Meselemiz iktidarın ürettiği çıkar kodları değil, muhalefetin tercihlerinin ‘hakiki politik yaşama’ denk düşüp düşmediğidir. Bu noktada ‘meşruluk’ kavramı belki en kapsayıcı normlardan birisidir. Sol gösterip Sağ’a göz kırpmak -uğruna mücadele ettiğiniz değerler dikkate alındığında- gerçekte ‘gayrı meşru’ bir tavırdır ve son kertede sağın yeniden üretimine katkı sağlar

Politika yapılmaz, üretilir

Murat Müfettişoğlu

Her ülke layık olduğu hükümeti alır.
Aristoteles

Başlığın altındaki özlü sözün bugünü özetlediği kesin; ancak bardağın dolu tarafını görmek ve ‘daha iyi bir hükümete layık olmanın ihtimal dahilinde olduğunu’ fark etmek lazım. Bunun da yolu politikayla en doğru ilişkiyi kurmaktan geçer.

Son birkaç yazıdır ‘Reel Politiğin’ günlük, gevşek dinamiklerine karşı Bios Politikos’un (hakiki politik yaşam) kurucu, sık dokulu dinamikleri hakkında söz söylemeye çalışıyoruz. Bu yazımızda da, ‘reel politiğin’ yapısal ilişki kurmakta güçlük çektiği ‘hakiki muhalifin ve muhalefetin’ izini sürmeyi deneyelim ve önceki bölümlerde yaptığımız gibi Aristoteles’e kulak verelim.

Büyük düşünür insani varlığı ‘zoon politikon’, yani ‘politik hayvan’ olarak tanımlamış; tanımı biraz daha netleştirerek insana ‘zoon logon echon’, yani ‘akıllı konuşan hayvan’ demiştir. Kulağa hoş gelsin gelmesin, politika, ‘akıllı konuşan hayvan’ vasfına bağlı kalınarak yapılabilen bir etkinliktir; değişen koşullar karşısında varyasyonlu düşünebilmeyi ve harekete geçebilmeyi gerektirir. Misal, ‘evrim’ gerçeğine ve ‘devrim’ yazgısına zihnen “direnen” ya da bu iki kavramı yadsıyan ‘kemiksi beyinlerle’ hiç mümkün değildir. Çünkü kemiksi bir beyin üretmez, yapar; kemiksi olmayan bir beyinse hem yapar, hem üretir.

Ülkece geldiğimiz şu berbat noktanın sorumluları, ‘yapmakla’ ‘üretmek’ fiilleri arasındaki farkı bilmeden politikaya soyunanlardır. Binalar yapılır, kültür ve sanat üretilir; bölünmüş yol yapılır, bilim ve teknoloji üretilir; çakma araba yapılır, onu yapan makineler üretilir; yurtdışından mercimek ithalatı yapılır, kendi topraklarında mercimek üretilir; askeri ya da sivil darbe yapılır, demokrasi ve değer üretilir vb. Velhasıl politika yapılmaz, üretilir. Ve bütün bu kategorik sapmalar iktidarla birlikte muhalefeti de bağlar: Muhalefet yapılmaz, üretilir!

Kurucu ve uçucu aksiyonlar
Politik süreçlerde ‘varyasyonlu akıl yürütmek ve tavır almak’ ilkesiz ve basiretsiz davranmak anlamına gelmez. Zira zihnin ve bedenin bu tür etkinlikleri ‘hakiki politik yaşamın’ kurucu bağlamı ve alanı dâhilinde gerçekleşir. Bağlamın dışına çıkıldığında taktik-pragmatik dürtüler devreye girerler; ‘ilkesizlik ve basiretsizlik’ asıl o zaman belirir. Kavramsal karşılığı ‘sağ popülizm’ olan bu tutumun politikayla falan ilgisi yoktur. Bunlar, tek taraflı menfaatlerin belirlediği ‘uçucu aksiyonlardır’, diğer bir ifadeyle ucuz pazarlama faaliyetleridir.

