Polisiye edebiyatın usta isimlerinden Önay Yılmaz, “Polisiye yazmak matematik problemi çözmek gibi. İşin püf noktası okuyucuyu dedektifle paralel düşündürmek. Dedektif ile okuyucu olayın çözümünü birlikte yapmalı” diyor.

Polisiye yazmak matematik gibi

Semra KARDEŞOĞLU

Polisiye edebiyatın gazeteci kökenli isimlerinden biri Önay Yılmaz. Peş peşe yayımladığı romanların ardından bir süre önce bu kez polisiye öykü kitabıyla çıktı karşımıza; Öğleden Sonra Cinayetleri. Hem yeni kitabını hem gazetecilik üzerine sorularımızı yanıtladı.

Polisiye romanlarla tanıdık sizi, son olarak polisiye öykülerle çıktınız karşımıza. Yazma süreci daha keyifli mi geçti?
Öyküyü uzun zamandır denemek istiyordum. İlk öykümü kolektif bir eser olan Dark Polisiye İkinci Kitap’ta, daha sonra çok başarılı bir dijital polisiye dergi olan Dedektif Dergi’de yazdım. Sonra yazmaya devam ettim. Yazdıklarımı da bir kitap haline getirmek istedim. ‘Öğleden Sonra Cinayetleri’ böyle ortaya çıktı. Öykü yazmaktan da roman yazmak kadar keyif aldım. Bu süreçte çok değerli insanlarla çalıştım ve onları tanıma fırsatı da buldum.

Öykülerinizde de romanlarınızdaki gibi ters köşe yapıyorsunuz okuyucuyu. Polisiyede işin en kritik noktası bu mu? Geçmiş ve bugünkü polisiye tarzında büyük değişiklikler yok mu? Örneğin sonun en başta bilindiği romanlar gibi.
Polisiye yazmak matematik problemi çözmek gibi keyifli bir süreç. İşin bence püf noktası okuyucuyu dedektifle paralel düşündürmek. Dedektif ile okuyucu olayın çözümünü birlikte yapmalı. Bunu yapmak için yazar, olayın çözümüne yönelik ipuçlarını ustaca araya sıkıştırmalı. Bu ipuçlarını okuyucu dedektifle birlikte katilin kim olduğunu bulabilmeli. Tabii işin diğer bir püf noktası da bu ipuçlarını yerleştirirken okuyucuyu şaşırtmak. Okuyucu tam katili buldum derken dedektif karşınıza başka bir katille çıkmalı. Polisiye romanda ters köşe budur. Katilin kimliğinin önceden belli olduğu polisiye romanlarda ise yazar bir başka yöntemi uygular. Eğer katil biliniyorsa ama elde ipuçları, suçu işlediğine dair deliller yoksa o zaman dedektif bunları bulmaya çalışır. Genelde polisiye okuru birinci yöntemi tercih eder. Ancak öykülerde okuyucuyu ters köşe yapmak, kandırmak romana göre daha zordur. Çünkü öykü kısa olduğu için okuyucunun dikkati romana göre daha az dağılır.

Gazeteciliği aslında erken denecek bir noktada bıraktınız. Ne dediniz; Zirvede bırakayım mı? Gazeteciliğin zirve noktası ne?
Koşullar öyle gerektiği için bırakmak zorunda kaldım. Artık muhabir olarak devam etmek istemiyordum. Muhabirlik gazeteciliğin en temel branşlarından biri hiç kuşkusuz. Ama bunun için özgür olabilmeniz lazım. Deneyimli bir muhabir olarak istemediğiniz bir haberin peşinde koşmak zorunda kalmak yıpratıcı. Milliyet gazetesinde çalışırken Ergenekon, Balyoz gibi süreçlerde benden iddianameleri okuyup haberleştirmem istenmişti. Bu suçlamalara inanmadığım için işten kovulmak pahasına da olsa o iddianameleri okuyup haberleştirmedim. Düzmece olduğu çok belliydi. İnanmadığım bir haberi yapmayı reddettim. Muhabir olarak devam edecekseniz ve belli bir deneyime ulaşmışsanız, artık yapacağınız haberin kararını büyük ölçüde sizin vermeniz gerekiyor. İnisiyatif sahibi olabilmeli deneyimli bir muhabir. Muhabirlik yapmayacaksam da yazı işlerinde gazeteyi yönetmek isterdim. Karar verici olarak gazeteyi yapmaktan söz ediyorum. Okura gerekli tüm bilgileri, haberleri objektif olarak verebilen, onları aydınlatan, eğiten, eğlendiren, keyif veren, konusunda ehil kişilerin köşe yazarlığı yaptığı ama sayfayı parsellemediği dolu dolu bir gazete yapmak keyifli olabilirdi. Ama bunun için benim açımdan koşullar dediğim gibi uygun değildi. Bence gazeteciliğin zirve noktası budur. Basının bağımsız ve tarafsız olabilmesi için de kimseye bağlı olmaması, temel amacının salt gazetecilik olması gerekiyor.

