını hızlıca kesinleştirdi.

Can AtalayCan Atalay

CİNAYET İŞLENDİ KİMSE GÖRMEDİ

Peki şehircilik ilkeleri ve planlama tekniğine açıkça aykırı işlem yargıdan dönmedi ama işlenen bu hukuki ve bilimsel cinayetin ardından suç mahallinde hiç mi iz kalmadı? İstanbul’un yok edilmesi pahasına girişilen rant avcılığının yol açtığı bu organize tahribat arkasında birçok delil bıraktı. Örneğin 3. Köprü ve bağlantı yolları ile ilgili düzenlenen 1/25000 ölçekli Kuzey Marmara Otoyolu planı ile ilgili Meslek Odaların açtığı davada sözde bilim insanı bilirkişiler hiç sıkılmadan bu işe evet dedi: İnşa edilen 1. Köprü İstanbul’un gelişimini kuzeye doğru tetiklemiş doğal alanlar zarar görmüştür dediler. Devamında 2. Köprü İstanbul’un kuzeye doğru gelişmesini ilkine göre daha da ileri götürmüş, doğal alanlar misli ile zarar görmüştür dediler. Bu saptama ardından 3. Köprü’nün daha da büyük bir tahribat yaratacağı sonucu beklenir değil mi? Hayır öyle olmadı, bilirkişiler siyasal iktidarın rant ısrarı ile gerekçelendirmeye çalışarak 3. Köprü’nün İstanbul’un doğasına zarar vermeyeceğini söylediler. Evet hukuka, kamu yararına ve şehircilik ilkelerine rağmen bir cinayet işlendi ve kimse görmedi.

Bir benzeri de üzerinde Topçu Kışlası görünümlü AVM yapılmak istenen Gezi Parkı’nda yaşandı. Hukuka aykırı bir seçim vaadi, 2012 yılında onaylanan bir İmar Planı ile hukuka uydurulmaya çalışıldı. Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi Koruma Amaçlı İmar Planları ile Topçu Kışlası ile Gezi Parkı yapılaşmaya açılırken, adı yayalaştırma projesi olan projede yaya yolları unutuldu. Asker Ocağı Caddesi yönünde projede unutulan yaya kaldırımının kaçak inşaatına başlandı. Yurttaşların ağaçların sökülmesine karşı direnişi, cevaben Fethullahçı polislerin artan, orantısız ve insanlık dışı şiddeti ve en nihayetinde itirazını alıp gelen herkesin meydana çıkması ile koca çınara, tarihi bir halk hareketine dönüşen Gezi Direnişi doğdu.

TEKNİK OLAN POLİTİKTİR

Hukuksuzluğu ve İstanbul’a ihaneti kendilerine hak görenler, Gezi’deki bizlere büyük projeleri de bunlar istemedi dediler ve her fırsatta da bunu tekrarlıyorlar. Gezi’de itiraz edilenlerden biri de İstanbul İl Çevre Düzeni Planı’na aykırı, planı delen, siyaseten ve rant amaçlı olarak dayatılan ve İstanbul’un yok olmasına neden olacak bu çılgın projelerdi. Bu projelere karşı iktidar hukuka uymaya, şehircilik ilkeleri ve planlama esaslarına uymaya davet edildi. Fakat burada da hukuksuzluk hakim olmaya devam ediyor. Gezi’de ve her fırsatta söylediğimiz gibi: İstanbul’un sonunu hazırlayan, plansızlığın ve altyapı sorunlarının kaynağı, bilirkişilerin de siyaseten ve rant amaçlı olarak dayatıldığını zımnen kabul ettiği bu mega çılgın projelerdir.

Sonunda sizlere “teknik” gelebilecek olan tüm bu planlama ve hukuka dair açıklamalar insanlığın müşterek birikimidir ve en önemli sınav olan tarihin içinden damıtılıp gelmiştir. Tam da bu nedenle “teknik olan politiktir.’’

*Gezi tutukluları Şehir ve Bölge Planlamacısı Dr. Öğrt. Üyesi Tayfun Kahraman ve Avkukat Ş. Can Atalay Silivri Cezaevi’nden yazdı.
(Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47).