‘Kurucu bir aksiyonla’ ‘uçucu bir aksiyon’ kimi durumlarda yakınlaşsa da, faillerinin anlık niyetlerine ve/veya nihai hedeflerine bağlı olarak ayrı noktalara düşerler. Sözgelimi, ‘kolay gelsin’ lafının ‘kurucu’ ya da ‘uçucu’ aksiyon mu olduğu, ‘ortak iyi’ adına mı yoksa ‘kişisel iyi’ adına mı söylendiğiyle ilgilidir vb. Yaşamı (Bios) sürdürülebilir kılmak için binlerce yılda tecrübeyle sabitlenen sözler, davranışlar ve eylemler ‘kurucu aksiyon’ kategorisine girerler, dolayısıyla geniş bir zamana ve uzama yayılmışlardır. Beşer’in mevcut bütünlüğü biraz da bu sayede korunur.

Kurucu sözlerin ve davranışların aksine, siyasal iktidarın 15 yılda ördüğü çıkar ağında işlerin yürümesi için dolaşıma soktuğu onlarca virütik söz ve davranış şekli var. Malumunuz ‘hayırlı Cumalar’ demek ve ‘kafa tokuşturmak’ onlardan sadece ikisi. Lakin meselemiz iktidarın ürettiği çıkar kodları değil, muhalefetin tercihlerinin ‘hakiki politik yaşama’ denk düşüp düşmediğidir. Bu noktada ‘meşruluk’ kavramı belki en kapsayıcı normlardan birisidir. Sol gösterip Sağ’a göz kırpmak -uğruna mücadele ettiğiniz değerler dikkate alındığında- gerçekte ‘gayrı meşru’ bir tavırdır ve son kertede sağın yeniden üretimine katkı sağlar.

Dört anekdot
Ömrünü devrimci mücadeleye adamış bir akrabamı yakalandığı ağır hastalık sonucu ellili yaşlarında kaybettik. Vasiyeti üzerine, toprağa verildiği günün akşamı evinde toplanıp içki içtik, ortak hatıralardan konuştuk. Duyup yadırgayan mutaassıp akrabalar muhakkak olmuştur. Ancak uluorta dillendirme cüretini gösterebildiklerini sanmıyorum, en azından ben duymadım. Zira vasiyet sahibinin kişiliği, kişiliğinin belirlediği yaşamı bütün “kuraldışılıkları” aşacak ölçüde ‘meşruydu’ ve mutaassıp olan olmayan bütün yakınları buna tanıklık etmişti.



Arkadaşlarımdan biri, dedesinin rakı içtikten sonra olağanüstü bir konsantrasyonla ve içtenlikle Kuran okuduğunu, okurken ağladığını anlatmıştı. Vakanın öğeleri psikanalizin alanına girse de, dedesinin ritüelinin vicdanlarda ‘meşru’ bir tat bıraktığı iddia edilebilir.



Felsefeci bir dostum da, memleketlerindeki mezarlıkta şarap içip derin muhabbetler yaptıklarından bahsetmişti. (Aynı anda) kasabanın öbür erkeklerinin kafalarında dolaşan tilkileri tahmin etmek güç değil. Bu olayda birazcık cesaret varsa ‘güçlü’ hissetmekten değil, ‘meşru’ hissetmekten kaynaklanır.