Uzun yıllar gazetecilik yapmak yazarlığınızı nasıl etkiledi?
Gazetecilik mesleği bir yazar için iyi bir altyapı oluşturuyor. İnsanları tanımak, toplumu tanımak, olaylara yakından tanık olmak, olayların içine girmek, insana müthiş bir deneyim kazandırıyor. Bugün yazar olarak donanımımı gazetecilik mesleğine borçluyum. Aslında her haber, küçük bir öyküdür. İsterseniz bunu geliştirir romana dönüştürebilirsiniz. O bakımdan bugün başarılı olmuş kurgu, gerilim, polisiye tarzındaki yazarların çoğu gazeteci kökenlidir. Örneğin ilk aklıma gelenler, Jean Christophe Grange, Henning Mankell, Stieg Larsson, Michael Connelly, Simon Beckett, Glenn Meade…

İnanılmaz yoğun bir şiddet yaşanmıyor mu bugün? Akıl almaz aile hikâyeleri, aile içi şiddet, cinayetler, 100 lira için can alanlar? Hep böyle mi devam edecek?
Adaletin, eşitliğin olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Kıtalararası, ülkeler arası, sınıflar arası adaletsizlik ve eşitsizlik giderilemediği müddetçe şiddet her zaman var olacaktır. Görülen o ki, dünyada adil ve eşit bir paylaşım da maalesef istenmiyor. Böyle bir dünyanın kurulması da pek mümkün görünmüyor. İstenirse olmaz mı? Elbette olur; ama böyle bir irade henüz tecelli etmiş değil. Bu da insanları sürekli tüketime teşvik eden bir sistem. Kaynaklar hızla yok olurken, bizler de tükenip yok olmaya doğru yol alıyoruz. Bunun önüne geçebilmek için yeni bir kurtuluş, yeni bir çıkış, yeni bir ideolojik sistem arayışına girmek gerekiyor. Karşınızda çok güçlü, her şeyi ezip geçen küresel bir sermaye sınıfı olduğu müddetçe bu çok zor. Ama imkânsız değil.

Böyle bir ortamda roman ve öyküler gerçeğin çok gerisinde, gerçeğin yanında çok masum kalmıyor mu?
Romanlar, öyküler gerçeğin gerisinde değiller. Hiçbir şey yoktan var olmaz. Hayal gücü de gerçeklerden beslenir. Olmayan bir şeyi hayal edemezsiniz. Edebiyat her alanı kapsar. Örneğin yaşadığımız olayları bize ayrıntılı yazacak, romanlaştıracak yazarlar lazım. Bazen öngörüsü olan yazarlar, gelecekteki tehlikeleri kurgulayıp insanları uyarabiliyorlar. Mesela, pandemide, yakın geçmişteki bu yargılama ve suçlama süreçlerinde neler yaşandı, ne gibi insani duygular meydana geldi; belki biz bunları ileride romanlarda, öykülerde daha rahat okuyup anlayabileceğiz. Ayrıca roman ve öykü her zaman günceli yakalamak ve yazmakla ilgili bir şey de değildir. Yazılacak o kadar çok konu var ki…