Ana muhalefet partisinin Gelibolu’da düzenlediği Adalet Kurultayı’nda içki içildiği iddiaları üzerine genel başkan yardımcısı ve parti sözcüsü açıklama yaptı ve dedi ki: “Kendini bilmez birkaç kişinin Çanakkale şehitlerimizin aziz hatırasına ve Kurultay’ın ruhuna aykırı bu davranışı bizleri derinden yaralamıştır…” Aynı tarihlerde Zeytinli Rock Festivali’nde gençler kızlı erkekli gönüllerince içip eğleniyorlardı. Dostlarımdan biri, sosyal medyada yaptığı yorumla mekân-içki “çelişkisine” açıklık getirirken –bence- ‘meşruluk’ normunun altını çizmişti: “Laiklik, çağdaşlık, kadın hakları vb. pratikte yaşanan şeylerdir. Aşk ve özgürlük hissini birlikte deneyimlemek ve evet ‘sarhoş olmak’ da bunlara dâhildir. Kendinizi siyasal İslamcıların çizdiği sosyal yasaklar dünyasının sınırlarına hapsederseniz, bin kurultay da toplasanız boşa zaman harcamış olursunuz.’

Ana muhalefete ve iktidara tavsiye
Önce Ekmeleddin İhsanoğlu, peşinden Mansur Yavaş, bugünlerde İlhan Kesici, ana muhalefet partisinin sistemle angajmanına aracılık eden ‘sağ popülist’ karakterler olmayı sürdürüyor. İlk ikisinden sonuç alınamadı, üçüncüsünden alınacağı hayli şüpheli. Şunu da ekleyip kendimizi “sağlama” alalım: Kesici’den veya benzeri bir (sağ) isimden alınacak bir seçim galibiyeti -ana muhalefet partisinin performansından ziyade- iktidarın ivmelenen çöküşünden ötürü olacaktır. Gelgelelim bu durum da kör karanlığın cılız bir sokak lambasıyla aydınlatılmasından evla değildir. Oysa hepimizin ihtiyaç duyduğu şey şafağın sökmesidir. Zaten halkın başına ne geldiyse bu ehven-i şer kafasından gelmiştir.

Aydınlanma’nın bütün ölçütlerinin sağ eğilimli bir politikacıda bulunduğunu varsaymanın ‘muhalefet üretmekle’ yakından uzaktan ilişkisi yoktur. Başta da değindiğimiz gibi, o ölçütlerden biri ‘devrim’e, diğeri ‘evrim’e inanmaktır. Evrime inanan modernist bir sağcı bulmak mümkündür, lakin devrim vizyonu biraz sıkar. Son tahlilde ‘muhalif bir duruşta’ hangi ölçütten ne kadar olduğu belirleyicidir. Evrim ve devrim kavramları, hem bilimsel, hem tarihsel, hem sosyolojik, hem de felsefi açıdan ‘meşru kavramlardır; zira doğanın bir parçası olan bedenin ve zihnin ‘tekil ve kolektif devingenliğini’ yansıtırlar.

Memeleketteki kapitalistler, köktendinciler, (sağ) liberaller, muhafazakârlar, mutaassıplar ve mütedeyyinler sömürü ilişkilerinin sürmesine ya doğrudan katkı sunarlar yahut sorun etmezler; maddi-manevi, iyi-kötü, az-çok nemalanırlar çünkü. Bu yüzden toplumdaki (köklü) değişimlere karşıdırlar ya da kapalıdırlar. Benzer biçimde, Yaratılış “düşüncesinden” beslenen kimi batılı “modernistler” de -bilimsel kanıtları görmezden gelerek- evrime karşı çıkarlar ve “We have decided to follow Jesus!”* şarkısını söyler dururlar. Evrim gerçeğini eğitim müfredatlarında bulundurmaları -sistem içi bilimin uygun gördüğü üzere- “teori” takısından kaynaklanan bir esneklikten öte değildir. Malumunuz memleketteki siyasal iktidar bu opsiyona da şerh koymuş, Evrim konusunu okul kitaplarından tamamen tasfiye etmiştir. Biz, sesimizin ulaşmayacağını bile bile uyarımızı yapalım: Reel-politik çıkarlarınız uğruna ‘beynin’ gelişiminin önüne setler çekerseniz, yönettiğiniz toplumu yaşamın ve dünyanın dışına itersiniz. Peşinden önce ‘beyinler’ göçer, sonra da siz!

* İsa’yı takip etmeye karar verdik